Yapılamayan tartışmalar

Bir gün değişik fikirlere mensup arkadaşlarla yaptığımız hararetli bir tartışmanın en ateşli yerinde dedim ki:
-Gelin, hepimiz değişik rollere bürünelim ve en aykırı fikirleri savunarak tartışalım. Mesela sen devrimci ol, sen de karşı devrimci. Sen Kemalist ol, sen de demokrat. Sen de statükocu ol, sen İkinci Cumhuriyetçi, sen ateist ol, sen de İslamcı. Sen militarist ol, sen de AB yanlısı. Sen bölücü, Kürtçü ol, al eline haritayı, istediğin gibi böl. Sen de Altay Dağlarında at koşturan, kımız içen kafatasçı, Türkçü.  Kısaca sen şu ol, sen de bu. Herkes kendi fikrini, oturduğu yerden kalkmadan, bir başkasına zorla kabul ettirmeye çalışmadan, silaha sarılmadan, dağa çıkmadan, darbe çağrısı yapmadan, kimseyi damgalamadan, yaftalamadan, kimseyi gırtlaklamadan, boğazlamadan savunsun. Efendice savunsun. Fikirlerine katılmasa da karşısındakini dinlesin, sonra kendi fikirlerini anlatsın, buyurun!

Sonuç: Uzunca süren bir sessizliğin ardından biri dedi ki:
- İyi ama ne çıkar bundan? Nereye varmayı hedefliyorsun?
- Hiçbir şey çıkmaz, dedim. Zaten bütün mesele de bu. Adam gibi tartışamayacağımız, konuşamayacağımız hiçbir konu yok aslında. Hem sizin de belirttiğiniz gibi bunda bir sakınca da yok. Bir zarar da çıkmaz. Çünkü hepimiz doğruyu arıyoruz ve güzeli istiyoruz ama bir türlü doğru yerden başlayamıyoruz. Herkes bizim gibi düşünsün, bize benzesin istiyoruz. Meşru zeminlerde özgürce tartışamıyoruz. En önemli şe’air-i sünnet olan meşvereti de tam manasıyla yerine getirmiyoruz. Hatta bazen çok ileri gidip altıya beş kaybettiğimiz meşveret kararlarını yok sayabiliyor, böylece fitnenin fitilini ateşleyebiliyoruz. En kötüsü de birbirimizi kolayca damgalıyoruz. Üstelik bu damgaların en hafifi “hain” ile başlıyor.

Elbette tartışma burada kalmadı. Topluluktan biri, “Ama bazı konular var ki, tartışılmıyor, çünkü çok sakıncalı” diyince, dedim ki:
- Bana tartışması sakıncalı olan iki konu söyle. Birini tartışmak sakıncalı olsun, diğeri ise tartışılmayacak kadar net olsun.
-Mesela din; dini konularda tartışmak sakıncalı. Diğeri ise milliyetçilik; bu konuda da tartışmak gereksiz. Çünkü Türk olunmaz, doğulur!
- Aslında tam tersi fikirdeyim. Çünkü dini konularda tartışmakta bir sakınca yok. Çünkü inandığımız Allah’tan mı şüphe ediyoruz? Varlığından mı, birliğinden mi? Peygamberimizin peygamberliğinden mi? Ahiretten, meleklerden, kaza ve kaderden mi? Küçücük bir dikkatle aklı olan anlar ki bu mükemmel nizam, bu muhteşem kainat sahipsiz olamaz. Mutlaka her şeye gücü yeten bir Yaratıcı olmalı ve işine başka kimse karışmamalı. Her şeyi yaratan elbette başıboş bırakmamalı, yarattıklarına emrettikleri ve yasakladıkları olmalı ve bunları o makama layık, yaratılmışların en makbulü, en şereflisiyle iletmeli. O şahıs da tabi ki her şeyiyle mahlukata örnek, rehber ve imam olmalı. Tartışma götürmeyecek derecede açık ki yapılan her şey kaydedilmeli, boşa gitmemeli ve her şeyin hesabının sorulacağı, ceza ve mükafatın verileceği bir yer dahi olmalı ve hakeza…  Gördüğün gibi sakıncalı diye düşündüğün konu, tamamen net ve tartışma götürmeyecek derecede açık.

Sıra geldi senin “net” dediğin, tartışılamaz, çünkü “olunmaz, doğulur” dediğin milliyetçilik mevzusuna. Hele bir de bu konuya ırk olarak yaklaşmış ve menfi manada anlamışsan, tamamen yanıldın. Çünkü Anadolu topraklarında yaşıyorsun ve biliyorsun ki bu topraklar senden önce de boş değildi, senden sonra da boş kalmayacak. Sümerler, Hititler, Frigler, Urartular, Romalılar, Ermeniler, Rumlar gibi milletler sayabildiklerimiz sadece. Buna Türk, Kürt ve Moğolları da eklersek, dünyanın bir çok yerinde olduğu gibi kimin hangi ırktan, hangi milletten olduğunu anlamak için bilimin geldiği her türlü nokta yetersiz kalır. Özellikle de Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlar gibi tarihi göç yolları üzerinde kalan yerlerde imkansızı da aşar. Hem “olunmaz, doğulur” dediğin ırk meselesi, senin elinde mi ki, sen hangi başarıya imza attın da o ırka mensup oldun veya başkaları hangi suçu işledi de başka ırklara, milletlere ait olarak doğdu? Lütfen kendine gel.

Sıra geldi en ilginç soruya. “Peki, hepimiz öldük, öte tarafta yeniden yaratıldık ve öğrendik ki, aslında bizim gittiğimiz yol değil de Hıristiyanların veya Musevilerin gittiği yol doğru yol imiş, yanlış anlamayın, ben Müslümanım ama mesela diyorum ki öyleymiş. Ne yaparız bu durumda?”
- Hiç mümkün ve muhtemel değil ama yine de söyleyeyim. Endişe edecek bir şey yok, biz Hz. İsa’nın, Hz. Musa’nın, hatta Hz. Adem’den itibaren gönderilen bütün peygamberlerin hak olduğuna inanıyoruz. Müslüman olarak yaşadığımız ve öldüğümüz sürece bir mesele yok.  En fazla onlardan farklı olarak, her haliyle Peygamber olmaya layık, her tavrıyla bütün kainata imam ve önder olmaya yakışan ve yalan söylediği hiç mi hiç görülmemiş birisinin peygamber olduğuna inanıyoruz. Hem bu noktada yanılma ihtimalimiz hiç yok.
Asıl biz, bu inancımızdan şüphe edersek, saparsak ve başka yollara girersek yandık.  Çünkü…

Çünküyü Bediüzzaman Hazretlerinden dinleyelim:
“Bir Müslüman mümkün değil, başka bir dine girip, ya Hıristiyan ve Yahudi, hususan bolşevik gibi olmak. Çünkü; bir îsevî, Müslüman olsa, İsa Aleyhisselamı daha ziyade sever. Bir Mûsevî Müslüman olsa, Mûsa Aleyhisselamı daha ziyade sever. Fakat bir Müslüman, Muhammed Aleyhissalatü Vesselamın zincirinden çıksa, dinini bıraksa; daha hiçbir dine girmez, anarşist olur; ruhunda kemalata medar hiçbir halet kalmaz. Vicdanı tefessüh eder, hayat-ı içtimiaiyeye bir zehir olur.”
Başka söze ne hacet…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum