Vefa bir semtin adı mı?

Bir televizyon kanalında medya programı yapıyordum. Programa konuk olarak yazar, çizer ve medyanın öne çıkan isimlerini alıyor, onlarla medya değerlendirmesi yapıyordum.
Çok satan gazetede, bir dönem muhafazakar bir gazetede tanıştığım ve sevdiğim bir gazeteci dostumu programıma konuk almak istedim. Çalıştığı gazeteye gidip, şifahen ricada bulundum.
Bana “hiçbir gazete ve televizyona görüş bildirmiyorum” dedi. Israr etmeme karşılık benden özür dileyerek affını istedi. Saygıyla karşıladım.
Yıllar sonra… Çok satan gazetenin üstelik “manken artığı” biriyle üstelik onun ayağına giderek “bir otelin barı”nda hem röportaj yapmış, hem de iç dünyasını o yazarın okurlarıyla paylaşmış.
Yani, geyik yapmış.
Sağlık olsun.
Gazetecilik veya yazarlık bu noktaya mı geldi diye düşünmekten kendimi alamadım.
Beni endişelendiren nokta röportajdaki konuşmalar değil.
Muhafazakar yazarlarımızın ne hale “düştüğüdür.”
Kavramlar öylesine ters-yüz olmuş ki…
Dün inandığı gazete sütunlarında hasbelkader okurlarıyla sıkıntıları birlikte göğüsleyen kalemşorler, şimdi okurlarından uzak çok satan gazete sütunlarında “Başbakana gaz verme” telaşında.
Hatta geçmişinden vebalı gibi kaçıyor, utanıyorlar.
Şartlar ne olursa olsun, eğer fikir işçisi etiketi taşıyorsanız, o misyonu son nefesinize kadar muhafaza etmeniz elzem.
Biz bu meslekte bu terbiyeyi aldık.
**
Yüzde 47 oy almış iktidarın getirdiği “nimet”ten nemalananlar, geçmişi sevmiyor galiba.
Sadece yazar dostum değil, bu gün herhangi bir gazetede veya beldede yönetici olmuş birçok dostum, geçmişte yaşadıkları sıkıntılı dönemi unutmuş gibi görünüyor, hatta hatırlamak istemiyor.
Vefa sadece bir semtin adı olarak kalmamalıydı. Dostlukları oluşturan o zorlu şartları bir kenara bırakıp, bugüne bakarak sanki hep o koltuklarda oturacakmış gibi “biz”i yok sayarak tepeden bakmak gibi bir lükse giriyorlar, helal olsun!
Konuyu dağıtmadan.
Değerleri ölmemiş gazeteciliği özlüyorum.
Bu mesleğe ilk adım attığım dönemde bizim ön safımızda bulunan gazeteci ağbilerimizle birlikte omuz omuza bir kuru ekmek yediğimiz günleri özlüyorum.
“Ya bu deveyi güdeceksin, ya bu deveyi güdeceksin” mantığıyla bu davaya sımsıkı sarıldığımız dönemi özlüyorum.
Gazeteye giderken, aktarmalı minibüs ve otobüsle, yağmur/çamur demeden sırılsıklam kaldığımız günleri özlüyorum.
Tek bir ideal uğruna harcadığımız enerjiyi özlüyorum.
Artık sofralarında bir kuru ekmeği olmayan, minibüs ve otobüsün yerini jeeplerin aldığı, eski dostlukların yerini makam sevdasının aldığı, yıkık dökük binaların yerine plazaların aldığı bir dönem yaşıyoruz.
Peki ya sonra?
Bizden sonrakilere hangi “değerleri” vereceğiz?
Kimi örnek göstereceğiz?
Bu sorunun cevabı var mı sahi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum