Toprak Hattı Grubu'na Said Nursi ve Hz. Ali cevabı: Yaptığınız Bektaşilik!

Toprak Hattı Grubu'na Said Nursi ve Hz. Ali cevabı: Yaptığınız Bektaşilik!

Akgündüz, "Said Nursi’nin, “Allah Hz. Ali’ye de Vahiy Gönderdi” ifadesi tam bir iftiradır ve cehalete dayanmaktadır" dedi

Prof. Dr. Ahmet Akgündüz, Prof. Yümni Sezen, Prof. Murat Daryal, Necabettin Ergenekon, Dilâver Cebeci gibi isimlerin kurucusu olduğu "Toprak Hattı Grubu"nun kendilerine göre, “Di̇ni̇ Si̇yaset ve Ti̇carete Alet Eden Di̇n İsti̇smarcılarına Dai̇r Beyandır” başlıklı bir bildiri yayınladıklarını ve bilip bilmeden çok kimseyi suçladıklarını söyledi.

Bunların arasında Bediüzzaman Said Nursi'ye de iftira attıklarına dikkat çeken Akgündüz, "Said Nursi’nin, “Allah Hz. Ali’ye de Vahiy Gönderdi” ifadesi tam bir iftiradır ve cehalete dayanmaktadır" dedi.

Akgündüz, söz konusu iftirayı şöyle cevapladı:

1. RİSALE-İ NURU TAM OKUMADAN BEKTAŞİ GİBİ DAVRANIYORLAR

Said Nursi'nin dillerine doladıkları ifadeler şudur:

“Eğer bir muannid tarafından denilse: "Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahü Anh, bu umum mecazî manaları irade etmemiş." Biz de deriz ki: Faraza Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahü Anh irade etmezse, fakat kelâmı delalet eder ve karinelerin kuvvetiyle, işarî ve zımnî delaletle manaları içine dâhil eder. Hem madem o mecazî mana ve işarî mefhumlar haktır, doğrudur ve vakıa mutabıktır ve bu iltifata lâyıktır ve karineleri kuvvetlidir; elbette Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahü Anh'ın, böyle bütün işarî manaları irade edecek küllî bir teveccühü faraza bulunmazsa; Celcelutiye vahiy olmak cihetiyle hakikî sahibi, Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahü Anh'ın üstadı olan Peygamber-i Zîşan Aleyhissalâtü Vesselâm'ın küllî teveccühü ve üstadının Üstad-ı Zülcelal'inin ihatalı ilmi onlara bakar, irade dairesine alır." (Mektubat, 467)

Bir çoğunu takdir ettiğim bu Profların öküzün altında buzağı ararcasına, sanki Türkçeyi bilmezmiş gibi ve en önemlisi de Risale-i Nuru tam okumadan Bektaşi gibi davranarak bunu tenkid etmeleri, asrımızdaki profların ne kadar sathi ilimleri olduğunu isbat etmektedir.

2. SAİD NURSİ’NİN, “ALLAH HZ. ALİ’YE DE VAHİY GÖNDERDİ” İFADESİ TAM BİR İFTİRADIR

Zaten Bediüzzaman’ın ifadesinde buna cevap vardır. “Celcelutiye vahiy olmak cihetiyle hakikî sahibi, Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahü Anh'ın üstadı olan Peygamber-i Zîşan Aleyhissalâtü Vesselâm'ın küllî teveccühü ve üstadının Üstad-ı Zülcelal'inin ihatalı ilmi onlara bakar, irade dairesine alır.”

Demek ki, Celcelutiye’nin asıl üstadı Hz. Resulüllah’dır. O da “Üstad-ı Zülcelal'inin ihatalı ilmi” yani Allah’ın ilmine dayanmaktadır.

3. BU BİLİM ADAMLARI HERHALDE VAHYİN KISIMLARINDAN HABERDARDIRLAR

Kur’an’da Allah’a ait bir fiil olarak kullanıldığı gibi, Allah’tan başkası için de kullanılmıştır. Bu sebeple sözlük anlamı itibariyle vahiy kavramı, İlahî ve gayr-ı İlahî vahiy şeklinde iki çeşit olarak tespit edilmektedir. (Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, sh. 37; Ali Turgut, Tefsir Usulü ve Kaynakları, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, sh. 79-80.)

Hz. Peygamber’in yukarıda belirtilen vahiy şekillerinden almış bulunduğu vahiylerden ekserisi ayetler, bir kısmı ise kudsi hadisler ve hadis-i şeriflerdir. Necm suresi 4. ayette: “O, kendi arzusu ile söylemez, o (söylediği), kendisine vahyedilen bir vahiyden başka bir şey değildir” buyurulmuştur. (el-Hadis ve’l Muhaddisun,12; Kurtubi, Tefsir, 75). Kudsi hadisler ve hadis-i şerifler vahy ve ilham yoluyla Peygamber’in söylediği sözler ve şerî‛atın ikinci kaynağı ise de, ayetler derecesinde değildirler.

Bedîüzzaman, mutlak vahiy olan Kur’an ile hadisleri de ayırıma tabi tutmaktadır.

Bedîüzzaman Hazretleri bu ayırımı yaptıktan sonra metluv vahyi bazı âlimler gibi sarih vahiy olarak vasıflandırmaktadır. Bu ilim adamları herhalde vahyin kısımlarından haberdar değildirler. Celcelutiyye “Vahy-i zımni”dir. Şu kısmın mücmel ve hülasası, vahye ve ilhama istinad eder; fakat tafsilatı ve tasviratı, Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselam’a aittir. O vahiyden gelen mücmel hadiseyi tafsil ve tasvirde, Zat-ı Ahmediye Aleyhissalatü Vesselam bazan yine ilhama, ya vahye istinad edip beyân eder veyahut kendi ferasetiyle beyân eder. Ve kendi içtihadıyla yaptığı tafsilat ve tasviratı, ya vazife-i Risâlet noktasında ulvi kuvve-i kudsiye ile beyân eder veyahut örf ve adet ve efkar-ı amme seviyesine göre, beşeriyeti noktasında beyân eder.”

Bediüzzaman’dan derslerini tekrar etsinler isterim:

“Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselam hem beşerdir, beşeriyet itibariyle beşer gibi muamele eder; hem Resuldür, Risâlet itibariyle Cenab-ı Hakk’ın tercümanıdır, elçisidir. Risâleti, vahye istinad eder.

Vahiy iki kısımdır:

Biri: “Vahy-i sarih”dir ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselam onda sırf bir tercümandır, mübelliğdir, müdahalesi yoktur. Kur’an ve bazı ehadis-i kudsiye gibi..

İkinci Kısım: “Vahy-i zımni”dir. Şu kısmın mücmel ve hülasası, vahye ve ilhama istinad eder; fakat tafsilatı ve tasviratı, Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselam’a aittir. O vahiyden gelen mücmel hadiseyi tafsil ve tasvirde, Zat-ı Ahmediye Aleyhissalatü Vesselam bazan yine ilhama, ya vahye istinad edip beyân eder veyahut kendi ferasetiyle beyân eder. Ve kendi içtihadıyla yaptığı tafsilat ve tasviratı, ya vazife-i Risâlet noktasında ulvi kuvve-i kudsiye ile beyân eder veyahut örf ve adet ve efkar-ı amme seviyesine göre, beşeriyeti noktasında beyân eder.

İşte her hadiste bütün tafsilatına, vahy-i mahz noktasıyla bakılmaz. Beşeriyetin muktezası olan efkar ve muamelatında, Risâletin ulvi asarı aranılmaz. Madem bazı hadiseler mücmel olarak mutlak bir surette ona vahyen gelir, o da kendi ferasetiyle ve tearüf-ü umumi cihetiyle tasvir eder. Şu tasvirdeki müteşabihata ve müşkilata bazan tefsir lazım geliyor, hatta tabir lazım geliyor. Çünki bazı hakikatlar var ki, temsil ile fehme takrib edilir. Nasılki bir vakit huzur-u Nebevide derince bir gürültü işitildi. Ferman etti ki: “Şu gürültü, yetmiş senedir yuvarlanıp, şimdi Cehennem’in dibine düşmüş bir taşın gürültüsüdür.” Bir saat sonra cevab geldi ki: “Yetmiş yaşına giren meşhur bir münafık ölüp, Cehennem’e gitti.” Zat-ı Ahmediye Aleyhissalatü Vesselam’ın belig bir temsil ile beyân ettiği hadisenin tevilini gösterdi.” (Bedîüzzaman Sa’îd Nursî, Mektûbât, sh. 93-94)

4. EĞER BU İLİM ADAMLARI KASİDE-İ CELCELUTİYYE’YE İTİRAZ EDİYORLARSA ŞU GERÇEKLERİ BİLMELERİ GEREKİR

Hazreti Ali Radıyallahü Anh'ın en meşhur Kaside-i Celcelutiyesi, baştan nihâyete kadar bir nevi hesab-ı ebcedi ve cifir ile te'lif edilmiş ve öyle de matbaalarda basılmıştır. Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî'nin kaleme aldığı meşhur Mecmuatu'l-Ahzab adlı eserde Celcelutiye kasidesine de yer verilmiştir. "Bede’tu bi bismillah" cümlesiyle başlayan kasidenin son beyti, kaside sahibi Hz. Ali'nin ismini gösteren ve "Bunlar, yaratıklar insanlar için bir araya getiriliş ilimlerin sırları olup, Hz. Muhammed'in (a.s.m) amcasının oğlu Ali'nin makalesidir" anlamına gelen, "Mekalu Aliyyin ve’bnu ammi Muhammedin ve sirru ulûmin lil-halaiki cümmiat" beytiyle sona ermiştir. Bedîüzzaman'ın da işaret ettiği gibi, kaside baştan sona kadar ebced hesabını gösterir şekilde basılmıştır. (Ahmed Ziyaeddin, Gümüşhânevî, Mecmûatu'l-Ahzâb (Şâzelî kısmı), sh. 499-531.)

Bedîüzzaman da bu manayı, “Hazret-i Ali Radiyallahu Anh'ın en meşhur Kaside-i Celcelûtiyesi, baştan nihayete kadar bir nevi hesab-ı ebcedî ve cifir ile te'lif edilmiş ve öyle de matbaalarda basılmış” şeklinde özetlemiştir. (Bedîüzzaman Sa’îd Nursî, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, sh. 95 vd.)

Bedîüzzaman’ın Sikke-i Tasdik-i Gaybî’de kullandığı Cifir İlmi ve kaideleriyle alakalı istihrâcları da diline dolamaktadırlar. Ama Bedîüzzaman’ın şu sözünden bile haberdar değildir. Keşfu'z-Zünun'da, cifir ve ebced ilminin, konunun uzmanları olan manevi ilimlerde derinleşen simalar için birçok esrarın anahtarı hükmünde bulunduğu ve Hz. Ali tarikiyle özellikle Ehl-i Beyt’e tevarüs eden bir ilim olduğu belirtilmiştir. Bu ilmin eski peygamberlerin kitaplarında da yer aldığına dair rivayetlere işaret eden Çelebi, "Bu ilme, ancak ahirzamanda gelecek olan Hz. Mehdi, hakkıyle vakıf olur" diyen bazı âlimlerin görüşlerine de yer vermiştir.

Bedîüzzaman da bu ma’nayı, “Hazret-i Ali Radiyallahu Anh'ın en meşhur kaside-i Celcelutiyesi, baştan nihâyete kadar bir nevi hesab-ı ebcedi ve cifir ile te'lif edilmiş ve öyle de matbaalarda basılmış” şeklinde özetlemiştir.

5. BEDİÜZZAMAN ISRARLA “KERÂMET-İ ALEVİYE” TABİRİNİ KULLANMIŞTIR; HAŞA VAHİY İSNAD ETSEYDİ “MU’CİZE” TABİRİNİ KULLANIRDI

Kerâmet-i aleviye: Hz. Ali Efendimize âid keramet. "Ali'nin kerâmeti", yani Hz. Ali'nin (r.a.) Allah'ın lütfuyla geleceğe dair verdiği haberler (On Sekizinci ve Yirmi Sekizinci Lem'â bu kerametlerden bahseder). Hz. Ali Efendimizin kerâmeti.

Kerâmet -i gavsiye: Şeyh Abdulkadir Geylânî'nin kerâmeti.

Umarım bu ilim adamları İbn-i Teymiyye ve Vahhabîler gibi Evliyanın kerametlerini de inkâr etmiyorlardır.

İLMÎ İZAHLAR KARŞISINDA, ACABA BU İLİM ADAMLARI NE DİYECEKLER?

Bütün bu ilmî izahlar karşısında, acaba bu ilim adamları ne diyeceklerdir? Kendilerinin bile anlamadığı meseleleri çarpıtarak halkın maneviyat reisleri hakkındaki hüsnüzanların kırmakla ne elde edeceklerdir?

Son sözü yine Bediüzzaman söylemektedir:

"Bilmiş ol ki;

İlim bir gıdadır ve mutlaka hazm edilmesi gerekir. Rahvan bir at gibi acele koşan zihin, hakikatlerin üzerinden kayarak geçer ve hakikatler o zihnin elinde parçalanır. Orada sâbit durmaz ve zihinden çıkar gider. Daha sonra zihin hakikatlerin tamamını değil sadece büyüme ve yeşerme kabiliyetini kaybeden bazı parçalarını kendinde toplamaya çalışır. Hazmedilmediğinden yeşermez ve zihin sadece o hakikatleri kusar ve bazan da kokuşur. Sathî zihinlilik başımıza gelen en şiddetli hastalıktır. Zihinleri dikkate teşvik için bu Risâle’de îcâz yolunu tercih ile sizi yordum.” (Kızıl Îcâz, 1339/1920 Evkaf Matbaası, sh. 52.)

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum