Yavuz BAHADIROĞLU

Yavuz BAHADIROĞLU

Yasalar, yasaklar ve Kenan Evren

Yasalarla yasakların kıskacında yıllar boyu soluksuz kalmış biriyim...

Tüm soluksuz kalışları “sekerat” (can çekiş) zannedenler, soluksuzluklarımı ölüm haline verdiler. Soluksuzluğun aslında bir yeni soluk, belki bir “sur-i İsrafil” olabileceğini kestiremediler. Oysa ben nefesim daraldıkça düşünüyor, hayatla ölüm arasındaki incelikte varlık arıyordum.

Kalıplar işte o çizgide kırıldı...

Kitaplarım o çizgide doğdu...

O çizgide kitaplaşmaya başladığımı hissettim...

Kısacası hayat, hayal ile o çizgide iç içe girdi...

Artık kestirebilene aşk olsun: Hangisi hayat, hangisi hayal?

İnsanın kâinatla ilişkisi nerede başlar, nerede biter? İnsan ne kadar kâinat, kâinat ne kadar insandır?

Dizi dizi merakın ardından sonsuzu arayışım başlar. Bu, bir bakıma insanın kendini arayış serüvenidir (İnsanda Hazret-i İbrahim merakı [Hz. İbrahim’i Allah’a götüren araştırıcı merak] olmasaydı, acaba insan -gerçek mahiyetiyle- var olabilir miydi?)

Kitapta ve tabii “kitab-ı kebir-i kâinat”da kendimi arayıp bulmam uzun sürdü. Kifayetsiz kelimelerde (yazıda) kendimi çözmeye çalışmak ise neredeyse bir ömür aldı. Sonunda bireysel çözümlemelerin o kadar da önemli olmadığını anladım. Toplumsal çareler ve çözümler gerekiyordu: Fakat bu nasıl olacaktı?

Üstelik öyle bir zaman ve zeminde yaşıyorduk ki, insanlar âdeta birbirini incitmekten, hırpalamaktan, yaralamaktan, zorlamaktan zevk alıyordu. Ben ise -ancak elli yaş kertesinde- inançlarından, tercihlerinden, intisaplarından ve düşüncelerinden dolayı kimseyi incitmeme, hırpalamama, horlamama, zorlamama kararını alabilmiştim.

O gün bugündür, beni incitme fırsatını başkalarına vermemek için kendi duygularımı incitiyorum. Başkalarını hırpalamamak için kendi ruhumu hırpalıyorum. Başkalarını yaralamamak için de kendi yüreğimi yaralıyorum.

Bu yüzden yaşadığım yıllardan daha yaşlı biriyim: Hem yaşlı, hem yalnız.

“Dünya” denilen şu ormanda, kitaplarım benim sığınaklarım. Onlarla yalnızlıktan kurtulurum. Kendimi hâlâ satırlarda çözmeye çalışır, geçmişimin en görkemli hikâyesini (kökler anlamında) sayfalarda ararım. Yani her kitabımda bir bakıma kayıp özgeçmişimi arar, her kitabıma yitik özgeçmişimi yazarım.

Kısacası kitaplarımla ben ortak bir serüveniz.

Şimdi söyler misiniz lütfen: Bu serüvenin hiç yaşanmamış bölümünü (çocukluğumu), darbelerle yaralanıp korkularla berelenmiş güzelliğini (gençliğimi) kimde, kimlerde aramalıyım? Kimlerden hesap sormalıyım?

12 Eylül darbecisi Kenan Evren’in savcılıkça sorgulandığını gazetelerde okuduğumda işte bu yüzden mutlu oldum...

Bu bir hayaldi benim için: Darbecilerin, komplocuların, kendini “devlet” zannedenlerin sorgulanması yıllar boyu içimde “hayal” olarak kalmıştı.

Hayal olmayınca hayat olmazmış meğer: Kenan Evren’in sorgulandığını okuyunca bir kez daha fark ettim bunu.

Bu kadarı bile yeter!

12 Eylül döneminin güçlü isminin savcı önünde ter döktüğünü gördüm ya, gözlerim göreceğini gördü: Üst yanı önemli değil.

Eminim ki bir gün, ideolojik şiirlerle neslimin çocukluğunu çalanlardan, neslimin gençliğini sloganlar cehennemine fırlatanlardan, neslimin orta yaşında ise ülkemi bir açık hava hapishanesine döndürüp âdeta çocukluğumuzu, gençliğimizi, özetle mazimizi (bir bakıma özgeçmişimizi) zindana itekleyenlerden de hesap sorulacak?

Akit
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.