Abdulkadir MENEK

Abdulkadir MENEK

TRT Şeş veya bir tabu yıkılırken (II)

 Bediüzzaman Hazretleri, 1950 yılından sonra Demokrat Parti’nin iktidarda olduğu bir dönemde, Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes’e yazdığı bir mektupta; Medreset-üz Zehra‘nın ehemmiyetini izah ile bunun hakiki, müsbet, kudsi ve umumi bir milliyet-i hakikiye olan İslamiyet milliyetinin inkişafına vesile olacağını, menfi ırkçılığın ifsat etmesinin önüne geçeceğini, felsefe fenlerinin ve din ilimlerinin birbiriyle barışacağını, Ortaşarkta sulh-u umuminin temel taşı ve birinci kalesi olacak bu üniversitenin, bu vatan, bu devlet ve bu millete büyük hizmetleri netice vereceğini ifade etmiştir. ( Emirdağ Lahikası, 360. mektup, sayfa. 839)

Doğu’da birçok Üniversite açıldı. Son kurulan üniversiteler ile üniversitesi olmayan il kalmadı. Bunlar elbette çok büyük hizmetlerde bulundu ve bundan sonra da bulunmaya devam edecek. Ancak Bediüzzaman Hazretlerinin işaret ettiği tehlikelerin önüne geçecek, Doğu Anadolu’dan Orta Doğu’ya, Orta Asya’dan Afrika’ya kadar uzanacak bir coğrafya içinde birlik, beraberlik ve muhabbet rüzgârlarını estirecek ve bu duyguları hâkim kılarak bütün dünyaya müspet yansımaları olacak bir büyük proje, gerçekleşmek için himmet ve gayret sahiplerini beklemektedir.  

1960’lı yıllar bizim kuşağın ilkokulda okuduğu yıllardı. Bu yıllarda televizyon yayınları ülkemizde henüz yaygınlaşmamıştı. 1968 yılında başlayan televizyon yayınları önceleri sadece Ankara’da ve daha sonraları büyük şehirlerde izlenmeye başlanmıştı. Bizler 1970’li yılların ortalarından itibaren televizyon ile tanışmaya başlamıştık.  Kasetçalar da çok nadiren bulunuyordu. Gazete alanların sayısı, hele doğu illerinde çok sınırlıydı. Çok zengin evlerde gramafon bulunan bu yıllarda,  tek iletişim aracı olarak elde sadece radyo bulunuyordu. Bizim büyükçe ve özenle korunan bir radyomuz vardı. Pille çalışan bu radyomuzun pilleri bitmesin diye çok fazla açılmıyordu. Akşamları radyo dinlerken, hatırladıkça hala beni çok üzen bir tablo gözlerimin önünde canlanır.

O yıllarda Erivan radyosunun Kürtçe yayınları bulunuyordu. Şimdi halen devam ediyor mu bilemiyorum, fakat devam ediyor olsa bile ihtiyaç kalmadığından dolayı dinleyecek kimsenin kaldığını zannetmiyorum.  O günlerin teknolojisine göre çok kuvvetli vericileri olan bu radyo bin kadar kilometre öteden bizim ilçemizde rahatlıkla dinlenebiliyordu. Demek ki Ermeniler ve dolayısıyla Sovyetler, bu radyoya özel bir yatırım yapmışlardı ve çok önem veriyorlardı. 250 kilometre öteden Diyarbakır Radyosunun bile çok zor şartlarda dinlenebildiği o günün şartlarında, Erivan radyosunun Kürtçe yayınlarına çok büyük bir alaka gösteriliyordu. Radyosu olan evlerin çoğunda Bağdat radyosunun Kürtçe bölümü ile birlikte en çok bu radyo dinleniyordu. Özellikle akşam programlarında Kürtçe’nin usta dengbéjleri (ses sanatkârları) sıra ile en meşhur ve en hazin şarkılarını söylüyorlardı.

Mehmet Arif Cizrawi, Hasan Cizrawi, Ayşe Şan, İsa Pervari ve Kavus Ağa gibi sanatçılar arka arkaya şarkılarını söyledikçe, o zamanlar hiç Türkçe bilmeyen annemin ve askerde çok az Türkçe öğrenebilen babamın hüzünlendiklerini ve gözlerinin yaşardıklarını hatırlarım. Erivan radyosu Kürtçe şarkılardan sonra komünizm propagandası yapar, fakat bu sıralarda radyoyu hemen kapatırdık. Babam ve annem için ve binlerce insan için o sıralar önemli olan kendi anadillerinden birkaç parça dinlemekti. Umumi bir cadde üzerinde olan evimizde radyo dinlerken, Kürtçe dinlemenin yasak olduğu o devirlerde, radyonun sesinin de çok fazla yüksek olmamasına özellikle dikkat edilirdi.

Mehmet Arif Cizrawi, Cizre’de doğmuş çok usta bir ses sanatkârı idi. 1925 yılında Şeyh Said Hadisesi patlarken, olaylara karışmadığı halde tanınan bir kişi olduğu için yakalanmak istenmiş, bunun üzerine Irak’a kaçmış ve bir daha da Cizre’ye dönmemişti. Bu usta sanatçı, çok sayıda Kürt köyünü gezerek bine yakın eser derlemişti.

Bölgemizde bulunan bütün şehir, kasaba ve köylerin isimleri Türkçe isimler ile değiştirilmişti. İnsanların çocuklarına Kürtçe isim koyması da yasaktı. Nüfus memurları ile bu çerçevede çok tartışmalar yaşanırdı. Yerleşim yerlerinin isimleri her ne kadar Türkçe isimler ile değiştirilmiş olsa bile, bu isimler halk tarafından hiç kullanılmadı. Hatta aradan uzun yıllar geçtiği halde yaşadığı köyün yeni ismini bilmeyen insanlar bilenlerden çok daha fazlaydı. Bunlar resmi bir iş için herhangi bir resmi daireye gittikleri zaman, köylerinin yeni ismini bilmedikleri için problemler yaşarlardı. Böyle durumlarda yerli bir memur bulunur ve mesele hal edilirdi. 

İlkokulda, teneffüslerde dahi Kürtçe konuşmak yasaktı. Bazı öğrenciler, bu durumu takip etmekle görevlendirilmişlerdi. Bu öğrenciler, Kürtçe konuşan arkadaşlarını öğretmenlerine haber vererek öğretmenlerinin gözüne girmeye çalışıyorlardı.  Fakat bunun bedeli olarak, arkadaşları tarafından dışlanır ve bir fırsat doğduğunda da mutlaka dayak yerlerdi. Hüseyin Yılmaz’ın yazdığı ve Gerger Ortaokulu’nda, Türkçe dersinde arkadaşı Midhat’ın başına gelen trajikomik olayın benzerleri, bölgenin her tarafında farklı şekillerde yaşanmıştır.(Bkz, Risalehaber, Yazarlar, Hüseyin Yılmaz,  TRT Şeş, yahut Bab-ı Âli ne demek?) 1970’li yıllar, teyp-kasetçaların yaygınlaşmaya başladığı yıllardı. Irak’tan kaçakçılar sınırdan kaçak yollarla mal getirirken, Kürtçe kasetlerden de getirdiklerini hatırlıyorum. Irak-Suriye ve Türkiye üçgeninde bulunan ilçemizde, sınır karakollarındaki askerlerle kaçak mal taşıyan kişiler arasında hemen hemen her akşam çatışma çıkardı. Bu çatışmalar sonucu çok sayıda genç insan ölür veya yaralanırdı. Sınıra konan mayınlara basan ve sakat kalan çok sayıda kişi mevcuttu. O zamanlar sınır geçişleri ve ihlalleri,  daha çok iş imkânları bulunmadığı için ekmek parası kazanmak amacıyla işsiz vatandaşlar tarafından yapılırdı. Kaçak olarak yurda getirilen mallar ise daha çok  çay, kahve, sigara, elektronik eşya ve saatten ibaretti. Yerli çay hemen hemen hiç içilmezdi. Sadece yerli olmayan memurlar Tekel çayını içer ve bu  çay da çok az yerde bulunurdu. Kaçak çay ise tezgah altından satılırdı. Tekel’in ürettiği sigaralar da çok az içilirdi.

Genelde köylerde ekilen ve kaçak olarak satılan tütünler içilirdi. Zaman zaman aramalar sırasında tütün tabakaları kontrol edilir ve kaçak tütün kullandıkları tespit edilenler ‘’milli ekonomiye zarar verdikleri gerekçesiyle’’ şiddeti para cezalarına çarptırılırlardı. Bazen de biraz rüşvet vererek yakalarını kurtarırlardı. Alkollü içkiler de sadece belirli kişiler tarafından kullanıldığı için bizim ilçede Tekel’e fazla iş düşmezdi. 

[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.