Abdulkadir MENEK

Abdulkadir MENEK

Veda yolculuğunuz (III)

Fakat Barla bir başkaydı efendim.
Barla bir başka güzeldi.
Bir başka bekliyordu sizi Barla.
Eğirdir gölü, Çam dağı bir başka gözlemişti yolunuzu.
Çam dağındaki bir menziliniz olacak katran ağacı, kolların duaya açmış gibi sizi intizar ediyordu.
Barla’nın mütevazı, kadirşinas ve safi kalpli insanları, sizi bir başka şekilde bağırlarına basmışlardı.

Ahir zamanın beklenen tecdit hareketi, bütün cihan vüsatındaki iman ve Kur’an hizmeti, işte bu kuş uçmaz, kervan geçmez beldede filizlenmeye başlamıştı.
Barla’nın dağlarında, bahçe ve bağlarında gezerken kaleme aldığınız Onuncu Söz, nasıl da muhteşem, nurlu, makbul ve muhkem bir başlangıç olmuştu efendim.
Allah’ın rahmet eserleri, ölümlerinin ardından nasıl da bir bir dirilmişlerdi.

Yalnız dirilmekle kalmamış, bu nurları bekleyen bütün muhtaç ve layık gönülleri de teker teker diriltmiş ve onlar için yepyeni ve saadet dolu bir âlemin kapısını açmıştı.
İnkâr ve küfür cephesine vurulan bu nurlu darbe, bu cephenin dessas mensuplarını nasıl perişan etmiş ve nasıl da şaşkına çevirmişti.

İnsanları ahiretin caddelerinde gezdiren bu azametli eser, haşri inkâr etmek için kitap yazmaya hazırlanan karanlık ve menhus zihniyetli şahısların bütün istek ve şevklerini yerle bir etmiş, perişan ve çaresiz bir mağlubiyete düçar etmişti. 
Sonra diğer eserleriniz arka arkaya gelmişti.
Her yeni eseriniz, ahir zamanın dehşetli küfür kalelerinde tamir edilmez gedikler açıyor ve onları kahr-u perişan ediyordu.
Sonra baskılar, tarassutlar, takipler artmış ve bu deccalane zulüm dehşetli boyutlara ulaşmıştı.
Yolu olmayan, gideni geleni son derece az, dağlar arasında bir belde olan Barla’da unutulur gider diye sürgün edilmenizin üzerinden sekiz yıla yakın bir süre geçmiş ve niyetlerinin aksiyle dehşetli tokatlar yemeye başlamışlardı.

Barla’da yaktığınız iman meşalesinden etrafa yayılan nurlar, her geçen daha da parlamaya ve daha çok insana ulaşmaya başlamıştı.
Âlemlerin Rabbi olan Allah, etrafınızda öyle bir ihlâs ve samimiyet halkası oluşturmuştu ki, her şeyi madde ile düşünen ve maddenin mihengine vuran insanların anlamayacakları kadar sağlam olan bu halkayı parçalamak için yaptıkları bütün hücumlar boşa çıkmıştı.
Hele bir Sıddık Süleyman vardı ki, ne zaman O’na ihtiyacınız olsa, hemen kapıda görünüverirdi.

Kimsesizlerin kimsesi olan Allah, Sıddık Süleyman misali kahraman ve fedakâr talebelerinizi etrafınıza toplamış, bu iman ve Kur’an davasını sahipsiz bırakmamıştı.
Isparta’ya gönderilmeniz de ayrı bir inayetin celbine vesile olmuştu.
İhlas Risaleleri, Hastalar ve İhtiyarlar Risalesi burada yazılmış ve bundan sonra da hapislerin yolu görünmeye başlamıştı..

Eskişehir Hapishanesi, her türlü oyunun döndürüldüğü bir zulüm sahnesi haline getirilmişti.
Zehir vermişler, talebelerinizi birbirine düşürmeye çalışmışlar ve cazibedar bir şeyh ile etrafınızdaki kardeşlerinizi dağıtmak için gayret göstermişlerdi.
Fakat ne mümkün.
‘’Ne mümkün zulm ile bidad ile imha-yı hakikat
Çalış idraki kaldır, muktedirsen ademiyetten.’’
Hakikatin imha edilmesinin mümkün olmadığını bilmeyen zavallılar, güneşi üflemekle söndürebileceklerini zannetmişlerdi.
Hak yumruklandıkça kuvvetlenmiş ve Kur’an nurları her geçen gün daha çok insanı aydınlatmaya başlamışlardı.

Eskişehir Hapishanesinde büyük bir mazhariyet-i İlahi olarak yazdırılan ve İsm-i Azam’ın altı nuru olan Ferd, Hay, Kayyum, Adl, Hakem ve Kuddüs isimlerinin muhteşem tecellilerini anlatan Otuzuncu Lem’a, bu dehşetli hapishanede hem size ve hem de bütün mazlum talebelerinize tam bir teselli ve huzur kaynağı olmuştu.
Sonra Kastamonu sürgünü başlamıştı.
Burada görev yapan ve yapacak ceberrut valilere sıkı sıkı talimatlar verilmişti.
Kastamonu’da aylarca Polis Karakolu’nun karanlık ve izbe bir odasında tutulmuş ve sıkı bir tarassut altında bulundurulmuştunuz.
Sonra karakolun tam karşısında size bir ev bulunmuş ve perdelerinizi kapatmanız yasaklanmıştı.

Tarihte emsali görülmemiş bu dehşetli zulüm ve baskılar bile, sizin hizmet aşkınızdan hiçbir şey alamamış ve zulüm sahiplerinin utanmaz yüzlerinde bir şamar gibi patlamıştı.
Sizi susturmak isteyenler, adeta cinnet geçirircesine zulümlerinin boyutunu ve şiddetini arttırdıkça, Hafiz olan Allah’ın inayeti artıyor, çelikten bir irade ve Eyüp Peygambervari bir sabır karşısında çılgına dönüyorlardı.

Burada da yalnız bırakılmamış, mübarek ve fedakâr yardımcılara kavuşmuştunuz.
Rabb-ı Rahim,  Mehmet Feyzi Efendi ve Çaycı Emin Bey gibi kahraman ve sadık muavinleri ve talebeleri yardımınıza göndermişti.

İşte burada ve bu ağır şartlarda Kâinattan Halık’ını soran bir seyyahın muhteşem müşahedelerini ihtiva eden Ayet-ül Kübra risalesini telif etmiştiniz.
Meşrutiyet döneminde İstanbul’da bulunduğunuz bir sırada Japon Başkumandanının soruları üzerine kaleme aldığınız ve ahir zamanın dehşetli şahısları hakkındaki hadisleri izah eden eserinizi yeniden gözden geçirmiş ve Beşinci Şua’yı telif etmiştiniz.
Ehl-i imanı intibaha getiren bu risale ile bazı maskeler inmiş ve bazı şahısların gerçek mahiyeti anlaşılmaya başlanmıştı.
Nur, büyük bir zulmeti deşifre etmiş ve müminlere tam bir kılavuz olmuştu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum