Velayet böyle mi doğdu?

Emanet çok ağırdı.
Altında zor yürüyordu. Dizleri titriyor, yüreği ürperiyordu.
Bir kelamın ağrılığını belki de ilk defa hissediyordu.
Bir söz bu kadar mı ağır olur…
Defalarca geçtiği yerlerden geçiyordu.
Fakat bu sefer her şey farklılaşmıştı.
Bastığı yerlerde toprak yumuşamış, taşlar hamura dönmüştü.
Ağaçlar eğiliyor dağlar titriyordu.
Gördüğü her şey selam veriyordu.
Camit, şuursuz hissiz sandığı her şey, canlanmış, dile gelmiş, huzurlu bir neşeye bürünmüştü.
Ürperiyor titriyordu.
Bir an önce eve varmak istiyordu.
Ne okuması vardı ne de yazması.
Ama şu koca arz "beni de oku" diyordu.
***
Bu gün farklı bir şey yapayım dedim.
Takıldım üstadımın peşine…
“Eğer istersen gel, Asr-ı Saadete, Cezîretü'l-Araba gideriz. Hayalen olsun onu vazife başında görüp ziyâret ederiz.” Demişti.
Bende peşine takıldım.
“İşte bak” dedi.
Ve baktım.
Bir zat bir mağaraya doğru gidiyordu.
Her şey normaldi.
O zat üstadımın önünde geçerken üstat bir anda hazır ol vaziyetini aldı. Ellerini bağlayıp başını önüne eğdi.
Bende üstadımın arkasında gizlendim.
İçeri girdi o zat.
Üstad bekledi ben de arkasında bekledim.
Kaç zaman geçti bilmiyorum.
Gece yarısıydı birden kapkaranlık mağara gündüz gibi aydınlandı.
Garip bir nur mağarayı sarmıştı.
Derken o nur bir dalga gibi mağaradan çıkıp yeryüzüne dağıldı.
O anda her şey farklılaştı.
Sanki o nur dalgası tüm dünyayı sardıktan sonra kâinatın derinliğine doğru yayılıp gitti.
Tam o arada bir ses yankılandı.
“İkra! Bi ismi rabbike”
Ardından o ses’de bir dalgaya dönüştü o nurun peşine takıldı, kâinatın derinliğine doğru yayılıp gitti.
Üstadım bir an o nurun ve sesin peşinden baktı.
Derin derin soluyup tebessüm etti.
Sanki”sen git bende peşinden geleceğim” der gibi bir hali vardı.
Derken üstadım yine kas katı kesildi başını önüne eğdi öylece kala kaldı.
Ardından o zat mağaradan çıktı.
Garip bir hali vardı, omuzları çökmüş, korku ile ürperti arası bir hal yaşıyordu.
Etrafına bakındı gördüklerine şaşırdı.
Bu hal sanki risaletle velayetin aynı anda yaşanmasıydı.
İçerde risaletle müjdelenmiş dışarıda velayetle bütünleşiyordu.
Eşyanın hakikatine bakıyor bütün mahlûkatın zikrine şahit oluyordu.
Yürüdükçe “biismi rabbike” derinleşiyordu.
Eve varır varmaz “üstümü örtün” diyordu.
***
İşte tam bu noktada hayalim bulanıklaştı, bütün güzellikler kayboldu aklımla baş başa kaldım.
Artık hayal bineğine aklı bindiremez oldum.
Ve akıl tek başına yürümeye başladı.
Soru üstüne soru geliyordu.
Resulullah Hira’da ilk vahyi almadan önce acaba her şeyi bizim gördüğümüz gibi mi görüyordu?
Eğer gördüğümüz gibi görüyor idiyse vahyi aldıktan sonra nasıl bir şey oldu ki etrafında gördüğü, cansız, camit şeyler birden canlandı?
Demek ki önündeki perde-i gayb açıldı.
Demek müşahedatlar başladı.
Önce o cansız sandığımız şeyler onun peygamberliğine şahadet getirdiler.
Sonra da o onların özerindeki Allah’ın tecellisini gördü.
Belki de velayet bu şekilde doğuyordu.
Aslında akıl, akıl yürütüyordu.
Doğrumu yanlış mı bilmiyordum.
Sonra birden toparlanıp üstadımın peşinden koşup tekrar Cezîretü'l-Araba doğru yol alıyordum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum