M. Nuri BİNGÖL

M. Nuri BİNGÖL

Tavuk ve at meselesi...

Sohbette verilen misal epey düşündürücüydü. At asil hayvan; doğum yaparken ses seda çıkarmazdı. Ama o sessiz, sakin ve vakurluğun ardından öyle bir “mucize-i hilkat”  bir meyvenin dünyaya gelmesine vesile olurdu.  Kömür gözlü, kuğu bakışlı bir tay. İleride mesafeleri “dörtnalıyla” yutacak olan bir Arap atı namzedi.

Ama tavuk öyle miydi ya;  doğumu esnasında bir bağırır, bir figan koparır ki sanırdın ki dünyayı değiştirecek bir yavru meydana getirecek. Öyle bir şov yapardı ki dünya alemi telaşeye verirdi. Neticede ise altından minik  bir  yumurta çıkardı “biçare”nin...

“Meslek-i Hakikat” olan  Risale-i Nur hizmeti de aynen böyleydi; şov, şamata, alayiş, nümayiş, ya da belli bir siyasi parti- görüş, ya da “mevkute”ye dayanamazdı. Bunların neticesi ne mi olurdu?

“Kardeşlerim, hastalığım pek şiddetli belki pek yakında öleceğim veyahut bütün bütün konuşmak¬tan—bazan men olduğum gibi—men edileceğim. Onun için benim Nur âhiret kardeşlerim, “ehvenüşşer” deyip bazı biçare yanlışçıların hatâlarına hücum et¬mesinler. Daima müsbet hareket etsinler. Menfî hareket vazifemiz değil... Çünkü dahilde hareket menf¬îce olmaz. Madem siyasetçi¬lerin bir kısmı Risale-i Nur’a zarar vermiyor, az müsaade¬kârdır,  “ehvenüşşer” olarak bakınız. Daha “âzamüşşer”den kurtulmak için, onlara zararınız dokun¬masın, onlara faydanız dokun¬sun. Hem dahildeki cihad-ı mânevî, mânevî tah¬ribata karşı çalışmaktır ki, maddî değil, mâ¬nevî hizmetler lâ¬zımdır. Onun için, ehl-i siyasete karışmadığımız gibi, ehl-i siyaset de bizimle meşgul ol¬maya hiçbir hakları yok...» (Emirdağ L.-ll sh: 245)

Demek ki “manevi hizmetler”in kesafetle icra edilmesi karşısında öyle bir “hayat-ı içtimaiye” çıkardı ki karşımıza, hizmetimize “az müsaadekar” değil, tam “müsaadekar” yapılar ve cemiyet. Nur hizmetine karşı olanların tesbitini gaye alan bir anket yapılsa, karşı olanların çok azınlıkta kalacağını biliyor, anlıyorum.

“Zamanın en büyük dâvâsının Kur’ân’a sarıl¬mak oldu¬ğunu, Risale-i Nur bütün kuvvetiyle bu me¬se¬leye hasr-ı nazar etti¬ğinden, vatan ve millet düşman¬ları, gizli dinsizler, bahanelerle hü¬cuma geçip aleyhte tahrik¬lerde bulunduklarını “Fakat biz müsbet hare¬ket et¬meye mec¬buruz. Elimizde Nur var, siya¬set to¬puzu yok. Yüz elimiz de olsa, ancak Nura kâfi gelir” diyerek Nurun din düş¬manlarını mağlûp edece¬ğinden, müsbet hareket etmenin atom bombası gibi tesiri bu¬lunduğundan, Risale-i Nur’un siyasetle hiçbir alâkası bulunmadığını mesleğimi¬zin en bü¬yük esa¬sının ihlâs olduğunu, rıza-i İlâhîden başka hiç¬bir mak¬sat ittihaz edilemeyeceğini, Nurun kuvvetinin işte bu ol¬duğunu ihlâsla, müspet hareket etmekle ina¬yet ve rah-met-i İlâhiyenin Risale-i Nur’u himaye ede¬ceğini, ilâ âhir, beyan ederdi.» (Tarihçe-i Hayat sh: 462)

Bu ve buna mümasil iktibaslarla Risale’nin umumundan elde edilebilecek hizmet tarzı  budur. Bununla birlikte;
“Aziz, sıddık kardeşlerim!
"İhlas" ve mektubların suretlerinin hafiyeler tarafından alınması, sizi müteessir etmesin. Zâten o mektubları ve "İhlas" ve İhbar-ı Aleviye'yi onlara okutmak, Risale-i Nur hesabına ve fütuhatına lâzım idi. Hem bu hâdise zamanında İstanbul'da bolşevizm aleyhindeki nümayiş hâdisesi, Risale-i Nur'a karşı perde altında hücum eden iki kuvvet birbirine vaziyet almağa başladığı cihetle, Risale-i Nur fütuhatına büyük bir vesiledir. Muvakkat bize karşı bazı ilişmeler olsa da, hiç ehemmiyeti yok. Çünki bolşevizmin, müslümanlar içinde anarşilik mahiyetinde küfr-ü mutlak ve fikr-i tabiatla yerleştirilmesine mukabil, ancak ve ancak Risale-i Nur'un fevkalâde kuvvetli hakikatları çıkabilmesinden, milliyetperver ve vatanperver ve siyasetçiler ve dindarlar, Risale-i Nur'un arkasına girmeğe ve onunla barışmağa ve onunla siper almağa bir yol açılıyor nazarıyla bakıyoruz.” (Emirdağ Lahikası, II. Cilt, s. 104-105, Risale Word)  şeklindeki beyan-ı Üstadane’ler de gösteriyor ki dışımızdaki “ehl-i hamiyet” insanların düzenledikleri insanlık ve “manevi hizmetler”i takdir edici, “düşman”ı protesto eden miting misali çalışmalara da – en azından- tarafdarane bakıp, onlara iştirak edecekleri azaltıcı propagandalara girişmek, Barla Nahiye Müdürü’nün babası olan müftüye denildiği gibi bir “cinayet-i azime”dir.

Bugün iştirak ettiğimiz Filistin’e Destek Mitingi esnasında, davet ettiğimiz  kimi ............. iddiacılarının “Buna ne gerek var. Asıl olan hizmetimizdir.” bahanelerini  hatırlayınca fikrettiklerim de bunlar.
Hani bir kıssa anlatılırdı: Hazret-i İbrahim Aleyhisselam’ı kurtarmak için bir karınca ağzına su almış, büyük bir zahmetle suyu dökmeden götürmeye çalışıyormuş. Ona denilmiş: “ Sen bir minik karıncasın. Ağzın ise minik de değil, minnacık. Oraya sığabilecek su ise daha da minnacık bir damla. Bu, Nemrud’un ateşine ne zarar verecek ki...” Cevap herkese ibret olacak kadar mânalıdır: “ Ağzımla taşıdığım suyun ateşi söndürmeyeceğini ben de biliyorum. Ama bu davranışımla safımı belli ediyorum.” Yani neticeyi o gayretine değil, o gayretiyle celb edeceği “Rahmet-i İlahiye’yi” talep etmiş karıncacık.

Tam bu düşünceler içindeyken, müsveddelerimin arasında bir mektup buldum. Okuyunca mazi günlerini hasretle anmama rağmen, düşüncelerimle uyuşan ifadeleri görünce rahatladım. Şaphane’deki mesaim sırasındaki meslek arkadaşım Adnan’a aitti ve “Nur Hizmeti”nden uzak ama “ehl-i hamiyet” insanların “teenni”den uzak ve “tertib-i mukaddemat”ı dinlemeyen tavırlarının nasıl pişmanlıklar doğurabileceğinin de bir yaşanmış belgesiydi.
 
“ Mektubunu aldım.
Belki Mecnun’un Leyla’yı, ya da Mevlana’nın Şems’i gördüğü andaki heyecanla değil ama, senden gelen; ya da samimi bir başka dosttan gelen her mektup beni anlaşılmaz ve anlatılamaz bir heyecan- sevinç karışımına boğmuştur hep. Yine öyle oldu; bir çırpıda okudum; tekrar okudum.
Sana gönderdiğim şiir, benim için; meyve beklenen bir dalın olgunlaşmaya fırsat bulamadan hırsızlarca budanmasına şahitliğimin, gafillik olmasa da “ bazı bakımlardan” eksikliğimin bir yansımasıydı. Bir veda gecesinde ( Allahualem bir Lise mezuniyet gecesinden bahsediyor) üç yıllık emeğimin ayaklar altında çiğnenişini gördüm. Ve anladım ki daha toyluktan kurtulamamışım. Daha ekin ekmeyi bilmiyormuşum... Anladım ki insan ekinden çok, ya da mevsimlik bitkilerden çok ağaçlara benziyor. Tabii bense bir toyluk heyecanıyla ürünü hemen alayım, meyveyi hemen toplayayım diyordum. Selden bihaber, doludan emin bekliyordum/ bekliyormuşum. Elden gelenin yapıldıktan sonra gerisini Allah(c.c.)’a bırakılması gerektiğini unutmuşluğumun bir ürünü idi o şiir. Bir kaygının şiiri.
Herşey Allah’ın takdirinde. Bu senenin hülasası şu: Hemen hemen 17 kişilik sınıfın tümüne en az beşer kitap okuttuk. Çoğunluk beşten fazla. Yer yer bu kitapların değerlendirmeleri yoluyla birşeyler anlatmaya çalıştım. Çaba bizden, yardım ve sonuca ulaştırma Allah(c.c.)’tan... Risale-i Nur külliyatını taksitle elde edebileceğim bir yer tavsiye edersen sevinirim. Anladığım kadarıyla bunları ( yani Risaleleri)  tanımadan insanın kendini tanıması muhal. Selamların en güzeliyle selamlar. (12.10.1989)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.