Üç farklı Said Nursî

"Üç devir: Meşrutiyet, İttihad ve Terakki, Cumhuriyet!.. "Bu üç devir büyük devrilişler, yıkılışlar, çökülüşlerle doludur. Yıkılmayan kalmamış!. Yalnız bir adam var: O ayakta... Şark yaylalarından, güneşin doğduğu yerden İstanbul'a kadar gelen bir adam: İmanı sıradağlar gibi muhkem. Bu adam, üç devrin şerirlerine karşı imanlı bağrını siper etmiş. Allah! demiş, Peygamber demiş, başka bir şey dememiş!.. Başı Ağrı Dağı kadar dik ve mağrur. Hiçbir zalim onu eğememiş, hiç bir âlim onu yenememiş... Kayalar gibi çetin, müthiş bir irade... Şimşekler gibi bir zekâ... İşte Said Nursî!.. Divan-ı harbler, mahkemeler, ihtilâller... Onun için kurulan idam sehpaları... Sürgünler... Bu müthiş adamı, bu maneviyat adamını yolundan çevirememiş!.. O bunlara imanından gelen sonsuz bir kuvvet ve cesaretle karşı koymuş! Kur'an-ı Kerim'de "İnanıyorsanız muhakkak üstünsünüz" (Âli İmran Sûresi / 133) buyrulur. (1)

Bilindiği üzere, Bediüzzaman (2)  Said Nursî, 1876'da Bitlis'te doğmuş ve 1960 yılında Urfa'da vefat etmiştir. Bu uzun ve bereketli ömürde "ÜÇ SAİD"den söz edebilir; bir başka ifadeyle, onun yaşamını konjektürel açıdan üç bölümde ele alabiliriz:

1. Dönem: Bediüzzaman'ın "Said Kürdi" ya da "Eski Said" dönemi. 1907'de Şark'ta bir üniversite açmak için İstanbul'a gelmesiyle başlayıp, Millî Mücadele'nin kazanılıp Cumhuriyet'in kurulduğu yılları kapsar. Bazı araştırmacılar, bu dönemi 1923 değil, 1925'e kadar uzatırlar. Bu dönem, Said Nursî'nin kendi ifadesiyle "Said Kürdi", "Eski Said" olduğu dönem olup; Ankara yönetiminden umduğunu bulamaz ve Van'a dönerek Erek Dağı'nda tefekküre/ inzivaya çekilmesiyle sona erer. 16 yıllık bir süreci kapsar. Bu bağlamda Bediüzzaman, kendi "değişimini" İstanbul Beykoz'da bulunan Yuşa Tepesi'nde tek başına tefekkür ettiği bir süreçte şöyle anlatır:

"Siyaset yoluyla dine hizmet hissini taşıyordum. Fakat bu andan itibaren dünyadan tamamen yüz çevirdim ve kendi ıstılahıma göre "Eski Said (Said Kürdî)'i gömdüm! Büsbütün ahiret ehli "Yeni Said (Said Nursî)" olarak, dünyadan elimi çektim. Tam bir inziva ile, bir zaman İstanbul'un Yuşa Tepesi'ne çekildim."(3)

2. Dönem: 1923'den başlayarak çok partili hayata geçinceye kadar devam eden (1950) süreçtir. Bediüzzaman'ın yine kendi ifadesiyle "Said Nursî" (Yeni Said, İkinci Said)  dönemidir... Said Nursî'nin hayatındaki en çileli, en zor, en meşakkatli; aynı zamanda en bereketli dönemdir. Çeyrek asırlık bu dönemde Bediüzzaman'ın hayatının çoğu hapishanelerde, sürgünlerde, mahkemelerde geçmiştir. Bu dönemin Said Nursî'nin hayatında en bereketli dönem oluşu Risale-i Nur Külliyatı'nın çoğunu bu süreçte kaleme almış olmasından kaynaklanır ve takriben 27 yıllık bir süreci kapsar.

3. Dönem: Bediüzzaman'ın "Üçüncü Said" dönemidir. 1950-1960 yılları arasındaki on yıllık süreci kapsar.

Üç Said'de de dikkati çeken etken unsur "siyasettir". Daha doğrusu bu üç dönemi belirleyen olgu "siyaset" olmuştur. 15 yaşlarında eğitimini tamamladıktan sonra siyasetle iştigale başlayan Bediüzzaman'ın, siyasete karşı bu ilgi ve alâkası "Eski Said" dönemi boyunca, özellikle de II. Meşrutiyet'ten sonra kesintisiz sürmüştür. İkinci dönem olan "Said Nursî" dönemi ise yine kendi ifadesiyle, siyasetten fersah fersah uzaklaştığı, "Siyasetin şerrinden Allah'a sığındığı" dönemdir. Türkiye'nin demokrasiye geçtiği üçüncü dönemde ise Bediüzzaman'ın siyasete bakışı değişmiş, Demokrat Parti'ye açık destek verdiği gibi, öğrencilerinin de bu partiyi desteklemelerini istemiştir. Bu açık desteğin arka planında, DP ile ilişkiler önemli yer tutar. Bu noktada, Risale-i Nurların Latin harfleriyle yaygın baskısı Başbakan Adnan Menderes'in (4) özel yardımlarıyla, 1957-1959 yılları arasında gerçekleştirildiği bilinen bir husustur.

Fakat bazı araştırmacılar,  bu kategorize şekline bütünüyle katılmayarak, ilk dönem ile üçüncü dönem arasında paralellik olduğu ifade edilmiştir. Nitekim şu değerlendirmeler bunun bir göstergesidir:

"Kronolojik çizgide konu edindiğimizde Bediüzzaman Said Nursî'nin siyasetle ilgisini üç kategoride değerlendirmemizi mümkün kılar:

1-Siyasetle doğrudan ilgili olduğu dönem

2- Siyasetle ilgisini tamamen kopardığı dönem

3- Siyasetle dolaylı biçimde ilgili olduğu dönem.

Said Nursî'nin, kronolojik bir sıra içinde ilkinden ikinciye, oradan üçüncüye geçtiği şeklindeki anlayış gerek takipçileri, gerek ilgili araştırmacılar arasında yaygın olmakla birlikte, özellikle 1911- 1922 yılları arasındaki hayat seyri, bu anlayışı sorgular hale getirmektedir. Detaylı bir inceleme, bizi Said Nursî'nin siyasete ilişkin 1950-1960 yılları arasındaki duruşu ile 1911-1922 yılları arasındaki duruşu arasında ciddi paralellikler bulmamızı sağlayacaktır.

"Bu üç dönemin değişkenleri olduğu gibi, sabitleri de söz konusudur. Bu değişkenlerin bir kısmı, dışsal şartlarla, konjonktürle ilgilidir. Örneğin, Osmanlı döneminin şartlarıyla, Cumhuriyet Türkiye'sinin şartlarının, keza Tek Parti dönemiyle çok partili dönem şartlarının eşit olmadığı aşikârdır.

"... Said Nursî'nin siyasete dair duruşunun farklılık arz ettiği bu üç dönemde korumaya gayret ettiği sabitelerin başında, kendi açıklamalarına göre, "İslâm'ı siyasete alet etmeme" çabası gelir. Onun zihninde, dinin, siyasete nazaran, açık bir hiyerarşik üstünlüğü ve önceliği söz konusudur...

"Bütün siyasetlerin üstünde" gördüğü dinin, siyasete alet edilmesine karşı çıkan Said Nursî, siyasetin dine alet ve hizmetkâr olabileceği ve olması gerektiği düşüncesindedir." (5)

Diğer taraftan Şerif Mardin ise Bediüzzaman'ın Demokrat Parti'ye yaklaşımının arka planını şöyle izah eder:

"1950'den bu yana iktidarda olan ve İslâmiyet'e bir ölçüde daha hayırhah bakan bir hükümetin yönetiminde Said Nursî, takipçilerinin yeni Demokrat Parti'yi desteklemekle yükümlü olduklarını ilân etti. Böylece Said Nursî'nin yaşamının üçüncü evresi başladı; bu evrede kişisel olarak siyasetten uzak dururken, takipçilerini siyasetle ilgilenmeye teşvik etti. Örneğin 1957 yılında Said Nursî, takipçilerinden daha sonra kendi resmi biyografisinin editörlüğünü de üstlenecek olan Demokrat Parti adayı Dr. Tahsin Tola'yı desteklemelerini istedi..." (6)

Bu bağlamda ilginç bir nokta ise DP ile Bediüzzaman arasında cereyan eden son hadisedir. 1960 yılının Ocak ayında, öğrencileri, Bediüzzaman'ı Ankara'ya davet ederler. Bediüzzaman bu davete icabet için Emirdağ'dan yola çıkar. Yolda polisler tarafından durdurulup Ankara'ya sokulmaz ve Emirdağ'a geri gönderilir.

Zaten çok geçmeden Bediüzzaman, ani bir kararla Urfa'ya gider ve bu şehirde vefat eder. 1960 İhtilâlinden sonra ise Urfa'daki na'şı mezarından alınarak uçakla Isparta'da bilinmeyen bir yere nakledilir.

Bu noktada, Bediüzzaman'ın resmi ideolojiye, resmi ideolojinin de Bediüzzaman'a bakışını değerlendirmek gerekmektedir. Nitekim şu değerlendirme bir yandan bahsi geçen sorulara cevap verirken, bir taraftan da Risale-i Nur hareketini hülasa eder bir mahiyettedir:

"... Ankara'da Cumhuriyet'in öncü kadrosunda gördüğü pozitivizm ve din konusundaki şüpheciliğin, İslâm için en büyük tehlike olduğunu düşünerek daha sonraki hayatını bu tehlikeleri izale edecek, Müslümanların iman anlayışını bilimsel verilerle güçlendirecek, günlük hayatı İslâmî şuur etrafında şekillendirecek bir kimlik ve kişilik hareketinin inşasına hasredecektir. Kendi ifadesiyle, 1923 yılının Haziran ayında Ankara'dan Van'a yolculuğu, aynı zamanda Eski Said'den Yeni Said'e dönüşümünü simgeler.

"Van'da, sonraki hayatının ve eserlerinin bir planı hükmündeki Mesnevî-i Nuriye isimli eseri üzerine çalıştı. Bu sırada, Şeyh Said İsyanı patlak verdi. Kendisine isyanı desteklemesi için başvurulduysa da, kardeş kanı akıtmamak için bunu reddetti. Yine de Cumhuriyet'in gazabından kurtulamadı, Nursî'nin bundan sonraki hayatı kendi ifadeleriyle memleket zindanlarında, mahkemelerde ve sürgünlerde geçti. Burdur, Barla, Isparta, Kastamonu, Emirdağ, Afyon başlıca sürgün mekânları oldu. Gittiği yerde daima gözetim altında tutuldu, kendisini ziyarete gelenlerle görüşmekten men edildi. Bu şekilde, yalnızlık ve sürgün hayatı süresince "Risale-i Nur Külliyatı" olarak bilinen eserinin yüzde doksanını telif etmeyi başardı. Risâlelerin dağıtılması ve okunması da yasaklandığı için "Nur Postacıları" adıyla meşhur olan talebeleri tarafından ancak gizlice yayıldı. Eserlerin dağıtımı, çoğaltılması, okunması ve okutulması, başlıca hizmet şekilleri oldu. Bu çabalar neticesinde risalelerin okunup yorumlandığı ders halkaları ve Anadolu'nun hemen her yerinde çoğaltılıp dağıtıldığı iletişim ağları ortaya çıktı. İşte bu halkalar ve ağlar, Nurcu hareketin örgütsel yapısını oluşturdu. Nursî'ye ve eserlerine, Anadolu'da gösterilen teveccüh, rejimi rahatsız etti. Nursî'ye ve talebelerine gözdağı vermek amacıyla birçok dava açıldı, yapılan yargılamalar neticesinde, Nursî ve bazı talebeleri sırasıyla Eskişehir, Denizli ve Afyon'da hapisle cezalandırıldı.

Bütün bu olumsuzluklara rağmen Nursî, mahkeme savunmalarını ve hapishaneleri, eserlerinin telif ve takdim adına kullanmayı bildi. "Nurculuk" adını alan hareket, devletin bütün çabalarına rağmen büyüyerek devam etti.

"Kemalizm'in, geleneksel dindar Osmanlı toplumundan modern laik Türk toplumu yaratma gayretine karşı Nursî, ferdî planda İslâmî şuurun korunması yoluyla mücadele etti. İslâmî şuurun korunması için İslâmî geleneğin yenilenmesinin şart olduğuna inanan Yeni Said, mümkün olduğu kadar zamanın sorunlarını dikkate alan bir dershane eğitimine önem verdi. Kemalizmin, kamusal alandaki çabalarına, özel alanları kuşatan bir din eğitimi geliştirerek cevap vermek Nursî'nin en etkili taktiği olmuştur. Nursî'ye göre, özel alanda dini bütün sağlam imanlı ferdler yetiştirdiği müddetçe, kamusal alandaki çabalar akim kalmaya mahkûmdu. Neticede, Nursî'nin büyük bir ölçüde haklı çıktığı ve Kemalist devrimlerin, halkın önemli bir kesimince, her yönüyle içselleştirilemediği bir vakıadır..." (7)

Son cümle: Bediüzzaman Said Nursî, hiçbir cemaatin tekeline bırakılmayacak kadar önemli bir fikir ve düşünce adamıdır...

1 Bkz. Osman Yüksel Serdengeçti, "Said Nur ve Talebeleri", Sebilürreşad, V/ 124, İstanbul (Nisan) 1952, s. 378, 383.

2 Hocası Molla Fethullah tarafından verilen Bediüzzaman lakabı "Asrın adamı", "Zamanın sahibi", "Zamanın sesi", "Zamanımızın eşi bulunmaz kişisi" gibi anlamlara gelir.

3 Bkz. Şualar/ Ondördüncü Şua", c. I, s. 1080.

4 Bediüzzaman Adnan Menderes'e mektuplar yazmıştır. Bu mektuplar için bkz. Tarihçe-i Hayat, Sözler Yayınevi, İstanbul 1976, s. 544- 547.  Bu mektuplaşmalar dışında Bediüzzaman, Adnan Menderes arasındaki haberleşme şöyle cereyan etmiştir: Bediüzzaman, Adnan Menderes'e daima Demokrat Parti Isparta Milletvekili Dr. Tahsin Tola ve Emirdağ DP İlçe Başkanı Hamza Emek'le "Adnan Bey kardeşime selâm söyleyin" diye haber ve selam gönderir. Menderes'te bu selamlara hürmetle mukabele eder, "Merak etmesin, arzusu yerine getirilecektir." der. Ayrıca 19 Ekim 1958'de Menderes, Emirdağ'ına geldiğinde Bediüzzaman'ın evinin önünden geçerken karşılıklı uzaktan selamlaşırlar. (Necmeddin Şahiner, Nurs Yolu, Yeni Asya Yayınları, İstanbul 1977, s. 145.)

5 Metin Karabaşoğlu, "Said Nursî",  İslâmcılık, İletişim Yayınları, İstanbul 2004, s. 280-282.

6 Şerif Mardin, Bediüzzaman Said Nursî Olayı, Çeviren, Metin Çulhaoğlu, İletişim Yayınları, İstanbul 1993, s. 159.

7 M. Hakan Yavuz, "Bediüzzaman Said Nursî ve Nurculuk",  İslâmcılık, İletişim Yayınları, İstanbul 2004, s. 266-267.

Milli Gazete

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.