Tenhada İç Çağlayanların Destanı

Tenhada İç Çağlayanların Destanı

Recep Şükrü Güngör'ün yazısı...

Her yazar bir anlamda kendi iç çağlayanını destanlaştırır. Yazarın en büyük ve en sadık yoldaşı tenhalığı, yani kendi iç yalnızlığıdır.

Kadir Tanır, Maraş’ta kendine özgü dünyada öyküler çoğaltıyor. Sanki öyküyle evli bir hayat yaşıyor. Şimdilerde ciddi sağlık sorunları yaşıyor ama yazı yolculuğu sekteye uğramadan sürüyor. Hastane odalarında notlarını yazmayı sürdürüyor. Gazali’nin soyundan gelen Tanır’ın anne, baba ve dayısı da şairdir. Kendisi şairliği o üçüne bırakıp nesre yönelerek iyi bir seçim yapmış.

Bu yazıda Tanır’ın öyküleri hakkında söz etmek istiyorum. Öykülerini hakim bakış açısıyla kaleme yazar, kültür birikimi zengin biri. Bu bakış açısıyla başarılı öyküler yazmış, Alagün, Güz Yağmurları, Savaş İmparatorluğu, Küskün kitaplarına imza atmıştır. Güz Yağmuru ve Küskün kitaplarında ağırlıklı olarak aile içi ve çevresi konularını işler. Alagün kitabını edinemediğimden hakkında söz edemiyorum. Küskün kitabı öykü formatını aşmış, anı-öykü formatına girmiştir. Kapağa da kendisi anı/öykü ifadelerini kondurmayı ihmal etmemiş. Küskünde anlatıcı dayısının uzun süren küskünlüğü anlatılıyor. Tüm çabalarına rağmen dayı barışmıyor. Savaş İmparatorluğu kitabında bütün insanlığı ilgilendiren “Büyük Güç”lerin insanlığa getirdiği huzursuzluğu anlatıyor. Büyük devletler karşısında sesini çıkarmaya çalışan sade insanın savaş ve zulüm karşısında takındığı eylem dillendiriliyor. Güçlü olmak için savaşmanın gerekli olduğu düşüncesinin büyük devletlerin başını döndürüyor. Kadir Tanır, bu kitapta, gözünü kan bürümüş, savaştan başka, güçten başka yol görmek istemeyen, dünyanın jandarmalığına kalkışan devletlerin vicdan özürlü yöneticilerini eleştiriyor. İşlediği konuya göre öykü kısa fakat Tanır, ana düşünceyi can damarından yakalamış.

Küskün kitabında geçen paşa çardağı yazarın yazlığında badem ağacı ile sedir ağacının arasına yaptığı göbek boyundaki çardak. Yine küskünde geçen kediler de o yazlıkta yaşayan kediler. Anneleri ölmüş. Üç yavru kedi kalakalmış. Kedisever Tanır bunları sütle beslemiş, büyütmüş. Üç yavru birbirini emerek, yalayarak, koklayarak büyümekteler. Kitapta anlatıcı karakter kedilere düşkün dayısı ise kedilerden hazzetmemektedir.
Kadir Tanır’ın mekânları Maraş ve çevresidir. Bağ evleri, yazlıklar, Ankara ve orta Anadolu’nun bazı şehirleridir. İstanbul, İzmir, Bursa gibi büyük şehirler yok gibidir. Yani Tanır kendi tenhasına yaşadığı gibi coğrafyanın da tenhasındadır. Maraş’tan bütün âleme seslenmektedir.

Tanır’ın kendine özgü bir üslubu var. Öykülerinde ortalama okurun anlamayacağı kelime yok gibidir. Uzun cümle pek kullanmaz. Kısa, öz, vurucu cümlelerle kurar öyküsünü. Atasözleri, deyimler, deyişlerle süsler ve edebiyat değeri katar. Şunu da belirtmek lazım, yazar öyküsünü deyimlere boğmaz. Halk geleneği tarzında yazılmış şiirlerden yararlanarak öyküsünü zenginleştirir.

Yazarın anlattığı dünya, inşa etmeye çalıştığı, birey ve toplumun yaşadığı âlemdir. Tanır, insan vicdanının ve iman hükümlerinin hakim olduğu bir dünya inşa etmeye çalışmaktadır. Bu anlamda Şevket Bulut, Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu çizgisinde eser vermektedir.
Tanır’ın öykülerinde bir kırgın hâl hissedilmektedir. Çevresindeki vurdumduymazlıklara, dalkavukluklara, devlet adına yapılan zulümlere, işlerin iyi yapılmayışına karşı bir kırgınlık… Özünde huzurlu bir hayat yaşayan kahramanları aynı zamanda kırgınlığın verdiği hüznü yaşamaktadırlar.

Öykü macerası Mavera dergisine kadar uzanan yazarımız uzun zaman öyküde sebat etmiş daha romanlar kaleme almaya başlamıştır. Şeytan Sarmalı, Suikast Selamlığı, Sonsuz Uzun Ölüm Tanır’ın üç romanı. Sonsuz Uzun Ölüm 2008 yılı Türkiye Yazarlar Birliği Roman Ödülü’ne layık görülmüştü. Yazarımız romanlarını bilimin, teknolojinin imkânlarından yararlanarak yazıyor. Araştırmalar yaparak, uzun uzun çalışmalar sonucunda roman yazıyor. Üç romanı da bilgi deposudur. Romanlarındaki olayın akıcılığı, okurunu içine çekiciliği okurun takdirine kalmış ama bence o akıcılık, o çekicilik, o kışkırtıcılık üç romanda da mevcut.

Yazımı bitirirken bir öykücümüzle Tanır arasındaki benzerliğe/farka dikkatinizi çekmek istiyorum. Necati Tosuner’in öykülerinin tamamı ele alındığında, büyük bir dert çıkar karşımıza: kamburluk. Tosuner kendi kamburunu anlatır bütün eserlerinde. Kamburunu eğlence aracı yapar. Kendi eğlenir, oyalanırken okur da sürüklenir gider. Kadir Tanır da Tosuner gibi bir dertle mustarip: kulak. Bütün öykülerinde Tanır’ı kulağıyla uğraşıyor görürüz. Bir fark var, kulağını eğlence aracı yapmaz, kulağı ile alay ettirmez, etmez. İşi ciddi tutar. Zaten Tanır’ın öykülerinde alaycı bir tavır da yoktur.

Bir okuru olarak isterdim ki Tanır da işitme sorunuyla alay etsin, o alayla iğnelemeli öyküler kaleme alsın. Bizim için söylemesi kolay ama Kadir Tanır’a yaşaması zor olsa gerek.