‘Yabancılaşma İdeolojisi’ çözüm olabilir mi?

Cumhuriyetin kurucu kadroları, yerleşik kurum ve değerleri radikal bir reddiye ile işe başladılar.

Dini kurumların tasfiyesinden, alfabe ve ezana uzanan değişimler, ihtilalci bir dönüşüm sürecinin gereği olarak benimsendi.

Ne var ki, “ihtilal” kavramının yıkımını perdelemek için “Atatürk İlke ve İnkılapları” diye, niyete göre anlamı değişen kemiksiz bir kavram, yedekte kullanıma sokuldu.

Tek partili resmi ideolojinin eli kalem tutan aydınları, 1930’lardan itibaren “Kemalizm”i, bir imtiyaz sembolü olarak kartvizitlerine sloganı yaptılar. Atatürkçülük ise, millete rağmenciliği meşrulaştırmanın harcı alem tanıtıcı kavramı olarak benimsendi. Bu kavramlaştırma ile aslında yapılmak istenen, cumhuriyeti, “istibdad-ı mutlak’, rejimi de “irtidad-ı mutlak altına alma”ktı.

Kemalizmin ilk teorisyenleri, milliyetçilik ilkesini sevimli göstermek için, onun “kültür milliyetçiliği” olduğunu savundular. Bu iddia, ilim tarihinin çuvalına sığmayacak kadar gerçek dışı bir yalandı. Zira, Kemalizm, bütün ırkların Türklerden türediğni iddia edecek kadar ırkçıydı. Diğer ırkları hoyratça itip kakmasının bedelini, doksan yıldır, insan kanıyla ve artan bir maliyetle ödemeye devam ediyoruz.

Hele Kemalistlerin “bize has” kılıfyla sunduğu “laikliğin”, anlam ve uygulaması, dinsizliği hiç aratmadı. Kemalizmi kutsayanların çoğu, hala baskıya odaklı din dışı laikliğin hasretiyle ve ağızlarında kalmış tadıyla konuşuyorlar.

Bu kısa girişi yapma ihtiyacını niçin duydum?

Açık söylemek gerekirse, Atatürkçüler, oldum olasıya, demokrasiyi sabote ederek “durumdan vazife çıkarmaya” çalıştılar. Fakat bu uyanıklığın, milli barışı ve demokrasiyi tahripten başka bir sonucu hiç olmadı.

15 Temmuz 2016 darbe teşebbüyle girdiğimiz yeni dönem, bize bir şeyi gösterdi: Devlet, yönetim boşluğu kaldırmadığı gibi, ideolojik kimlik konusunda da boşluk kabul etmiyor.

FETÖ isyanıyla içinden geçtiğimiz bu kriz döneminde, Kemalistlerin, ideolojik kimlik ikamesinde, fırsattan istifade öne çıkmaya çalıştığı gözleniyor. “Çaya-çorbaya limon” kıvamında, Atatürkçülüğün ne kadar gerekli olduğu konusunda müthiş bir ikna çabası var.

Halbuki Kemalistlerin sundukları model, 20. asrın etnik temelli, tek parti, tek lider ayaklarına oturan faşizan yapılanmasıdır. Az gelişmiş ülkeler içinde Türkiye’nin payına düşmüş bir tasfiye ve yabancılaşma ideolojisi olduğundan nedense, hiç bahsedilmiyor.

Toplumsal kabul ve meşruiyet sağlamak anlamında kullanılan Kemalizm için, “Batılılaşma ideolojisi” olduğu iddiası gerçekçi bir tanımlama değildir. Çünkü Batı, ilkesel bazda, örnek alınacak pozitif yönüyle “özgürlükçü demokrasiye” dayanır. Halbuki, Kemalistlerin böyle bir kaygısı hiç olmadı.

Fakat, FETÖ darbe teşebbüsü sonrasında, Atatürkçülüğü pazarlama fırsatı yakaladığını düşünenler görülüyor. FETÖ tehlikesine ve korkusuna karşı toplumun, Atatürkçülere razı olması için medyatik bir kampanya yürütülüyor. Bu konjonktürü sağladığı için FETÖ’ye çok minnettar olsalar gerektir.

Türkiye’ye yeni yönetim modeli biçenler, 15 Temmuz’da, ölümü hiçe sayarak kendini tankın önüne atan bir topluma, deli gömleği giydirmeyi düşünmeyecek kadar akıllı olmalıdır. Bu toplum, antidemokratik engelleri aşarak yolunu açtı ve bugünlere geldi. Tek partlili, tek tipçi, baskıcı, milleti vesayete muhtaç gören kafalardan yeni yeni kurtuluyor. Baskıcı bir yönetim şekli, bu milletin aklında ve gönlünde yoktur ve olmayacaktır.

15 Temmuz’un açtığı yeni milatta, Kemalistlerin millete karşı gecikmiş bir sorumlulukları var: Vesayet kültürünün kolaycılığından ve durumdan vazife çıkarmak modundan artık çıkmalıdırlar. Medya mevzilerindeki manüplasyonlarla kimsenin sonuç alma şansı yoktur. Çoğulcu demokrasiyi sindirmiş olarak, milletle beraber olabildikleri ölçüde söyledikleri ciddiye alınacaktır.

Kemalistler başta olmak üzere, tüm toplumun, bundan sonra buluşacağı ortak payda,  özgürlükçü, çoğulcu demokrasidir. Milli irade, hiç olmadığı kadar, bütün kararlılığıyla bu noktada duruyor. Bu gerçeği dikkate almayan, adeta “başını örse vurur, kırar.”

Ülkeyi yönetenler ve yönetmeye talip olanlar için tek yol, “ara dönem arayışına girmeden”,  insan merkezli ve meşru bir yönetim modelinde buluşmaktır.

Tek tipçi, eli sopalı ve baskıcı bir yönetim özlemi, her zaman Kemalizm maskının altına saklandı. Yirminci asrın yabancılaşma ideolojisi, bugünün Türkiye’sini taşıyamaz. Ve model de olamaz. Artık “eski hal muhaldir.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.