Üstad'ın Cahid Ünsal'a gönderdiği o mektup...

Üstad'ın Cahid Ünsal'a gönderdiği o mektup...

Üstad Bediüzzaman Said Nursi, Cahid Ünsal Ağabey'in sorduğu bir sual üzerine kendisine bu mektubu göndermişti...

Ömer Özcan'ın haberi
Risale Haber - ÖZEL

19 Nisan'da vefat eden Van ilinin ilk Risale-i nur talebelerinden Cahid Ünsal ağabey.  1957 yılında üstadı ziyaret eden Cahid Ünsal ağabey; Molla Hamid ve Çaycı Emin ağabeylerle başladığı Risale-i Nur hizmetine vefatına kadar devam etmişti.

Cahid ağabeyi evinde ziyaret etmiş hatıralarını dinlemiştik. 14. Lem’ada tefsir edilen, “Cenab-ı Hak, insanı suret-i Rahman üzere halk etmiştir” Hadis-i Şerif’ini daha da şerh ve izah eden bir mektup gösterdi bize… Bu mektup, sorduğu bir sual üzerine, Hz. Üstad tarafından cevap olarak gönderilmiş kendisine… Mürekkepli bir dolmakalemle Osmanlıca olarak yazılmış olan bu dört sayfalık mektubun orijinalini Cahid ağabey hala saklıyor. Tâhirî, Zübeyir, Ceylan, Bayram, Hüsnü ağabeylerin imzasıyla gelen mektup; “Aziz Sıddık Kardeşimiz Cahid, Mektubunuzu hasta olan üstadımıza okuduk” diye başlıyor... Cahid ağabey, bu Hadis-i Şerif’in manasını daha Lem’alar kitabından okumadan evvel bazı hocalarla konuşuyor… Tatmin olamayınca, Hz. Üstad’a bir mektup yazarak soruyor… Fevkalade sırlı olan bu Hadis-i Şerif’i merak edenler dikkatle okumalı… Mektubun tamamını bu metnin sonuna ilave ettik. 

Üstad’tan gelen mektup

Cahid Ünsal Ağabey'in dilinden o mektubun hikayesini dinliyoruz:

“14. Lem’anın 2. Makamının 5. Sır” kısmında izah edilen bir Hâdis-i Şerifi anlayamamış, aramızda bahisler olmuştu... Ben de Üstad Hazretlerine bir mektup yazarak bunu sormuştum. Cevabî mektupta; “Cenab-ı Hakk’ın insanları kendi suretinde halk buyurmuş olduğu” şeklindeki yanlış inancı izah ve tashih ediyordu. Yalnız o zaman daha Lem’alar elime geçmemiş, bu meseleyi henüz Risale-i Nur’dan okumamıştım. Mecmualardan okumuştum; aklıma takıldığı için sormuştum Üstada. Tâhirî, Zübeyir, Ceylan, Bayram, Hüsnü ağabeylerin imzasıyla geldi mektup. “Mektubunuzu hasta olan üstadımıza okuduk” diye başlıyordu. Mektupta, gönderileceği yazılan mecmua gelmedi maalesef bana. Bu mektup aynen şöyledir:

Bismihi Subhanehu 
Esselamü aleykum ve Rahmetullahi ebeden dâima…

Aziz Sıddık Kardeşimiz Cahid,

Evvela; mektubunuzu hasta olan üstadımıza okuduk. Üstadımız size ve oradaki kardeşlerimize selam ve dua ediyor ve dualarınızı istiyor.

Saniyen; şimdiye kadar hiçbir âlim, hiçbir feylesof Risale-i Nur’un hakaik-i imaniye hakkındaki beyanatına karşı çıkamamış, itiraz edememiş, sükûta mecbur olmuşlar. Çünkü; Risale-i Nur, bu zamanda Kur’an-ı Hakim’in bir mu’cize-i maneviyesi hükmünde, hakaik-i imaniyeyi şüphelerden, vesveselerden kurtaracak, imana dair bir tefsirdir.  Şimdi en ziyade dinsizliğin şark-ı şimalide çıktığı ve bilfiil tam tesirini gösterdiği cihetle; Risale-i Nur da, ona karşı şark vilayetlerinde bir Zülfikar olarak başlarını kırdığı için, Nur’un kahraman talebelerinin nazarını başka tarafa çevirmeye bir plan olduğu burada da tahakkuk etmiş. O tarzda etrafta ziyade parmak sokulmak için bu nevi münazaralara, itirazlara ehemmiyet vermeyiniz, meşgul olmayınız. 

O mübarek zata da üstadımız selam eder ve diyor ki: Marifetullah hakkında ehl-i tarikatın yüzler meşrepleri, meslekleri itibariyle tabirat ayrı ayrı düşüyor. Bunlara mesail-i mühimme nazarıyla bakmak zamanı değil. “Tefekkür-ü fi alâ illahi ve la tefekkürü fi zâtihi” Hadis-i Şerif’inin sırrıyla yani Cenab-ı Hakkı, asarıyla, O’nu tanımaya çalışınız. 

Mahiyetini, zatını ve sıfatını aklınız ihata edemez. “Leyse ke mislu şey’un”; misali, naziri,  şeriki olamaz. İlim, kudret, irade, sem, basar, kelam, hayat gibi sıfat-ı seb’a denilmiş. 

Bütün ulema-i usul-id din, ilm-i kelam, hususen ehl-i sünnet ve cemaat, bu sıfat-ı seb’ayı, tarik-i müstakime bahsetmiştir. Bir kısmı demişler: Bu sıfat-ı seb’a, “la ayn ve la gayr” demişler. Bir kısmı, “aynı zatıdır.” Bir kısmı demişler, “sıfat-ı fiili gibi gayrdır.” Bu muhakkikini-i ulema-i İslam, zat-ı İlâhi hakkında bundan fazla dememişler, gidememişler. Çünkü böyle pek uzak bir mes’elenin teferruatından medar-ı bahs etmek çok lüzumsuzdur. 

Kur’anın nüsusunda bu ulema-i ilm-i kelamın mezhebi ehl-i sünnet vel cemaat haricindeki bahisleri lüzumsuz, bu zamanda çok zararlı ve malayanidir. Kur’an ve Kur’anın iman kısmının tam tefsiri olan Risale-i Nur bu zamanın bütün dertlerine tam bir tiryaktır. Hem o kâfidir. Başka şeylerle meşgul olmamak gerektir. Üstadımız Risale-i Nur’un çok yerlerinde demiş ki: “Kat’iyyen şimdi münakaşa münazara zamanı değil. Gayet müdhiş bir muaraza da olsa münazaradan bizi men ediyor. Çünkü hücum eden dinsizlik ondan istifade edebilir. Fena fillah ve Vahdet-ül Vücud mes’elelerini Risale-i Nur tamamıyla halletmiştir. Ve o mesleğin sahipleri de tasdik etmişler. Ankara Üniversite Nur Talebelerinin Diyanet Hocalarının tensibiyle neşrettikleri yeni bir mecmua bütün bu mes’elelere cevap veriyor. Size de o mecmuadan gönderilecek. 

Aziz Kardeşimiz, sizin mektubunuzda o mübarek zattan rivayeten; Cenab-ı Hakk’ın insanları kendi suretinde halk buyurmuş olduğu bildirilmektedir ki bu tamamıyla yanlıştır. 

Hadis-i Şerif, “Cenab-ı Hak, insanı suret-i Rahman üzere halk etmiştir” buyuruyor. Yani Rahman ismi mahiyetinde… Yoksa kat’iyyen kendi Zat’ı suretinde demek değildir. Bu Hadis-i Şerif hakkında Risale-i Nur’un Ondördüncü Lem’asının 2. Makamının Beşinci Sırrında böyle denilmektedir: 

Bir Hadis-i Şerifte varid olmuş: “İnnallahe halâkâl insane alâ suret-ir Rahman.” Bir kısım ehl-i tarikat akaid-i imaniye münasip düşmeyen bir tarzda tefsir etmişler. Ehl-i tarikatın bir kısm-ı ekseri, sekir ve aşkın çoğunda istiğrak ve iltibas olduğundan hakikate muhalif telakkilerinden belki mazurdurlar. Fakat aklı başında olanlar fikren onların esas akaide münafi olan manalarını kabül edemez. Etse hata eder. Evet, bütün kâinatı bir saray, bir ev gibi muntazam idare eden, yıldızları zerreler gibi hikmetli ve kolay çeviren ve gezdiren ve zerratı muntazam memurlar gibi istihdam eden, zat-ı Akdes-i İlâhinin şeriki, naziri, zıddı, niddi olmadığı gibi; “Leyse ke mislihu şey’un ve hüvessemi-ul basir” sırrıyla; sureti, misli, misali, şebihi dahi olamaz. Fakat, “ve lehül meselül â’la fissemavati vel ardi ve hüvel aziz-ül hakim” sırrıyla; mesel ve temsil ile şuunat, sıfat ve esmasına bakılır. 

Hem işarettir ki; Zat-ı Rahman-ı Rahimin delilleri ve ayineleri olan zihayat ve insan gibi mazharlar o kadar o zat-ı Vacib-ül Vücuda delaletleri kat’i ve vazıh ve zahirdir ki, güneşin timsalini ve aksini tutan parlak bir ayine parlaklığına ve delaletine ve vuzuhuna işareten, o ayine güneştir denildiği gibi, “insanda suret-i Rahman var” vücuh-u delaletine kemal-i münasebetine işareten denilmiş ve denilebilir. Ve ehl-i Vahdet-ül Vücud’un mutedil kısmı “Lâ mevcude illâ Hu” bu sırra binaen, bu delaletin vücuhuna ve münasebetin kemaline bir unvan olarak demişler. 

Aziz Kardeşimiz, hem sizlere hem Nurlarla alakadar kardeşlerimize selam eder, hizmet-i nûriyenizde ihlâslı muvaffakiyetler niyaz edip dualarınızı isteriz. 

El Bâki Hüvel Bâki Kardeşleriniz 

Tâhirî, Zübeyir, Ceylan, Bayram, Hüsnü

mektup1-001.jpg

Gönderilen mektubun baş kısmı

mektup2-001.jpg

Gönderilen mektubun son kısmı

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum