Terör örgütü IŞİD, Said Nursi ve Nurculara yine saldırdı

Terör örgütü IŞİD, Said Nursi ve Nurculara yine saldırdı

IŞİD terör örgütünün "Said Nursi" hakkındaki iftiraları bazı ilahiyatçıların jargonu ile aynı!

Risale Haber-Haber Merkezi

Terör örgütü IŞİD'in yayın organı Rumiyah son sayısında Said Nursi ve Nurcuları hedef aldı. Dergi Nurcularla ilgili "İslam Devleti, hükmettiği topraklarda bu fırkaların hiçbirine yaşam hakkı tanımamıştır ve tanımayacaktır" ifadelerine yer verildi.

Güya Kur'an ve İslam adına adına çoluk çocuk, kadın yaşlı demeden katledip tecavüz eden IŞİD terör örgütünün yayın organında "Küfür Risaleleri asrın saptırıcı tağutu Said Nursi ve kör takipçileri mürted Nurcular" başlıklı bir yazı da yer aldı. Oda Tv'nin haberine göre yazıda Said Nursi’den çok sayıda alıntı yapıldı. 

Türkiye'de cemaat ve tarikatları, özellikle de Risale-i Nur cemaatlerini FETÖ ile bir tutanlar kervanına katılan IŞİD terör örgütü sapıkça yorumlarda bulundu.

“Said Nursi Hıristiyan kardeşlerinin cennetlik olduklarını iddia ettikten sonra önce onlara nasihat etti ve daha sonra Müslümanların onlarla olan dini ihtilafını bir kenara bırakarak onlarla bir kenara bırakarak onlarla ittifak kurmaları gerektiğini söylemektedir" şeklinde çarpıtılan bir konuyu gündeme getiren terör örgütü, saçma sapan iddialar sıraladı.

Bazı ilahiyatçılar gibi IŞİD terör örgütünün "Said Nursi'nin Hristiyanların şehit olabileceği veya cennete gidecekleri" yönündeki iftiralarına bir çok cevap verilmişti.

Bu cevaplardan biri de Metin Karabaşoğlu'na ait. Karabaşoğlu, Risale Haber'de yayınlanan röportajında konu ile ilgili detaylı açıklamada bulunmuştu: 

HRİSTİYANLIK YA YOK OLUP SÖNÜP GİDECEK VEYA ARINACAK

Bediüzzaman’ın Hristiyanların şehit olabileceği veya cennete gidecekleri yönünde beyanı olduğuna dair iddialar var!

Nüzul-ü İsa meselesiyle ilgili mütevatir sahih hadisler var. Bediüzzaman’ın ilgili izahı da vardır. O da güya suiistimal edilmek isteniyor. Bediüzzaman ne diyor? Ahir zaman hadislerinin “süfyaniyet diye tarif edilen bir akım Müslümanlar içerisine dalalet ve nifakı yerleştirmeye çalışacak” diyor. Buna karşı “mehdi aleyhisselam ve onun ordusu mücadele decek” diyor Hadis-i Şerif. Hakaiki imaniye ve İslamiye yolunda çalışacak. Aşama aşama ittihad-ı İslam’ı temin edecek. Bütün o nifak ve ifsat komitesini bertaraf edecek. Rivayetlerden böyle bir şey anlaşılıyor diyor.

“İsa aleyhisselam gelecek, şeriatınla amel edecek veya mehdinin arkasında namaz kılacak” manasındaki hadislere, rivayetlere atıfla Müslümanların dünyasında bu olurken, dalalet ve nifak alemi İslam’da bertaraf edilirken, Hristiyanlar içerisinde ki söylediği bir şey var Bediüzzaman’ın. Nasraniyet ya ıstifa ya intifa bulacak. Ya yok olup sönüp gidecek veya arınacak. Nüzul-ü İsa hadislerini de bu manada yorumluyor.

Hristiyanların içerisinden çıkacak bir grup o batıl itikatları terk edecek. Ki Hristiyanlık tarihi içerisinde böyle şeyler olagelmiş. Mesela Newton. Newton bir Hristiyandır ama teslisi reddeden bir Hristiyandır. Bu manada teslisi problem olarak gören ve bu arınma çabası içerisinde olanlar hep olagelmiştir. “Ahir zaman şartlarında Hristiyanlar içerisinde böyle bir şey Allahu alem çıkacak” diyor. Kelimeler orada önemli mesela Hristiyanlığı terk edip, “hakiki dindar İseviler” diyor. “Hakiki İsevilik” diyor. İnen ilk İncil bulunamıyor. Belki Allahu alem bunlara da bir işaret var. Bulunacak çıkacak, onların önünde bir delil olacak. Aslında onlara sunulan teslis ve diğer şeyler İsa aleyhisselamın mirasının çiğnenmesi belki bunları görecekler. Allahu alem bilmiyoruz. “Ve bu tasaffi süreci içerisinde Hz. İsa nüzul edecek” diyor. Onlar İslam’a tabi veya dahil olacaklar. Kur’an’a iktida edecekler. Burada gene bir eşitleme yok.

ARI SU İÇER BAL AKITIR, YILAN SU İÇER ZEHİR DÖKER

Hiyerarşi var arada

Evet, sadece muharref Hristiyanlıkta İslam’a geçiş sürecinde bir tasaffi aşamasından bahsediliyor. Yine Bediüzzaman’ın getirdiği izahta itikat açısından hiçbir sorun yok. Hristiyanlıkla İslam’ı eşitlemek diye bir şey yok. Kur’an’ı devre dışı bırakmak diye gene bir şey asla söz konusu değil. Bu izahları yan yana koyduğunda orada bir geçiş sürecinden bahsedildiği çok net bir şekilde anlaşılıyor. Ama tekrar söyleyeyim. Anlamak isteyen anlar. Anlamak istemeyen, bilakis düşmanlık etmek, iftira etmek, bir Müslümanı, bir iman kahramanını dalaletle ve hatta küfürle veya nifakla itham etmek isteyen neticede yapmak istediğini yapar.

Bediüzzaman, “Arı su içer bal akıtır, yılan su içer zehir döker” diyor. Birisi Müslümanca hassasiyetle yazılmış bir izahı doğru anlar, birisi de yanlış anlamak ister ve yanlış anlar. Biri bal akıtır biri zehir akıtır. O da herkesin kendi tıynetine, karakterine kalmış. Herkesin kendi imtihanı. Gene Nüzul-ü İsa ile ilgili Bediüzzaman’ın o izahlarında hiçbir yanlışlık yok. Bizim alnımız ak başımız dik. Ne Kur’an ne İslam’a karşı bir hürmetsizlik ve de diğer taraftan güya Hristiyanlığı şu muharref haliyle İslam’la eşitleme gibi bir şey asla söz konusu değil.

BEDİÜZZAMAN “ŞEHİT HIRİSTİYANLAR” DEDİ Mİ?

“Şehitlik” melesine gelirsek... Kastamonu Lahikasında yazılmış bir mektuptur bu. 60’lı yılların üretimi içerisinde bunu görüyoruz. Yümni Sezen 90’ların ortasında, sonra Cübbeli Ahmet Hoca bir ara böyle bir şey söyledi. Fakat kendisiyle konuşuldu. O da sonra doğru bir tavır gösterip “Bana böyle söylediler” dedi. Kim söyledi? Cübbeli Ahmet Hocaya onu sormak lazım. O söyleyenlerin peşine düşmek lazım. Kim onlar? Muhtemelen Cübbeli Ahmet Hocaya öyle söyleyenlerle mesela Yümni Sezen’e belge verenler aynı. Kastamonu Lahikası’nda Söz Basım Yayın tertibiyle 76 numaralı mektup. Bunu kimseden saklamadı, Bediüzzaman da saklamadı. Saklanacak bir şey yok çünkü burada. Tamamen Ehl-i Sünnet akidesine uygun. Üstad da Şafii, Eşari gelenekten gelir. Şafii, Eşari çizgiye muvafık ve Gazali’nin o çizgideki duruşuyla birebir mutabık bir izah var burada.

Ama güya “Bediüzzaman Rusya’daki Hristiyanlar şehadete erer” demiştir diye fotokopi dağıtılıyor. O fotokopiyi kim verdi acaba? Bunu da açıklasalar? Cübbeli Ahmet Hocaya veya Yümni Sezen’e, ne bileyim 1995 ve 2005’lerde verenler aynı mı? Ve bunların böyle iyi saatte olsunların birilerine böyle bir şey verip Risale-i Nur aleyhine bir kampanya üretmek için çabalamak gibi bir amaçları mı var? Bunlar kimlerdir, vazifeyi kimler vermiş, hangi derinlerdir, bu ülkedeki derinler mi başka ülkelerdeki derinler midir? Burada ta 27 Mayıs ilahiyatçılarına veya 27 Mayıs sonrası Risale-i Nur’a karşı devlet eliyle yürütülen külli taarruzun derinleriyle ilgili bir şey var orada. Bu dünyada ortaya çıkmazsa o derin mahfiller, hesap günü çıkacaktır.

Buna karşılık Bediüzzaman’ın Kastamonu Lahikası’na aldığı metin ve hiç de utanılacak, akidevi olarak problem görülecek bir şey değil. Bilakis tamamen Ehl-i Sünnet çizgisine muvafık bir izahtır. Bediüzzaman “Rusya’da ölen Hristiyanlar şehadete erer” diye bir ifadesi var mı? Yok. Böyle bir cümle çıkaran tahrif ediyordur, çarpıtıyordur. Burada aşama aşama söylenen bir şey var. Şartlar ne? II. Dünya savaşı, çok sert bir kış. Bediüzzaman bir şefkat kahramanı olarak, bir mümin olarak izah ediyor. Kendisi Rusya’da Kostroma tarafında esir olarak da yaşamış. Oranın soğuğunu tecrübe etmiş biri olarak düşünüyor. “Allah’ım, şu soğukta üstlerine bomba yağıyor. Çoluk, çocuk, yaşlı, hasta bu insanlar dünyada rahat yüzü görmüyorlar. Peki, rahmet-i İlahinin bunlara bir hissesi nedir?” şeklinde iç dünyasına gelen bir sorudan bahsediyor.

EHLİ FETRET, EŞARİ, ŞAFİİ ÇİZGİSİNCE EHL-İ NECATTIR

İnsani bir soru

Böyle bir soruya saygılı olmak insani kaliteyi gösterir.

Buradan hareketle bunu Allah’ın merhametine, adaletine sığıştıramayıp isyana gitmek de var

Dünya açısından bakarsak hakikaten çok zor bir şey. Zaten Müslüman değiller, bir de ahiretleri de berbat. Her açıdan kaybediyorlar böyle midir acaba? Yoksa bu dünyada bu azabı yaşamalarına karşılık Rahmet-i İlahinin ahirette onlar için bir hissesi var mıdır? “Böyle bir soru içerisinde düşündüm” diyor? Evet, dünyaları mahv u perişan oluyor bunların ama Kur’an ne söylüyor? Eşari çizginin ısrarla vurguladığı bir şeydir. “Peygamber göndermediğimiz bir kavme azap edici değiliz.” Bu çerçevede nedir? Peygamberin gelmediği veya peygamber mesajının ulaşmadığı veya mesajının gölgelendiği dönem, fetretle tarif edilir. Ve ehli fetret, Eşari Şafii çizgisince, ehl-i necattır. Bir peygamber gelmedi veya gelen peygamberin haberi onlara doğru bir şekilde ulaşmadığı için onlar affa mahzardır, müstahaktır. Şimdi böyle bir şey var.

Bu çizgi içerisinde bakıyoruz. Bu insanlar bir musibetin darbesi altındalar. Komünizmin hakimiyeti var. Sovyet anayasasına baktığımızda dinsizlik resmi olarak dayatılır. Kaldı ki Maturudi itikadınca da bu insanlar neticede bir Allah’ın varlığını kabul ediyorlar. İmam Maturidi diyor ki “ehl-i fetretin ehli necat olabilmesi için aklıyla Allah’ın varlığını kabul etmesi gerekir.” Bunlar Allah’ın varlığını reddediyorlar da değil buradaki tarif edilen insanlar. Oraya da gene aynı şekilde muvafık düşer ama Eşari çizgiye birebir muvafık düşer.

“Dünyanın vaziyetinden ve harbinden hiç haberim yokken, Avrupa ve Rusya’daki çoluk çocuğa acıyarak tahattur ettim. O mânevî ihtarın beyan ettiği taksimat bu elîm şefkate bir merhem oldu” diyor. Şimdi bu tarife, bir kere bunlar şehit olurlar diye bir ifade yok. Ne var? “Eğer on beş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehit hükmündedir.” Efendimiz aleyhissalatu vesselam, Rum suresinin 30. Ayetiyle ilgili, “yüzünü Hanif olarak dine çevir Allah’ın yarattığı fıtrata ki onda bir değişiklik bulamazsın” tefsir sadedinde ne söylüyor? Meşhur hadis. “Her doğan fıtrat üzere doğar. Sonra annesi babası Yahudi, Hristiyan, Mecusi yapar.” Müslüman yapar yok bak. Çünkü zaten Müslüman olarak doğar. Teklif, yükümlülük ne zaman başlıyor? Sinni buluğa erdiğinde, akıl baliğ olduğundaki 15 yaş bir üst limit olarak alınmış. Bediüzzaman fıkıhtaki çerçevede konuşuyor. Zaten 15 yaşının altındaysa akıl baliğ olmamış her çocuk Müslümandır bizim nazarımızda. Annesi babası ne olursa olsun. Akıl baliğ olduğunda imtihanı başlar. “15 yaşının altındaysa zaten o Müslümandır ve bir musibete maruz kalıyor ve öldürülüyor o savaş şartlarında. Bunlar şehit hükmündedir diyor.”

Şehit hükmündedir derken gideceği makam belli

Affa mazhar olacak. Dolayısıyla Allah bu çoluk çocuğu dünyaları perişan ama inşaallah cennetiyle onları ödüllendirecek bu dünya için bir kayba karşılık inşaallah ebedi bir lütfa erecekler. Vicdanındaki, kalbindeki hüzün böyle şey oluyor ki. Usulü imaniyeye, akideye tamı tamına muvafık bir şekilde.

Ondan sonrası için ne diyor? “Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ı maneviyeleri, o musibeti hiçe indirir.” Niye Müslümanlar gibi? Çünkü onlar şeran Müslüman. Burada bir sorun yok. Bediüzzaman gram hassasiyetiyle, tartarak konuşan bir insandır. Buradaki her bir kelimeyi izanla ve insafla okuyan Bediüzzaman’ın neyi, niye, hangi kayıtlar altında söylediğini anlar.

Bir şey daha söyleyeyim. Bu mektup II. Dünya savaşında orada ölen bir masumlar, mazlumlar için -ki fetret tarifi içerisinde-. Çünkü din-i hak onlara ulaşmış değil. Hani İslam’dan belki haberleri var ama İslam’ın daveti, Kur’an’da olduğu şekliyle, Efendimiz aleyhissalatu vesselamın tebliğ ettiği şekliyle kendisine ulaşmamış olanlardan bahsediyor. Çocuksa zaten dünyanın neresinde olursa olsun bu genel bir hüküm. Çocuk olmayanlar için de sonrasında söyleyecek.

BU NASIL BİR ŞEREFSİZLİK, ADİLİK, DENAET, ALÇAKLIKTIR VE REZİLLİKTİR

Burada bir alçaklığı da söyleyeyim. Tutup bu bahsi nasıl bir şerefsizlik, adiliktir, denaettir ve alçaklıktır ve rezilliktir ki bu bahsi alıp çarpıtıp “I. Dünya savaşında Osmanlıya karşı savaşan İngiliz askerlerinin şehit olduğunu söylemiştir” diye çarpıtanlar var. Bu nasıl bir şerefsizliktir, nasıl bir adiliktir, nasıl bir alçaklıktır.

Bediüzzaman’ın hayatı ortada, tarzı olarak sen Nur talebesi olmayabilirsin ama bir Müslüman olarak böyle bir adiliği Bediüzzaman gibi bir Müslüman alime nasıl yakıştırabilirsin? Böyle, böyle imiş diye ağzıyla nasıl dolaştırabilir. Sadece iftira eden sopa yemiyor biliyorsunuz, iftira ayetinin üzerine. Mış mış mış diye bu apaçık iftiradır demeyip tahkik de etmeyip bunu dolaştıranlar da malum o iftiranın cezasına uğruyor. Hucurat süresi “Ey iman edenler! Bir fasık bir haber getirdiğinde doğruluğunu araştırın” buyuruyor. Fetebeyyenu. Gıcığın vardır bir şekilde, bir problemin vardır, o haber işine gelir senin gördün mü? Vay alçaklar vay adiler vay. Şimdi mesela hesabını nasıl verecek bilmiyorum.

Aptalca ve ahmakça konuşup, “iftira ettim Allah beni affetsin” demeyip kendince çarpıtarak hala yalan konuşmaya devam eden, Bediüzzaman gibi bir alime iftirayı hem sürdüren hem başkalarının alçakça ve adice iftira etmesine sebebiyet veren biri var. Hem kendisinin hem o sebep olduğu bütün o iftiraların vebaliyle bu dünyada yaşayacak. Hesap günü Nur Talebelerinden helallik dilemedikçe -ki biz helal etsek Üstadımızın hakkı var o hesap gününe kaldı zaten. İnsan biraz kendini düşünüyorsa Allah var, ahiret var, hesap günü var bir düşünür Allah sormayacak mı? Ben sana emretmedim mi ey kulum bir fasık bir haber getirirse fetebeyyenu, doğru mu yanlış mı araştırın. Araştırmadın ne olur? Araştırmadın da işine geldi böyle bir şey istiyordun zaten ve ona göre hüküm verdin konuştun ve eyleme giriştin. Sonra ayetin devamı ne diyor? Pişman olursunuz. Bu dünyada pişman olursun en kötüsü de hesap günü pişman olursun.

Buradaki hükmün II. Dünya savaşı itibarıyla yeri, kaydı belli ve itikadi anlamda hiçbir sorun yok. Hele ki bunu bir de alıp Hutuvat-ı Sitteyi yazmış, İngiliz siyasetini bu zamanın şeytanı diye tarif etmiş, İstanbul’da İngiliz işgaline karşı verdiği mücadeleden dolayı özel davetle Ankara’ya davet edilmiş, savaşında da Rus işgaline karşı savaşırken yaralanıp gazi olmuş Bediüzzaman’a, “Osmanlı’ya karşı savaşan İngilizlerin şehit olduğunu söylemiştir” diye söyleyenler, çıkıp nasıl kirlettilerse sözlerini aynı şekilde kirlettikleri zihinlerdeki o kirli izleri temizlemedikçe, onlar için davacıyız. Müslüman olarak böyle bir alçaklığa tenezzül etmek benim anlayabildiğim ve izah edebildiğim bir şey değil. Bunu da söyleyeyim. Böyle bir ahlaksızlığı bazıları nasıl kendilerine yakıştırabiliyorlar ve nasıl kendilerinden utanmıyorlar bunu yaparken, bu da izah edebildiğim bir şey değil.

“ONU CEHENNEMDEN KURTARIR”IN İZAHI NEDİR?

Şimdi burada ne dedi? 15 yaşındakilerin altındakiler için tamamen Kur’an ve sünnet ve Ehl-i Sünnet çizgisi itibarıyla söylenmesi gerekeni söyledi. Burada ehli fetret kaydı henüz yok. Çünkü çocuklar için zaten böyle bir şey söz konusu değil. Çünkü teklif akıl baliğ olmakla başlıyor zaten. 15 yaşından yukarı olanlar “eğer masum ve mazlum ise.” Bir kere burada kayıt var. Zulme bulaşmış değil masum, ahlaksızca işlere kalkışmamış masum, mazlum zulmeden değil zulme maruz kalan. Bir kere kayıt var masum ve mazlum ise mükâfatı büyüktür. Belki onu cehennemden kurtarır. Çocuk için şehit olur dedi şehit hükmündedir dedi. Çocuklar Müslümandır. Savaşta musibete maruz olarak öldürülmüşler. Müslüman olarak şehit olmuş diyor, şehit hükmünde olur diyor. 15 yaşında yukarı olanlar ise masum ve mazlum ise, mükafatı büyüktür. Nedir? Belki onu cehennemden kurtarır. Şimdi şehittir nerede cehennemden kurtarır nerede? Şehadet biraz sonra gelecek.

Keza şehit hükmündedir dahi de onu söyleyelim. Mesela Allah için cihatta katledilen kişi şehittir. Mesela lohusa halinde ölen bir kadın şehittir, ama hükmü şehittir. Şehit değil şehit hükmündedir. Burada bu kelimeler de önemli. Şehittir, şehit olur, şehadete erer ayrı, şehit hükmündedir ayrı, bir nevi şehadet sayılabilir ayrı. Bunların hepsi bilerek kullanılmış kelimeler. Alıp kelimeleri bağlamından söküp kendine göre yorumlayıp bühtan üretme hakkına sahip değildir.

Onu cehennemden kurtarır dedi niye? İzahı nedir? “Çünkü âhirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedî Aleyhissâlatü Vesselâma bir lâkaytlık perdesi gelmiş. Ve madem âhirzamanda Hazret-i İsâ’nın (a.s.) din-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek.” Nüzul-ü İsa hadisi izahları elbette şimdi henüz fetret onlar açısından diyor. Hak dinle müşerref olmaya henüz sahip değil. Belki İslam’dan, Müslümanlardan, peygamberden haberi var ama İslam daveti pürüzsüz bir şekilde ulaşmış değil. Bu durumdaki kişilerden bahsediliyor.

Orta çağda Hristiyanlar propaganda için güya Kur’an tercümeleri yazmışlar. Tamamen iftiralar yüklü şekilde. Bu tercümeler ulaşan bir insan “ben Kur’an’a inanmıyorum” dediğinde Kur’an’ı reddetti diyebilir miyiz? Hayır. Kur’an indiği şekliyle ona ulaştı ve reddetti ise mesuldür. Haberdar oldu kabul etmedi mesuldür. Peygamberimiz aleyhissalatu vesselamın tevhit davetinden haberdar oldu, onun risaletinden olduğu şekliyle haberdar oldu, reddetti mesuldür.

Ehli fetret kimdir? Bu durumlarda olmayan kişidir. Tarifi burada belli. Ehli fetret dedi zaten. “Fetret derecesinde bir lakaytlık perdesi gelmiş” dedi. Tarif var. Ondan sonra “elbette fetret gibi karanlıkta kalan” tekrar vurguladı aynı şeyi. “Hristiyanlar şehittir” dediğini nasıl üretebilirsin? Ne diyor? “Fetret gibi karanlıkta kalan ve Hz. İsa’ya mensup Hristiyanlar.” Elinde bir tek ne var? Muharrif haliyle Hristiyanlıktan haberdar, din namına elinde bir o var. Dinsiz olmamış, o haliyle onu benimsemiş. Hak dinin daveti, hatemu’l-enbiyanın daveti, kendisine ulaşmamış bu anlamda da ehli fetret. Elinde olan imkanı değerlendirmiş. En nihai vahiy ve risaletin haberi ona ulaşmamış bu insan nasıl bir insan? Bu insan için kötü bir insan diyebilir miyiz bu haliyle? Hak davet, hatemü’l-embiyanın daveti kendisine ulaştığı halde reddediyorsa o zaman artık bir asabiyetle hareket ediyor. Fetret metret söz konusu değil. Bir itiraz ve ret ve inat söz konusu diyebiliriz. Şimdi bütün bu kayıtlardan alıp “Hristiyanlar şehittir dedi” diye bir insan eğer söylüyorsa o önce bir kere okuma dersi alsın.

BU MEKTUP BEDİÜZZAMAN’IN UTANCI DEĞİL BEDİÜZZAMAN’IN ŞEREFİDİR

Muhtemelen zaten çoğu bu doğru metinden okumuyorlar. Kulaktan dolma ve ikinci, üçüncü kaynaklardan besleniyorlar

Yüzde 90’ı böyle. Yanılmıyorsam Hz. Ali’ye veya tabiinden bir zata ait bir söz. “Anlamak için öğrenmek için sor, eziyet vermek için sorma” diyor. Burada da anlamak için okunur, öğrenmek için okunur. Hata bulmak ve itham etmek için okunmaz. Şimdi okursun anlamaya çalışırsın. Anlamadın veya yanlış buldun. Evet söyleyebilirsin. Bunu müzakere edelim. Ama buradaki kayıtlar net ve belli. Bu kayıtlar dahilinde Bediüzzaman’ın burada itikada, Ehl-i Sünnete aykırı bir şey söylediğini Kur’an ve sünnetin hükümlerini berhava ettiğini söylemenin imkanı yok.

Bilakis bu şekilde iftira edenler Kur’an’ın “İftira etmeyin ve iftirayı yaymayın” emirlerini çiğniyorlar.

Burada gene Bediüzzaman açısından, Risale-i Nur açısından utanılacak, yerinilecek, eyvah aman kimseler duymasın denilecek bir şey yok. Bu mektup Bediüzzaman’ın utancı değil Bediüzzaman’ın şerefidir. Bediüzzaman’ın Ehl-i Sünnetin itikadi ölçülerini, yaşadığı zaman ve zemin içerisinde kendi duygu ve düşünce dünyasında nasıl içselleştirdiğini ve nasıl pratize ettiğinin örneğidir. Dolayısıyla bizim utancımız değildir bizim şerefimizdir. Biz bu mektubu yazan Bediüzzaman’ın itikadından da İslami ilimlerdeki ve akaitteki dikkatinden ve muvazenesinden ve hassasiyetinden de ve şefkatinden de şeref duyarız. Bu Kur’an’a sünnete Ehl-i Sünnet çizgisine birebir mutabık bu şeyi Bediüzzaman’ı karalamak için kullanmaya kalkanlar utansın. Utanç onlara düşer bu bahisle ilgili olarak. Asla ve asla bize değil.

Bu meseleleri anlamak istemeyenlere anlatmak gibi bir durumumuz yok. Anlamak istemeyenden, izansızdan, insafsızdan, vicdansızdan biz bir şey beklemiyoruz. Ama zehirledikleri insanlar tahkir edebilecek durumda değil. Onlar için konuşuyoruz.

isid_teror.jpg

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.