Tevekkül, sebepleri reddetmek değildir

Tevekkül, sebepleri reddetmek değildir

Günün Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim

Ey Said! Saadet istersen, tevekkül et. Fakat tevekkül, esbabı bütün bütün reddetmek değildir. Belki, müsebbebatı ve netaicini Hâlıktan istemektir.

Esbaba teşebbüs, bir nevi dua-yı fiilîdir. Vesait ise, perde-i dest-i kudrettir.

Evet, tevekkül etsen, dünyada istirahatin, âhirette istifaden kat’îdir. Mütevekkil ile, sözü anlamayan gayr-ı mütevekkilin misâlleri şu hikâyeye benzer ki:

İki adam, bellerine ve başlarına ağır yükler yükletip bir sefineye bilet alıp girdiler. Birisi, girer girmez yükünü gemiye bıraktı, üstünde oturdu, nezaret etti. Diğeri, hem ahmak, hem mağrur, yükünü yere bırakmadı.

Ona denildi: “Şu ağır yükünü gemiye bırak, rahat et.”

O dedi: “Yok, ben kuvvetliyim. Yükümü, hem belimde, hem başımda muhafaza ederim.”

Ona denildi: “Bizi ve seni kaldıran şu gemi daha kuvvetlidir; daha güzel muhafaza eder. Hem gittikçe kuvvetten düşen belin ve akılsız başın, şu gittikçe ağırlaşan yüklere takat getiremeyecek. Hem dahi, gemi kaptanı seni böyle görse, ya ‘Divanedir’ der, seni tard eder; ya ‘Haindir’ der, ‘Gemimizi itham ediyor ve bizimle istihza ediyor, hapsediniz’ der, seni hapsettirir. Hem herkese de maskara olursun. Çünkü, zaafiyetini gösteren tekebbürünle, aczini gösteren gururunla, riyayı gösteren tasannuunla kendine mudhike yaparsın. Herkes sana gülecek.”

O bîçarenin aklı başına geldi. Yükünü yere koydu, üstünde oturdu. “Oh! Allah senden razı olsun. Zahmetten ve hapisten ve maskaralıktan kurtuldum” dedi. (Nur'un İlk Kapısı)

Bediüzzaman Said Nursî

SÖZLÜK:
ahmak : akılsız
âyât-ı tekviniye : yaratılışa ait âyetler, deliller
beşer : insanlar
delâlet etme : delil olma, işaret etme
divane : akılsız, deli
dua-yı fiilî : fiilî dua; birşeyin meydana gelmesi için gerekli olan şartları ve sebepleri yerine getirme
esbap : sebepler
Furkan-ı Hakîm : doğru ile yanlışı; hak ile batılı birbirinden ayıran, içinde sonsuz hikmetler bulunan Kur’ân
gayr-ı mütevekkil : tevekkül etmeyen, sadece sebeplere takılıp neticeyi Allah’tan beklemeyen
hakikî : asıl, gerçek
Hâlık : herşeyi yaratan Allah
huruf : harfler
hurufat : harfler
ilm-i hikmet : varlıkların yararlarını, mânâlarını ve maksatlarını araştıran ilim; eşyanın gerçeklerini varlık dünyasındaki keyfiyetlerine göre araştıran teorik ilim
itham etmek : suçlamak
kalem-i kudret : Allah’ın kudret kalemi
kat’î : kesin, şüphesiz
mağrur : gururlu
mânâ-yı harfî : harfin mânâsı gibi, kendi mânâsını değil de, birşeyin san’atkârını, ustasını, sahibini bildirip tanıtan mânâ
mânâ-yı ismi : isim mânâsı gibi, birşeyin sahibine değil de, bizzat kendisine bakan ve kendisini tanıtan mânâsı
mevcudat : varlıklar
misâl : örnek
muhafaza etmek : korumak
münasebat : ilişkiler, bağlantılar
müsebbebat : sebeplerle meydana gelen neticeler, sebeplerin sonuçları
müştekî : şikâyetçi
mütevekkil : tevekkül eden, sebeplere riayet ettikten sonra neticeyi Allah’tan bekleyen
netâic : neticeler, sonuçlar
nevi : çeşit, tür
nezaret etme : gözetme, göz altında tutma
perde-i dest-i kudret : Allah’ın sonsuz kudretine perde olan hâdiseler ve sebepler
saadet : mutluluk
sahaif-i kâinat : kâinatın sayfaları; görünen bir Kur’an olan kâinattaki varlıklar ve hâdiseler
sefine : gemi
tahkir etmek : hakaret etmek, aşağılamak
takat getirememek : güç yetirememek
tard etmek : uzaklaştırmak, kovmak
teşebbüs : başvurma
tevekkül : Allah’a dayanma ve güvenme
tezyinat : süslemeler
vesait : vasıtalar
acz : âcizlik, zayıflık
bîçare : çaresiz, zavallı
istihza etmek : alay etmek
maskaralık : gülünç olmak, soytarılık
mudhike : gülünç hâle düşen
riya : gösteriş
tasannu : yapmacık harekette bulunma
tekebbür : büyüklenme, kibirlenme
zaafiyet : zayıflık