Tevekkül ve tekasül üzerine

Tevekkül imandır, ihlastır, sebeplere başvurmaktır, Birinci Söz’de hikaye edildiği gibi bir aşiret reisinin adını alarak selametle gezmektir, imanla beslenmektir. Tevekkülsüzlük tenbelliktir, havaleciliktir, işgüzarlıktır, altından kalkamayacağı işlere girmektir.

İman hem nurdur, hem göze, hem akla, hem de kalbe aydınlık verir. İman hem kuvvettir, yüreklendirir, cesaret verir, güven verir, altından kalkılamayacak işleri yükletmez, işi hakiki mülk sahibine havale ettirir, O’nu vekil tayin ettirir ve dağlarvari hadisatın altında ezilmekten kurtarır.

Tevekkül insana ümit verir, sebeplere başvurdurtur, rahmet hazinelerinin kapısını çaldırtır ve arzu edilenin ihsan edilmesini ümit ettirir. Tevekkülsüzün ümidi olmaz, olsa da -çalışmadan ücret beklemek gibi- yalan olur. Çiftçi çiftini sürer, eker ve buğdayı Allah’tan bekler. Çünkü yaptığı şeyler birer sebeptir, onların hiçbir güçleri yoktur, onlar sadece Mutlak Yaratıcının koymuş olduğu kanunlardır. 

İman tevhidi ister. Bir olana iman edilmezse, bütün sebepleri, her gördüğünüz veya her korktuğunuz şeyi ilah kabul etmek durumunda kalırsınız. Çokluk insanı daraltır, boğar, dağıtır. Birlik düzendir, ahenktir, huzurdur, güvendir. Bir’e teslim olunmazsa başta nefsiniz olmak üzere herşey sizi esir alır. Akıl ve şuurdan yoksun sebeplere nasıl güvenilebilir, sürekli etrafınızdaki olayların tazyikinden kurtulmak nasıl mümkün olabilir ki?

Teslim tevekkülü, vekil tayin etmeyi gerektirir. En küçük dünyevi işlerde bile iş, beceremeyecek veya güvenilmeyecek birine verilmek istenmez, o vekil tayin edilmez. Başta vücudumuz olmak üzere bütün dünya, hatta kainatın idaresi ve tasarrufu elinde olan Birine tevekkül etmek ne kadar da güven vericidir. Bizi bizden daha iyi bilen, şefkat ve merhametiyle besleyen bir Rabbe itimad etmek ne kadar da huzur vericidir. Bu, aynı zamanda hem dünya, hem de ahiret saadetine götürür. Dünya bir tarladır, burada eken ahirette hasadını biçer, burası rahat ve istirahat yeri, tenbellik edilecek ve boşa vakit geçirilecek bir yer değildir.

O’na tevekkül etmeyen gemiye bindiği halde yükünü omuzlarından yere bırakmak istemeyen bir ahmaktır. Milletin maskarası olur, herkesi kendine güldürtür, gemi kaptandan da iyi bir azar iştir. O’na tevekül eden de gemiye eşyalarını koyup üzerine oturandır. “Oh be dünya varmış” diyendir. 

Tenbellik anlamına gelen tevekkülden yani tekasülden kaçınmak gerekir. Tekasül,  ihmalkarlıktır, bezginliktir, bıkkınlıktır, havaleciliktir, “aman bana ne memleketi/devleti/dünyayı ben mi kurtaracağım”, “nasıl olsa başkaları yapar” demektir, çürümeye yüz tutmaktır, başka bir ifade ile leş yiyicileri üzerine celbetmektir, ademe çalışmaktır, rahatını bozmamaktır.

Rahatını bozmayanın rahatını gün gelir bozarlar. Çalışmayan, gayret etmeyen, sıkıntı çekmeyen yoktan bir şey elde edemez, bir beklenti içinde de olamaz. Ekilmeyen tarladan hasat beklenilmez. Bekleyen hem ahmaktır hem de ilk ve peşin tokatını hasatsızlıkla yer, ardından fakirlik ve sefaalet sırtına biner.

İslam âleminin rahatsızlığı ve perişaniyeti yanlış tevekkülünün ve tekasülünün mahsulüdür. Aç gözlü sömürgeciler hiç rahat bırakmamışlar, hep rahatlarını bozmuşlar, leş kargaları gibi üzerlerine çökmüşler. Tekasül bulaşıcı bir hastalıktır. Bu hastalıktan ancak özü sözü bir olmakla, başkalarının kusurlarını kendimize özür kabul etmemekle, işi birbirimize havale etmemekle, üzerimize vacip olan hizmette tekasül etmemekle, zararları telafiye çalışmakla, bir parça keyfi terk etmekle kurtulabiliriz.

Manevi hizmetler de çoğu zaman tekasüle uğrar. Hizmette tekasül edenler, şefkat tokatına müstehak olurlar. Arzularının aksi ile imtihana tabi tutulurlar.

Manevi kazanç noktasından mesela; namaz tesbihatındaki tekasül büyük bir hazineyi kaybetmekle eşdeğerdir. O tesbihatlar, risalete inkılap eden ve bütün velayetlerden üstün olan velayet-i Ahmediyenin (asm) tarikatına ait hususi evradı olduğundan diğer tarikatların üstündedir. Çünkü o tesbihatta, yüz milyonlarca tesbih edenlerin nurani vaziyetleri, azametli hamdleri ve iştirakleri menen hissedilir. Yani tesbihatta tekasül, çok üstün velayet mertebelerine layık olanların iştirak ettikleri bir cemaatin zikir halkasından çıkmak ve manen oradan hasıl olan nurlardan mahrum olmak demektir.

Hem dünyevi, hem de uhrevi işlerimizden tekasülü uzaklaştırmamız şarttır. İşleyen demir gibi olmamız lazımdır.

En çok canı sıkılan adam, işsiz ve tenbel adamdır. En sefil adam, yanlış tevekkül fikri ile çalışmadan kazanç peşinde olan adamdır. En huzurlu ve en rahat adam ise çalışkan, sınırlarını bilen, haddi aşmayan, elinden gelen gayreti gösterdikten sonra, “tevekkeltü alellah” deyip neticeyi Allah’tan bekleyen adamdır.

Zindan-ı atalet, müminin kalacağı bir yer değildir. Şimdi bundan kurtulma zamanıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum