Ümmîleşme süreci-5: Yokedici bilim'den varedici ilim hakikatine...

İnsanlık adına, izini sürmemiz gereken temel mesele şu: İlim ile bilim, aynı şeyler midir? Algılama, duyma ve düşünme yetilerimizi yokedici bir çağ körleşmesiyle malul olduğumuz için, ilim ile bilim'in aynı şeyler olmadığını bilmiyoruz bile... Unuttuk...

Oysa ilim, hatırlama eylemi'dir; bilimse unutma eylemi: İlim, kişinin kendini bilmesiyle başlar keşif yolculuğuna; kendini ve her şeyi hatırlamasıyla... Bilimse, kişinin kendini 'yitirme'siyle; -Heidegger'in yerinde tarifiyle- kendini 'her şeyin ölçüsü ve ölçütü katına yükselterek' 'bitirme'siyle: Kendini ve her şeyi unutmasıyla yani...


* * *
İlim, İmam Gazalî'ye b/akarak söylersem, 'sıhhatli nefs'lerin işidir; fıtratın -bozulmamış hakikatin- hakikatini keşif yolculuğunun izini sürme çabası. O yüzden, nebevî veraset'e sahip, aşkın olan'a talip, açıldıkça açılan sahici bir kendini keşif, varlığı keşif ve hakikati keşif yolculuğudur ilim.

Oysa bilim, 'hastalıklı nefs'lerin ifrat / abartı ile tefrit / gözardı labirentlerinde ayartıcı ve yanılsatıcı bir özgüvenle gerçekleştirdikleri bir nisyan (=unutuş) ve isyan (=yok oluş ve yok ediş) hâl-i pür melâli.

İlim sahibi, bilmediğini bildikçe, bilmediklerini de bilebilecek kapılar açılır önüne. Bilimle uğraşan kişi ise, her şeyi bildiğini vehmettikçe bilme yetileri körleşir, bilme yetisini yitirdiğini de, bilinen'i 'bitirdiğini' de göremez.

O yüzden ilim varedicidir; insana, varlığa ve her şeye hayat bahşedici, ruh üfleyici çok katmanlı bir 'varoluş / hatırlayış' yolculuğudur. Bilim ise, yok edicidir; insanı, varlığı ve her şeyi bitirici, hayatı ruhsuzlaştırıcı, ayartıcı bir unutuş / yok oluş ve yok ediş macerası...

İşte bu nedenle, ilim, çok boyutlu bir fetih'tir: Varlığın hakikatinin, hakikatin varlığının varoluşa geliş, keşfedilmemiş kıtaları andıran hazinelerini açış kapısı. Bilimse, tam anlamıyla bir işgaldir: Heidegger'in ustalıkla dikkat çektiği gibi, ontolojik şiddet hâli: Varlığın hakikatini, hakikatin varlığını yok ediş, kapılarını kapatış sapması...

Bu tespitlerime, derin nefes alarak, biraz daha derûnî bir 'göz'le yakından bakalım...


* * *
İlim yoluna koyulan kişi, aynı zamanda hem irfan sahibi, hem de hikmet sahibi bir kişi olduğu için, ilim yolculuğu, kişinin, bu yolculuk sürecinde bildiği, gördüğü ve bütünleştiği her 'şey'i kendi hakikatleriyle -çarpıtmadan, tahakküm kurma kaygısı gütmeden, dönüştürmeye kalkışmadan neyse o olarak- keşfetme ve varlığa getirme nitelikleriyle ve meziyetleriyle donanmış kişidir.

Kendini bilen, bilme eylemine önce kendini bilerek soyunan kişi, öncelikle iki anlamda da hadd'ini fark eder: Hadd, hem tanımak, hem de tanımlamak demektir. Kişi, kendini tanıdığı ölçüde, hem kendini, kendinin imkânlarını ve sınır/lılık/larını tanır, fark eder; hem bilen kişi olarak kendine dâir, bilinen 'varlık' olarak bildiği eşya'ya / şeyler'e / 'varlığa' dâir, hem de bilen'i Bilen, bilenin bilineni bilmesini sağlayan yetileri bilen'e bahşeden Asıl Bilen'e, bilen'i ve bilineni de vareden Yegâne Varedici'ye dâir bir şuur'a, bir farkındalığa ulaşır.

İlim yolcusunun yolculuğu, hem kendi'yle, hem bilinen'le, hem de bilinen'i bilmesini mümkün kılan Asıl Bilen'le buluşturan, çok boyutlu, varedici bir yolculuktur.

Kendini bilen kişi, haddini (=ne olduğunu ve sınırlılıklarını) bildiği için Rabbini de bilir. Kendini bilen kişinin bilme eylemi, kuru / salt epistemolojik bir bilgilenme eylemi değildir; kendisi dışındaki diğer varlıkları ve bunları vareden Zorunlu Varlık'ı da dikkate alarak aynı anda üç düzlemde gerçekleşen çok katmanlı bir bilme, bulma ve bulunma eylemidir.


* * *
Birinci katman, bilinmeye çalışılan şeyin ne'liğini ve niceliğini, hüviyetini ve mahiyetini idrak etme çabasıdır: Bu bilme eyleminin gerçekleştiği yer, ilme'l-yakîn / epistemolojik bilgilenme düzlemidir.

İkinci katman, bilme eylemine soyuna kişinin bilinen'i kendi varlık düzleminde bulma, bilinen'i neyse o olarak görme, onunla hemhâl olma, bilinenin varoluş ve hakikat düzlemini neyse o olarak keşfetme çabasıdır. Bu bulma eyleminin gerçekleştiği yer, ayne'l-yakîn / fenomenolojik bilgilenme düzlemidir.

Üçüncü katman, bilme eylemine soyunan kişinin, bilinen'le bütünleşme, bilinen'le hemhâl, hemdert ve hemdost olma, daha da önemlisi ise, bilinen'e bakarak kendine akma, bilinen'e akarak kendine bakma, böylelikle bilineni de, kendini de varlığa çık/ar/ma sürecine kapı aralama çabasıdır. Bu bulunma eyleminin gerçekleştiği yer, hakka'l-yakîn / ontolojik bilgilenme düzlemidir.


* * *
Sonuçta, bilme eylemine, önce kendini bilerek başlayan kişi, hem kendini kendi olarak varoluşa getirir; hem de bilinen'in kendisi olarak, ne'yse o olarak varoluşa gelmesine aracılık eder: Buna mukabil olarak da, bilinen, bilen kişinin kendisini kendisi olarak fark etmesine ve varlığa gelmesine aracılık etmiş olur.

Dolayısıyla bilme eylemine kendini bilmekle başlayan kişinin yolculuğu, hem kendini, hem de bilinen'i aynı anda varlığa ve varoluşa getiren çift yönlü işleyen bir bilme, bulma ve bulunma eylemine dönüşür; bilen, bilme eylemi yoluyla hem kendini z/enginleştirir; hem de bilinen'in varlığa gelmesine aracılık eder: Böylelikle bilen, yalnızca bilinen'in ne'liğini ve niceliğini, hüviyetini ve mâhiyetini bilmekle kalmaz; aynı zamanda bütün bu karşılıklı bilişmeyi ve buluşmayı imkânlar âleminde halkeden Hakk'ın bulunmasına ve Hakk'ın hakikatiyle tezahürleri yoluyla buluşmasına imkân tanıyan varedici bir yolculuğu da gerçekleştirmiş olur.


* * *
İlim, özü idrak etme, öze nüfûz etme yolculuğudur: Öz, içtedir; içeride saklıdır; kabukla korunmuştur: Kabuk yarılmalı, öze doğru giden bir yolculuğa çıkılmalıdır. O yüzden ilim erbabı, nerede öze dâir özlü bir söz söylenmişse, bu söze gözleri gibi bakarlar, özenle, dikkatle ve rikkatle sahip çıkarlar... Özü ve sözü bir insan-ı kâmillerin izini sürerler: Bütün bilgelik geleneklerine aynı özenle önem verirler.

O yüzden, Hint medeniyetinden, Grek uygarlığına, Roma tecrübesinden Mısır'daki, Mezopotamya'daki, İran'daki, Afrika'daki bütün geleneklere kadar Müslümanların varoldukları bütün kıtalardaki medeniyetler varlıklarını sürdürebiliyor olmalarını Müslümanlara borçludur. Çünkü Müslümanlar, yalnızca ilme talip olmuşlardır ve ilmin sunduğu çok katmanlı bilme, bulma ve bulunma yolculukları, karşılaştıkları bütün medeniyet tecrübelerini varedecek, herkesi neyse o olarak yaşatacak insanlığın yüzakı bir medeniyet tecrübesi geliştirmelerine imkân tanımıştır.


* * *
Öz; ruhla, kalple ve vicdanla varlığını sürdürür. Özü yitirmek, sözü de bulamamak demektir. Öz, iç dünyada gizlidir. İç dünyasını bilemeyen, bulamayan, sürgit onaramayan insanların, dış dünyayı cehenneme çevirmeleri kaçınılmazdır. Bilim, iç dünyayı gözardı eder; o yüzden, sözün kıymetini de bilemez.

İnsan, özüyle görebilir; özü kendisini varlığa getiren kalp gözüne kavuştuğu sürece... Özünü yitiren insanın, insana da, dünyaya da söyleyeceği söz, özden ve hakikatten yoksun olduğu için, 'ölüm'dür sadece. Ölüm, öldürmek ve yok etmek... Ölümcül, öldürücü, yok edici araçlara bel bağlamak...


* * *
Kendini bilmeden bilme eylemine soyunan kişi, çıktığı bilme yolculuğunun ayartıcılığına teslim olmaktan kurtulamaz: Bu nedenle, modern bilimin bilme yolculuğu, bütün varlığı ve Tanrı fikrini yok edici bir felâket ve helâket üretmiştir sadece. Bilme eylemini, yalnızca epistemolojik düzleme indirgeyerek ve bilinen'i nesneleştirerek gerçekleştiren modern bilim, sonuçta insanın nesneleşmesine, tabiatın kontrol ve tahrip edilmesine, başka bilme biçimlerinin bilinemez hâle getirilmesine ve yok edilmesine yol açmıştır.

Descartes, 'tabiatın efendileri olacağız' derken, insanı, hakikati ve hayatı yok edecek (meselâ kürtaj cinayetini meşrûlaştıracak) bir canavara dönüşen ruhsuz, seküler bilim kilisesi'nin yapıtaşlarını döşediğini biliyor muydu acaba?


* * *
İbn Sina'dan İbn Arabi'ye, Gazalî'den Bediüzzaman'a kadar ilim yolculuğunu, iyiliğin varlıkta, varlığın varlığını ve hakikatini bulmakta ve korumakta gizli olduğunu söyleyen Müslüman ilim, irfan ve hikmet öncülerinin hakikati ve varlığı varedici, bütün boyutlarıyla keşfettirici yolculuklarını yeniden keşfedemediğimiz, bu yolcuğu taze bir ruh üfleyerek yeniden başlatamadığımız sürece sahip olduğumuz yükümlülüğün gereğini yerine getiremeyeceğimizi ve esaslı, herkese ruh üfleyici bir yolculuğa çıkamayacağımızı ne zaman idrak edeceğiz, merak ediyorum doğrusu...

Yeni Şafak

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.