Hikmet HOCAOĞLU

Hikmet HOCAOĞLU

Yediklerinizden başlayın sadeleştirmeye!!!

Ne okudunuz siz yıllarca?

Altı üstü bir kaç yıldır okuyorum Nurları, 30-40 yıl okuyanlara soruyorum!?

Ne okudunuz ve nasıl okudunuz bunca zaman?

Önce adını doğru koyun!

Yalan söylemeden, kendinize dürüst olun.

Sadeleştirme değil, tahrip, tahrif, kasıtlı tecavüz...!

Çok mu zor sorması?

Ne okunsun istiyorsunuz?

Ümmet-i Muhammedin (S.A.V) neyi anlamasını istiyorsunuz?

"Kirlerinden arınmış allah'ı mı?" (Hâşâ)...(sahte Lem’alardaki bir ifade, binler tahripten sadece biri!)

Bu sahteleştirme işini savunanlar, neyin peşindeler?

Ne yapsanız, yaptıran kadar şöhret olamayacaksınız! Şöhretse, yazın, basın, satın, okutun ancak Risale-i Nur, altına Bediüzzaman değil! Kendi isminizi yazın!

Atatürk bile sizin gibi yap(a)madı...!

Kur'an'ı meal ettirirken tahrif etmedi, nakıs bir dil ile “kendince” bertaraf etti!

600 yıllık Osmanlı tarihinde bir tane meal yok, 90 yıllık TC tarihinde ise 200 adet!

Kaç yıl fizibilite yaptınız?

Kaç profesör beyin takımında bu stratejik "tahribi" planladı?

Bu necip milletin kurtuluşu hükmünde olan Nurlara saldırmayı kurtuluş olarak gördünüz!

Neyin intikamını alıyorsunuz?

İntikam: zehri kendi içip, başkasının ölmesini beklemektir!

Lügat ile başlayıp, şerh ile esnetilen bir gedik nerelere varıyor değil mi?

Neden içkinin çoğu da azı da aynı hükümde, şimdi daha iyi anlıyorum!

Suffa vakfı başkanı Mustafa Karaman’ın açıklamada bir "özür"  cümlesi eksik olmakla beraber, "sahteleştirenin altına kendi ismini yazması" gerektiğini ikrar etmesi de kafi diye kanaat ederek, vaziyeti Hakka havale ediyoruz...

Diğer yandan muallak bir ifade var altını çizelim: "Üstada biri gitmiş, şöyle şöyle yapcam demiş de, Üstad Hz. yaparsan altına kendi ismini yaz demiş!" ve bu hadiseden Üstad Hz. güya “kendi adını yazması şartıyla buna cevaz vermiş!” gibi bir algı karambolü oluşturulmuş!

Asla ve Kata! Hakaret bilmiş ve hiciv ile reddini, ağır bir dille ifade etmiş, başkasının kendi adını yazarak düzeltme, şerh, izah, sadeleştirme, sahteleştirme gibi tahriflere asla izin vermemiştir...!

Ölümü gösterip, sıtmaya razı etme algısı!!!

Altına isminizi yazdığınız her eseri tahrif edebilirsiniz...!

Öyle mi…!?

Kur'ân'a meal ile yapılmaya çalışılan ne ise sadeleştirme de aynı şeydir!

Ezanı Türkçe yapan zevatın kastı ne ise bunların ki d öyle!

Ağır mı oldu?

Uhuvvetin ilk şartı asayişi sağlamak değil mi?

Bu iş yanlıştır diyen bizzat Müellif ise, kendinize sorun, ne yapıyoruz diye?

Durun bir menfez açayım Size!

Üç örnekle üç soru soracağım ve Nurlardan tek kelime kullanmadan. Bugün biri, yarın bir başkası bu hazine için başka türlü saldıracaktır. Bu soruları bir kenara not etmekte fayda var inşallah…

1-Birine "Sen şimdi günde iki vakit ve sadece farzından ve sadece iki ayetle ve yarım abdestle ve yönünü önemsemeden kılmaya başla da namazı, daha kolay gelir ve daha iyi anlarsın" deyip, başka biri sorduğunda "ne yapıyorsun?" diye, "bunlar gençler, zor geliyor bu iş, alışsınlar böyle böyle, sonra aslına geçerler inşallah...!!! " diye cevap veriyor musunuz? Gerçekten ne yaptığınızı hiç düşündünüz mü?

2-Malumunuz Risale-i Nurları diğer eserlerden ayıran en mühim özellik, diğer eserlerde lafız Kuranî, manası ilhami, Nurlarda ise lafız ilhami ve manası ise Kuranî.

Kur'ân'da olduğu gibi, lafzı veya mânâsı Kur'âni olan eserlerde her kelime bir general gibi her askeri başka mânâ taşıyan bir komutanı temsil eder!

Tahrif ya da tahrip olmadan sadece sadeleştirilse (mümkün değil!) ortaya çıkan; o generali çekip, yerine temsil ettiği askerlerden sadece birini koymaktır...!

Bir Rezzakiyet kelimesi belki yüzbin askeri (mânâsı) olan bir general gibi iken, hangi askerini yerine koyardınız?

Yani diyorsunuz ki; siz öğrenmeyin de, biz her türlü gayreti ve hizmeti borç biliriz...!!!

3-Neden 3 öğün doyana kadar yemek yiyorsunuz?

Bedeninizin gıdasını neden sadeleştirmiyorsunuz?

Hem sormazlar mı; yediklerinizin vücudunuza dağılma sürecinde hangi safhaya hakimsiniz? Hangi gıdanın mideden bağırsaktan, böbrekten, karaciğerden kana, oradan bedenin muhtelif yerlerine gitmesine hükmediyorsunuz?

Ruhun ve kalbin ve aklın gıdası hükmünde olan bu kavramlara karşı hukuki müdâfâdaki duruşumuz, işkembemizden daha mı değersiz!?

Maddi gıdaları yönetemediğimiz halde ilişmiyoruz da, manevi gıdalarımız hakkındaki tasarrufu kim elinize verdi? Masumane, tahrif değil de sadeleştirme diye baksak bile, günde üç kez değil de üç yılda bir kez yemek yemeyi uygun görmeye tekabül etmiyor mu bu iş?

O lafızların ve esmâların sahibi, o manaların hukukunu korumayacak ve hesabını sormayacak mı?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum