Tearüf ve teavün

Dost ve düşman algımızı şekillendiren birçok etken var.

Din, coğrafya, ideoloji ve milliyetçilik bunlardan bazılarıdır.

Din ve coğrafya kucaklayıcı bir misyon yüklenirken, menfi milliyet ve ideoloji tersine bir işlev görür.
Bu bağlamda etnisiteyi varoluşunun kaynağı gören her hareket insanlığı çıkmaza sürükler.

Menfi milliyetçilik yüzyıllardır barışı ve kardeşliği tehdit ediyor.
Tarihin bütün fırtınalı dönemleri ve kanlı sayfaları ırkçılığın izlerini taşır.

Dünya savaşının temel sebebini nazara veren Bediüzzaman, “Harb-i umumideki hadisat-ı müthişe, menfi milliyetin nev’i beşere ne kadar zararlı olduğunu gösterdi” der.
Avrupa coğrafyasının yaşadığı kanlı dâhili olayların sebebi ırkçılıktır.
Osmanlı’dan bugüne sırtımıza yük olan bütün kamburların sebebi ırkçılıktır!

Fakat şu gerçeği unutmamak lazım: yükselen milliyetçilik dönemleri geride kaldı.
“Bir asır evvel milliyet asrı olabilirdi. Şu asır usuriyet asrı değil. Ebedi ve daimi olan İslamiyet milliyeti, muvakkat, dağdağalı unsuriyetle bağlanmaz ve aşılanmaz” (Mektubat)

Bediüzzaman’ın dediği gibi 19.yy milliyetçilik trendinin tavan yaptığı bir dönemdi. Fransız büyük ihtilalinin açtığı ulus-devlet güzergâhına uğramayan yoktu.

Avrupa’nın her yerinde türeyen milliyetçilik teorileri kısa zamanda büyük akımlara dönüştü ve milyonları peşinde sürükledi.
Birbirini yok sayan ırklar teorilerini doğrulatmak için çatıştılar!

Yıllar boyunca Avrupa’da savaşlar, çatışmalar ve kan adiyattan olmuştu.
Avrupa kan çanağına dönmüştü.

Avrupa o dönemler sıkıntılı, kederli, karanlık ve bayağı görünüyordu.
Muhammed İkbal bu hali “Frenk harabatı” olarak tasvir etmişti.

Ateş, kan ve harabat olduğu yerde kalmamış Bediüzzaman’ın talebesi Mustafa Osman’ın dediği gibi İslam mahallesinin saçaklarına kadar sıçramıştı!
Ortadoğu ve İslam coğrafyasının sınırları ırkçı cetvellerle çizilmişti!
Fakat bu maya tutmadı.

Çünkü müsbet fikr-i milliyet İslamiyete hadim, kal’a ve zırh olmalı; yerine geçmemeliydi.
Ulus-devletçi mantık ve ideolojik-milliyetçi kabuller tarihin tozlu raflarında kalmalı ve bugüne taşınmamalı.

Eğer Kemalizmin ötekileştirici ve yok edici ırkçı dilini bugün kullanmaya devam edersek hiçbir sorunumuz çözülmez!

Büyük Türkiye sevdası yemin ve boykot tartışmalarına boğdurulmamalı ve ırkçı tezlere kurban edilmemelidir.
Herkes olgun davranmalıdır.

Anayasal hukuk ve demokratik saygı çerçevesinde herkes elele vermeli problemlerin çözümüne katkı sağlamalıdır.
Bu toprakların sahibi burada yaşayan herkestir.

İman kardeşliği bu toprakların temel mayası İslamiyet bu coğrafyanın birleştirici referansıdır.
Milliyetimizin ruhu ise İslamiyet’tir.
İyi bir gelecek için zihniyet değişimine, davranış olgunluğuna ve cesur çıkışlara ihtiyacımız var.
Milletin iradesini temsil edenler ve onların emanetini omuzlarında taşıyanlar “kötü adam” rolünü oynamamalıdır.

Ehil emanetçi çatışmacı değil uzlaşmacı bir dil seçmelidir.
Siyasi atraksiyonlar kalıcı barışı sağlamaz.

Kalıcı barış için husumet ve inkârın diline değil tearüf ve teavünün diline ihtiyacımız var.
Bu dil coğrafyamızın sesi, nefesi ve bu toprakların ab-ı hayatı olmalıdır.
Rotamız üst elitin çizdiği ırkçı ve ruhsuz şemalar olmamalıdır!
 

Önceki ve Sonraki Yazılar