Üçüncü Barla Lahikası Müzakerelerinden notlar

Nurun müştaklarının, taliplerinin bir araya gelerek müdavele-i efkar ettikleri ve Nurlardan gördükleri cevherleri birbirinin nazarına sundukları Barla Lahikası Müzakereleri Risale Akademi’de devam ediyor.

Kafa karıştıran gönül bulandıran, kardeşlik nerede kaldı dedirten karman çorman gündemlerden azade ve ebedi saadete dikilen gözlerin tarassutları ile süregiden müzakereler, Müslüman kardeşlerimizin bütün dünyada ağır imtihan altında inlemelerinden gelen ıstıraplarımızı tahfif edecek mahiyettedir. Elbette bu soru da yakamızı bırakmamaktadır: “neden biz Risale-i Nur’un harika reçetelerini uygulayarak birbirimiz ile kenetlenerek dünya Müslümanlarının ve dahi dünyadaki insan kardeşlerimizin ve her biri bizim manevi vücudumuzun parçası olan kainat mahlukatının yüzünü güldürmek için canla başla çalışmıyoruz? Nedir bizi tutan, manimiz ne, mazeretimiz ne ve biz o mazereti ruz-i mahşerde Rabbimize ibraz edip de kurtulmak hayaline mi kapılmışız???”

Evet, işte bu üçüncü müzakerelerin neticesinde belirginleşen sual budur. Şimdi müzakerelerde mektublar üzerinden gündeme gelen meselelerden bazıları bunlardır:

  • Sabri Arseven Risalet-in-Nur’un rükünlerinden biridir. Kastamonu Lahikasında Üstad Bediüzzaman Hulusi Bey ve Sabri Efendi için “iki mühim rükün” tabirini kullanmıştır. Sabri Arseven için Barla Lahikasında Üstad bu gibi tabirler kullanmıştır, bunlarla onu tavsif etmiştir:

Sıddık Sabri

Nur İskele Memuru

Hoca Sabri

Hulusi-i sani (ikinci Hulusi)

Hacı Sabri

Hafız Sıddık Sabri

Santral Sabri

Risale-i Nur’un kaptanı

Sabri Ağabey, hem büyük bir alimdir hem hafızdır, mektublarındaki harika ve fevkalade ifadelerinden iç aleminin zenginliğini tahmin etmek güç değildir. Kullandığı dil Risalelerin dilinden ağırcadır. Risalelerin ne kadar açık ve anlaşılabilir bir dil ile yazıldığını anlamak isteyen zamanın büyük bir alimi olan Sabri Ağabey’in (Allah ondan ebediyyen razı olsun) mektublarını ard arda okumasını tavsiye ederiz.

  • Kur’an hakikatlerinin, muhatabın idrakine uygun olarak sunuzlması çok ehemmiyetlidir. Sabri Ağabey bunu çok veciz olarak ifade etmiştir: “Evet şu hakikati de itiraf etmek lâzım ki, bir mücevherat hazinesi ne kadar zengin ve ne kadar yüksek bir servete mâlik olursa olsun, bâyii, dellâlı, usûl-i bey' u şirâya âşina olmazsa, zilyed bulunduğu kıymettar hazinenin müştemil ve muhtevî bulunduğu emtiayı, lâyıkıyla âleme ilân ve enzâr-ı âmmeye vaz' edemez.”[1] Demek elimizdeki Risaleler mücevher kıymetindedir biz ise onu kendi şahsî kazanımlarımız ve donanımlarımız üzerinden müşterilere gösterirken kıymetten düşürmememiz gerekir. evet şahsımız itibariyle kıymetimiz yoktur fakat Nurları Müşterilere Gösteren sıfatı ile bulunduğumuz konumlarda nefsimizin kıymetsizliğinden kat-ı nazar etmemiz gerekir ki muhataplar “madem sen bu kadar süfli bir adamsın elindeki kıymetsizdir” vartasına düşmesinler.
  • Risale-i Nur’un talebeleri, nur deryasının askerleridir.
  • Sözler (yani; Risale-i Nur) hazık bir doktordur, gözsüzlere Hidayet-i Hak ile göz veriyor.
  • Talebeler okudukları risaleleri “elmas madeni” olarak nitelemişlerdir.
  • Üstadın aleminde her bir talebenin hususi yeri ve kategorisi var. Abdurrahman, her talebe için bir vasıfdır. Kalbleri, akılları, ruhları ve vicdanlarının durumuna göre onlar için olan duaları da tavzifi de farklı farklıdır. Hangi akıllar hangi ruhlar hangi kalb ve vicdanlar birbirine benziyor ise onları birbiri ile bağlar Üstad. Mesela Sabri Efendi, Hulusi-i Sani dir ve buna benzer misaller çoktur. İkinci Hüsrev vardır mesela. Demek kıyamete kadar gidecek bir silsile teşkil etmiştir. Re’fet Ağabey’in akıl kalb ve vicdanını böyle tavsif ederek onun adeta bir Hüsrev, bir Hulusi, bir Sabri olduğuna işaret etmiştir: aklen Hulusi, kalben Sabri, vicdanen Hüsrev olan Re’fet…
  • “teyakkuz-u ârifane” tabirinden anlıyoruz ki cahil ve ebleh bir adam teyakkuzu bilemez. Çok avlanır ve yanılır.
  • Sabri Ağabey Üstadına böyle dua ediyor: “Allah'ım, Risale-i Nurla şereflenen bu dürr-ü yektâ (biricik inci) müellifi muhafaza eyle. Onun ve Sabri’nin kalbine neş’e ve sürur ver, o kalbler ki hakikatlerle lebalep doludur.”[2]
  • Zekai Ağabey, Nurlardan aldığı ilaçları böyle tarif etmektedir: “Nur sabahı olan Risale-i Nur'dan Birinci, İkinci, Üçüncü, Beşinci, Altıncı, Yedinci, Sekizinci Sözleri istinsah ederek berâ-yı tashih, taraf-ı âlîlerine takdim ediyorum. Mezkûr Sözler ki, kısa oldukları halde mefhumları büyük; büyük hisler ve ulvî fikir bahşediyor. O Sözler ki, herbiri ayrı ayrı mecralardan cereyan ederek büyük bir deryaya dökülen berrak ve saf ırmaklar gibi çağlıyorlar. İşte bendeniz, bu çağlayan ırmakların lâtif ve ulvî seslerinden hayli derece istifade ediyor ve sonlarında, beşeriyetin başta âcizlerinin iptilâ olduğu emrâza şifa verici eczalar istihsal ediyorum. Kendisini acı, yoksulluk içerisinde bunalıyor zanneden ve muhayyilesi inkişaf edememiş kimseleri ikaz etmek emelini taşıdığıma emin olunuz.”[3]
  • Üstad, Risalelere çalışamadığından teessür içinde olan Hüsrev Ağabey’i teselli ediyor, daha evvel yazdığı Sözlerin ellerde gezerek onun bedeline hizmet etiklerini diyor. Demek her daim bedenen hizmette olamasak da hizmette devam edecek bir iş yapmak mümkün. Sadaka-i cariye gibi.
  • Hulusi Ağabey, Risaleleri okuduğunda Cennetten taze meyveler aldığını diyor.
  • Sabri Ağabey, Hulusi Ağabey için, Üstada yazdığı bir mektubda diyor:
  •  

Kur'ân-ı Azîmüşşânın, ne derecelerde zengin bir hazine-i rahmet-i İlâhiye bulunduğu vâreste-i arz olup, o hazine-i kudsiyenin muhtevi bulunduğu envâ-ı türlü elmas ve pırlantaları çıkartmak ve bilvesile bizim gibi muhtaç olanlara da verdirmek hususunda, Nurlar Külliyatının ekserisinde tam bir muharriklik vazifesini deruhte eden Üstad-ı Sâni Hulûsi Beyefendimi, teşbih ve tabiri caizse, saatçılarda bulunan yıldızvâri sekiz-on ağızlı saat anahtarlarına benzetiyorum ki, o müteaddit ağızlı anahtar, âlemde mevcut her saati tahrik eder, işletir. Mümâileyh beyefendim de, aynen o halde olup, emsâli görülmemiş ve duyulmamış birçok mesâil-i mühimme-i hakikiyeyi Hazret-i Kur'ân ve dellâl-ı Kur'ân'dan istiyor.”[4] İşte, fevkalade bir hizmet yapmaya Allah’ın onları muvaffak etmesinin sırrı birbirlerine bu harika merbutiyetleri ve taktirleri, hasbi ve kalbî ve sırf lillah için olan muhabbetleridir.

  • Nur Talebelerinin Üstadı şahs-ı manevi olduğunu bizzat Bediüzzaman Hazretleri ihtar etmiştir. Velayet noktasında kuvvetli bir şahıs da olsa tek başına olamaz ancak Risalenin talimatı dairesinde mütesanid bir hey’et (kalben ve sadece hak ve hakikat namına birbirine bağlı) iş görebilir. Bir “sarıklı genç” bulup himayesine girmek Risale-i Nur mesleğine muvafık düşmeyebilir. Kim ile hizmet edersek edelim neye ve ne için hizmet edeceğimiz bellidir. (Allah’ın dinine ve Allah için) Hizmetimiz “ene”yi kabul etmeyen, “nahnü” isteyen bir hassas hizmettir.
  • Üstad her kese fevkalade bir itina ile hitap etmiştir. Mesela doktora hitap ederken evvela hayata hizmetin öneminden ve ebedi hayata hizmetin en büyük hayat hizmeti olacağından bahisle mektubuna başlamıştır. Ve devamla dimağımızdaki nursuz malumatın nurlu ve ruhlu ve faydalı hale gelmesi için Rabbimize yalvarıp bir intibah istememiz gereğini vurgulamıştır.
  • Medresetüzzehra da, bütün ilimlerin nurlu faydalı ve ruhlu olması gayretidir.
  • Risaleler insanın vicdanını tahrik ederler, nutka getirirler. İnsan ile vicdanı arasına giren hastalıkları izale ederler biiznillah.
  • Risale-i Nur, Kur’anın nuru ile, fıtratı açığa çıkarır. İnsanı asli haline getirir. Kamil insan kıvamına gelmesi için eğitir. “hakikatte ben kimim” sualinin cevabını müdakkik ve yaralı okuyucularına verir.
  • Sabri Ağabey bir mektubunda “yanık talebeler” ifadesini kullanmıştır. Bunların birbirine şu noktalarda tevafuk ettiğini Üstadına arz eder:

** hepsinin derece-i ihtiyaç ve iştiyakları bir

** kaffesinin ahlâk ve etvarı bir

** umumunun tarz-ı telakkisi bir

** yekdiğerine karşı (ah-i lieb ve üm’den)[5] daha kavi bir rabıta-i hakikiye ile merbut

** samimiyet ve hakikatperverlikte, adeta yekdiğerine müsabaka eder derecede ciddi ve halis

** kardeşlikte takip ettikleri hatt-u hareket bir. Bunların da gaybi bir tevafuk olduğunu ifade eden Sabri Ağabey mektubunu böyle ikmal eder: “Zira, İstanbul'dan, İzmir'den, Aydın'dan, Kütahya'dan, Isparta'dan, Eğirdir'den, ilh. muhtelif beldelerden seçilip, bir sınıfta mukayyed bulunan talebelerin aynı hassaları hâiz olmaları câlib-i nazar-ı dikkat olsa gerektir, zannederim, Efendim Hazretleri.”[6]

  • Bu 69. Mektub ihlasın sırlarını, ittifakın zeminini, sadakatin şifrelerini, tefaninin kotlarını vermektedir. Allah-u Zülcelal Hazretleri hemen bütün nur talebelerini bu esaslar ile bağlasın inşallah. Amin.
 

[1] Nursî Bediüzzaman Said, Risale-i Nur Külliyatından Barla Lahikası Envar Neşriyat 2010 İstanbul, s.80

[2] Nursî Bediüzzaman Said, Risale-i Nur Külliyatından Barla Lahikası Envar Neşriyat 2010 İstanbul, s.51 (erisale 52.mektub)

[3] Barla Lahikası,  erisale 74. mektub

[4] Barla Lahikası, erisale 88. mektub

[5] Kardaş baba ve anadan

[6] Barla Lahikası erisale 69. Mektub (yanık talebe mektubu)

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum