“Ya belge çıkarsa” endişesi!

Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, son günlerin tartışmalı konusu olan “İrticayla Mücadele Eylem Planı” ya da kamuoyundaki isimlendirilmesiyle kısaca “belge” denilen ‘evrak’ hakkında ‘basın toplantısı’ düzenledi ve uzun sayılabilecek açıklamalar yaptı.

Başbuğ, konuşmasının sonunda gazetecilerin sorularını da cevaplandırdı. Tabiî bu uzun konuşmada ifade edilen görüşlerin tamamını bir anda değerlendirmek mümkün değil. Konuşmanın bazı bölümlerini ‘iyi’, bazı bölümlerini de ‘yanlış’ şeklinde değerlendirmek mümkün. Meselâ, sıklıkla vurgu yapılan; “TSK’da demokrasiye bağlı olmayanların yeri yoktur ve olamaz” anlamındaki ‘taahhütler’ uygulanması hâlinde alkışlanması gereken yaklaşımlardır. Benzer şekilde, sıklıkla; hak, hukuk, adalet, yargıya güven, suçluluğun ispatına kadar kişilerin suçsuz olduğu hatırlatmaları da doğru. Fakat bu tesbitlerin ne ölçüde hayata geçirilebildiği tartışmaya açık bir konu.

Konuşma sonrası yorum yapan bazı gazeteciler, “Mesele bitmiştir. Başbuğ’un açıklamaları bizi tatmin etti, kamuoyu da tatmin olur” şeklinde hadiseye yaklaştı. Ancak bu kanaati izhar etmek için erken olduğunu söylemek lâzım. Çünkü, Başbuğ bile konuşmasında belki on defa “Bugün itibarıyla bunları söylüyoruz. Yarın yeni bir belge, bilgi ve gelişme olursa soruşturma devam eder” deme ihtiyacı hissetti. Demek ki hadise bitmiş, sona ermiş şeklinde kabul edilemez.

Bir noktaya daha dikkat etmek gerekiyor, o da şu: Başbuğ’un ısrarla “kâğıt parçası” dediği “belge” hakkında diğer uzman ve hukukçuların sözlerine de dikkat etmek gerekiyor. Sadece Başbuğ’u dinleyip kanaat izhar etmek insanı yanıltabilir. Meselâ, basın toplantısında da sorulduğu üzere, suçlanan askerî personelin askerî savcılıkta verdiği ifadede attığı ‘farklı imza’ya makul ve ikna edici bir cevap verilemedi. Suçlanan bir kişi, niçin yıllarca kullandığı imzadan farklı bir imza attı? Uzmanların ifadesine göre bu bile tek başına bir ‘suç.’ Savcılığa verilen ifadede farklı imza atıldığı inkâr edilmiyor. Bu imzanın kamuoyuna yansımayacağı mı hesaplandı?

Yine başka uzmanların ifadesine göre, askeri makamlar sadece ‘suçlanan kişinin lehindeki belgeler’e bakarak karar vermişler. Peki, ‘aleyhteki belgeler ve şüpheler’ niçin dikkate alınmamış? (Eski savcı Reşat Petek’in açıklamaları için bakınız: Star, 26 Haziran 2009)

Şu da önemli: Başbuğ, askerî yargının bağımsızlığı konusunda şüpheye düşülmemesini söyledi. Emir ve komuta zincirinin işlediği bir sistemde bu nasıl mümkün olacak? Üstelik, ‘sivil yargı’nın bile bağımsız olup olmadığının sürekli tartışıldığı ülkemizde insanlar nasıl tatmin olsun? Hem, “Cüzdanla vicdan arasında kaldık” diye konuşmalar yapan yargı mensuplarına da şahit olmadık mı? Bu ‘şüphe’yi en başta yargı mensupları dile getirmiyor mu?

Türkiye’nin halletmesi gereken konulardan biri de yargı bağımsızlığıdır. Bunu da sözle, ‘Ben kefilim’ diyerek yapmak mümkün değil. Yargı mensuplarına verilen ‘irtica birifinglerini’ görmezden gelmemiz, hafızamızdan ve tarihten silmemiz mi isteniyor?

Dünkü basın toplantısına “Ya belgenin ‘aslı’ çıkarsa” endişesi mührünü vurdu diyebiliriz...
Yeni Asya

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.