Alaettin TAŞKIN

Alaettin TAŞKIN

Varlık bilinci ve dinin anlamı

Varlığımızın ve tüm varlıkların kaynağına dair algımızı ve anlamlandırmamızı şekillendiren kavrama “din” denir. Yani insan için, varlığını ve tüm eşyanın ve her şeyin varlıklarını anlama ve yorumlama sistemini ifade eden kavramdır din.

‘Varlık bilinci’ ekseninde ele aldığımızda din, insan için kural koyan ve ödül/ceza veren bir devlet gibi olmaktan çıkar ve asıl olması gerektiği gibi insanın iç dünyasının bir ihtiyacı, bir arayışı olarak insanî duygu ve kabiliyetlerimizin, yani insaniyetimizin bir eğitimi olur. Yani eğer birisi bizi yok iken var ediyor, yaratıyorsa bize düşen tüm varlığımızla bizi var edeni tanımaya çalışmaktır, ona yönelmektir. Ancak böyle yapınca ‘varlığımızın’ bir anlamı olur. İşte din de bu tanımayı, bu yönelmeyi sağlayan bir sistemdir, bir eğitimdir.

Demek ki din, insan için varlığın kaynağını açıklayan kavramdır. Buna göre insana düşen, dinine göre, yani varlık kaynağına, onu yok iken var edene göre hayatını yaşamaktır. Çünkü bir şeyi yok iken var eden, o şeyin var olmasındaki amaçları da belirler ve belirlemiştir. İşte din kavramını bu bağlamda ele aldığımızda görüyoruz ki, din varlık kaynağımızın belirlediği varoluş amacımıza ulaşmak ve erişmek için bir eğitimdir. Dindeki ibadetler, haramlar ve helaller ise bu eğitimin birer parametreleridir.

İmanı varlık bilinci ekseninde ele aldığımızda çok daha kolay ve çok daha etkin bir şekilde yüksek iman hakikatlerini kavrarız ve bu ulvî manaları hayatımıza yansıtırız. Bu bağlamda bir örneklem olarak şu ifadenin üzerinde durmaya çalışalım:

Her var edilenin bir var edeni olmak zorundadır.  Var edilenin var edicisi apaçık gerçektir, haktır. Var edilenin var edicisi, var edilenden daha aşikâr, daha zâhir gerçektir, haktır. Yani, ‘var edicinin’ varlığı, var edilenin varlığından çok daha açık, çok daha gerçek, çok daha kuvvetli, çok daha haktır ve hakikattir. Var edilen yalan/sihir bile olsa var edicisi/sihirbazı olmak zorundadır.

Mesela elimdeki şu kalemin bir yapansız/ustasız/fabrikasız olduğunu hiçbir insan düşünebilir mi? Ya da şu önümdeki bilgisayarın bir fabrikasız, bir ustasız şekilde kendiliğinden böyle oluştuğunu hiçbir insan iddia edebilir mi? Ya da bir arabanın şirketsiz, fabrikasız, ustasız bir şekilde olduğunu hiçbir insan şuuru düşünebilir mi? Düşünene insan denir mi?

Aynen öyle de bir arabadan çok daha kompleks olan, çok daha işlem gerektiren bir çiçeğin, bir arının, bir insan gözünün bir yapansız olduğunu nasıl düşünebilirsin? Demek ki, var edilen kâinatın var edicisi Yaratıcı, kâinattan çok daha aşikâr, çok daha zâhir bir şekilde gerçektir ve haktır. Evet, o Cenab-ı ‘Hak’tır.

Her var edilenin bir var edeni olmak zorunda olduğu gibi, muhatap olduğumuz kâinatta bu bağlamda başka önemli bir yaratılış esprisi ile daha karşı karşıyayız. O da şudur ki, beni var eden, beni yok iken yaratıp benim sahibim olan, ancak her şeyi ve tüm kâinatı ve bütün evreni var eden olabilir. Başka türlü asla olamaz. Çünkü gözümü yapan ancak Güneş’i yapan olabilir. Çünkü gözüm görebilmesi için Güneş’in olması lazım ve gözüme görme özelliği verenin Güneş’in ışın özelliklerini biliyor olması zaruridir. Öyle ise gözümü yapanın ancak Güneş’i yapan olması zaruridir. Çünkü gözümle Güneş arasındaki ilişkiyi bilecek, kuracak her şeyin yaratıcısından başka hiçbir şey asla olmaz. Evet, kâinatta, varlık âleminde öyle bir yaratılış sanatı sergileniyor ki, en küçük bir şeyin yaratılması bile, insan gözündeki bir hücrenin yapılması bile hiçbir şekilde o bir tek mutlak/sonsuz yaratıcıdan başkasına asla verilemez ve tüm kâinat bir araya gelse ve hatta birleşse bile yine o küçük bir şeyi, o göz hücresini asla ve asla yapamaz, yok iken var edemez. Demek ki bir karıncayı, bir çiçeği ve bir insan gözünü yapan ancak tüm kâinatı yapan, yaratan olabilir.

Her şeyin yaratıcısı olan, bir şeyi (bir gözü, bir çiçeği, bir karıncayı, bir hücreyi, bir atomu vb.) bütün kâinata uyumlu ve bütün kâinatla bağlantılı bir şekilde yapan, yaratan ancak yaratılmış olmayan, yani yaratılmışların cinsinden olmayan, yani kâinat içinde ve kâinattan olmayan, yani mutlak/sonsuz/aşkın olan Yaratıcı olabilir.

İşte dinimizin temeli olan bir tek mutlak yaratıcıya imanın, yani tevhid akidesinin anlamı da budur. Kısaca tevhid, bir şeyi(çiçek, arı, güneş, galaksi, göz, hücre, atom vb.) var eden, yok iken yaratan ancak her şeyin, bütün kâinatın yaratıcısı olan ve kâinat cinsinde olmayan, yaratılmışların özelliklerinden beri olan aşkın/mutlak/sonsuz olan Yaratıcı olabilir. Başka şekilde asla olamaz. Manasını ifade eder tevhid.

Bu bağlamda “ilah” kavramına da değinmemiz gerekiyor. İlah demek, varoluşun kaynağı olan, yani her şeyi yok iken yaratan, her şeyin sahibi olan ve yaratılmışların cinsinden olmayan mutlak/sonsuz olan varlık demektir. Evet, yaratıcı demek, yaratılmamış olan,  yaratılmışlara benzemeyen demektir.

Öyle ise yaratıcı, yani ilah dediğimizde, her şeyi yaratan, kendisi yaratılmamış olup yaratılmışlara benzemeyen, onlar gibi doğmayan, ölmeyen, yorulmayan, yiyip içmeyen; eşi, benzeri, dengi, zıddı, rakibi, ortağı ve yardımcısı olmayan, olamayandır ilah. Allah kelimesi ise, varoluşun kaynağı olan, her şeyin yaratıcısı olan mutlak/sonsuz olan ilahın Arapçada özel adıdır.

İşte insan, varlığının ve her şeyin, bütün mevcudatın ve tüm mahlûkatın varoluşlarının kaynağı olana sonsuz bir sevgiyle tapınır, yani ibadet eder. Çünkü insanı yok iken var edene karşı var olmanın/ var ediliyor olmanın hak teşekkürü ancak sonsuz bir sevgiyle tapınmayı ifade eden "ibadet" olabilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.