Taş, filiz ve çiçekle bir nostalji

Gençliğimin en hararetli yıllarını, erken dayatılan ihtiyarlıkla en bitkin ve verimsiz bir şekilde geçirdiğim, aşağı yukarı bir yılı aşkın zamandan beri uğramadığım İstanbul’a, geçen hafta başında saygı duyduğum ve istikballerinden ciddi umutlu olduğum dostlarımla birlikte gittim.

Yıllarca, zaman zaman uğradığım İstanbul’da duymadığım heyecanı bu kez daha bir özlem dolu duygularla içimin bütün gözeneklerine nüfuz edercesine duyduğumda, “bu ne hal!” demekten kendimi alamadım. Dostlarımın gıyabında içimin fokurdamasıyla gözümden akmakta olan gözyaşını, “senin ağlamaya da hakkın yok” diye geri çevirdim ve duygu yoğunluğumu dağıtmak amacıyla “eh be kuzum İstanbul!” diye de haykırarak, yıllarca alıştığımız o bildik tutumla duygularımı acımasızca bastırdım. Bastırdım ama gençlik heyecanının eşlik etmediği bir davanın amacına nasıl ulaşabileceğini de dostlarımdan gizlediğim o an parçasında düşünmedim değil. 

İstanbul’un kalabalık trafiğinde vasıtamızla adım adım ilerlerken kalbimin vuruşlarına anlam veremedim. “Her zamanki halim” diyerek, üzerinde durmak istemedim. Gençlik filizimin zorlanıp da bir türlü boy atamadığı arkadaşlarla kaldığım evin semtinden vasıtamız geçtiğinde kalbim yerinden fırlayacak oldu. Tamam dedim. Bir anda gençliğim canlandı gözümün önünde.

Bir program için bizi misafir eden, özverisini ve oldukça da cömertliğini sergileyen dava arkadaşımızın Dilruba’sına doğru ara sokaklardan ilerlerken, eskiden yaya olarak dinlenmek için kendimi attığım Sultantepe’yi hatırlayınca, kalp atışlarımla birlikte adrenalinimin de zirveye çıktığını hissettim.
Dilruba ve hemen biraz ötede boğazın bütün haşmetiyle oradan görüldüğü ve acı-tatlı hatıralarımı saklayan Sultantepe!

Dostlarımdan biraz uzaklaştığım kısa bir zaman içinde, yıllar önce Sultantepe’de yaşadığım acılarımı, yalnız başına döktüğüm gözyaşlarımı, kendimle iç diyaloglarımı, Allah’a yalvarışlarımı, taze ama sönmek üzere olan umutlarımı, aradan uzun zaman geçtikten sonra, belki de ilk kez bu duyarlılık ve özlem içinde hatırlayarak, doyumsuz bir nostalji yaşadım. Nereden nereye? Tam zamanı olduğu halde gözyaşlarıma izin vermedim. Hedefsiz bir nefret içimi kapladı. Sonra yumuşadım. Kaderimiz dedim. Kendime değil, eski dostlarıma da değil, gün ışığına çıkmak için, zorlamasına rağmen o bildik kadük ve katı tavırlarla davanın bastırılmasına için için ağladım. Bu ne cehalet ve bu ne insanı tanımamaktı!

Gençliğimde, kanımın kaynadığı demlerde, ama kanımın bir türlü mecra bulup gençlik filizimin köklerini besleyemediği o hayat kesitinde, bir nefesçik almak ve sessizliğine sığınmak için can havliyle kendimi attığım Sultantepe’de, sönük ümitlerimle etrafı, boğazı ve İstanbul’u seyre daldığım sırada, ilgimi çeken bir filize uzun zaman gözlerimi diktiğimi hiç unutmadım. Bir filiz koca bir taşın altından fışkırıp gün ışığına çıkmıştı. Ucunda da solgun renkli bir çiçek taşıyordu. Taş, filiz ve çiçek. Filiz ümidini kesmemişti elbette. Sırtındaki taşın baskısından kurtulmasını bilmişti. Solgun da olsa ürününü, meyvesini de vermişti. Fıtratın önüne kimse engel olamazdı çünkü. Filizin bana can kattığını iyi hatırlıyorum. Ait olduğumuz toplumun taş katılığını yumuşatacak iksirin kendimizde olduğunu anlamıştım. Uzun bir zamanı heba etmiş olsak da ümidin tamamen yitirilmediğini filiz bana ders vermişti. Bir düşünce maratonundan sonra filize teşekkür ettiğimi şimdi buğulu gözlerle yeniden hatırlayarak yaşadım.

Programın başlama saati gelmişti. Benim gerilerde bıraktığım, ama öyle ama böyle, yaşayamadığım gençliğim geri gelmişti sanki. Risale Akademi’nin 2. Arama Konferansını katılan ve her birini birer beyin olarak kabul ettiğim davetlilere bir göz attığımda, aralarında yaş noktasında yukarıdan kendimi ya ikinci ya da üçüncü sırada, düzey itibariyle de en sonda görünce asla bir komplekse girmedim; tam aksine hepsini benden daha dolu, daha kendini yetiştirmiş, kendine daha güvenli, daha şevk ve ümit dolu görmekle bulunduğum ortamdan zirve bir haz duyarken, sanki herkesten daha bir çocuk, daha bir genç ve ama kendini ifade etmekten aciz dilsiz biri olduğumdan da ayrı bir haz aldığımı da itiraf etmekten şeref duyduğumu belirtmek isterim.

Çocukluğunu yaşamayan, delikanlılığının cakasını atamayan, ama o anda zinde ve uyanık bir gencin duygularına sahip olduğumu hissedince de doğrusu herkesten apayrı bir ayrıcalığın hazzını tatmakla şükretmedim değil. Benden daha genç dostlarımın içinde gençleştim, çocuklaştım, kitap koltuğumda öğrenci oldum. Ve o konferans boyunca Kur’an’ın bir açılımı olan Risale-i Nur davasını gelecekte gündemde tutacak projelerin asla öksüz kalmayacağına olan güvenim pekişti.
Yani filiz taştan kurtuldu; boy verdi, solgun değil bütün tazeliğiyle ürün vermeye başladı, çiçek verdi, kokular neşretti. Filizleri gördüm karşımda konferans boyunca; dışa vurmadığım bir sevinç yaşadım, onlar konuşmakla ürünlerini ortaya sergiledikçe hepsini ben söylemiş gibi içimden alkış tuttum.

Risale Akademi’nin 2. Arama konferansıyla ne mi oldu? Önce ezberler bozuldu, tabular yıkıldı; dahası kocaman bir kaya parçasının sarhoş verici ve hatta öldürücü baskısından uzak kalındı. Bir avuç müteşebbis, bu zamana kadar olması gereken ama bir türlü gerçekleşmeyen, öyle bol imkânla değil, yalnızca yürekleriyle bir ilki gerçekleştirdi. Koca Üstad gülümsedi, Risale-i Nur açılmaya ve yavaş yavaş özlem duyulan çiçekler açmaya başladı. Risale-i Nur ciddi anlamda bilim dünyasına adımını attı. Bunların bir hayal mahsulü olmadığını da bu konferans boyunca davetli beyinlerin konuşmalarının elle tutulacak ve gözle görülecek kadar somut anlam ifade eden cümlelerinde gördüm.

“Risale-i Nur ve Medya” adlı konferans boyunca duyduğum ve algıladığım her şeyi buraya çıkarmak elbette mümkün değil. Samimi ve düzeyli bir hava içinde yapılan konuşmaları içimde karşılıklarını buldukları bir anlamda ifadeye etmeye çalışacağım.

-  Geniş daire olan ve ama en son önceliklerimizin içinde yer alan güncel siyasetin etkisinden uzak durmak.
-  Çok konuşmaktansa, eyleme yoğunlaşmak ya da sonuca değil, sürece odaklanmak.
-  Yeteneklerin özgürce geliştiği özel girişimciliğin önünü açmak…
-  Üslup önemlidir; ne istediğimizden çok nasıl anlatmamız gerektiğini bilmemiz gerekir.
-  Sorun teneke üretmekte değil, asıl sorun tenekenin içine konulacak ürünü üretmektedir.
-  Risale-i Nur’da yedi bin buluş var; bu demektir ki elimizde yedi bin atom bombası vardır.
-  Özgür düşünceyi etrafına yayıp bir ekol oluşturan Ebu Hanife olmak gerek.
-  Dinsizliğe giden gedikleri tıkamakla, çaresizlik içinde olan dinsizlere bile şefkat elimizi uzatmak misyonumuzun asli görevidir.
-  Vaktimizin çoğunu ürünün kendisiyle değil, ambalajıyla geçiriyoruz.
-  İletişim araçlarının en etkilisi olan belagatin medya araçlarının tümünde kullanılması gerekir.
-  Düşünmeyi dumura uğratan vesayetten çok çekildi ve hâlâ çekiliyor.
-  Birilerine rağmen iş yapmak, özgürlük değil köleliktir.
-  Topluma yön veren aydınlara Risale-i Nur’u anlatmanın dilini oluşturmak öncelikli işimizdir.
-  Risale Akademi’nin hazırladığı sorular on yılı şekillendirecek niteliktedir.
-  Risale-i Nur nasıl anlaşılacaksa o tür okumadan yanayım.
-  “Kelebek” etkinin yönetimlerde büyük rol oynadığını bizzat gördüm.
-  Her zamanın elbette bir üslubu vardır; o halde yaşadığımız zamanı yakından tanımak gerekir.
-  Davanın geniş kitlelerce benimsenmesinin etkin yolu sosyal hayatı bilmektir.
-  Sanat adamına destek vermeyen bir millet geleceğe umutla bakamaz.
-  Özgür düşünce asıl, vesayet ise tehlikeli.
-  Az ama sebat eden yol alır.
-  Değerlenmeye tabi tutulan niyetler değil eylemlerdir.
-  “Ulûm ve fünûnun en parlağı olan belâgat ve cezâlet, bütün envâıyla âhir zamanda en mergub bir sûret alacaktır. Hattâ, insanlar kendi fikirlerini birbirlerine kabul ettirmek ve hükümlerini birbirine icrâ ettirmek için, en keskin silâhını; cezâlet-i beyândan ve en mukâvemetsûz kuvvetini, belâgat-ı edâdan alacaktır." Bediüzzaman
-  Kime ait olursa olsun, medya dâhil bütün kurumlar bireyin kafasındakiyle değil, ilkelerle yönetilmeli.
-  Bu konferansta kendi mesleğimle ilgili bir dizi bilgiler edindim.
-  Materyalizmin karşısında somut olarak bir şeyler yaptığımıza inanıyor muyuz?
-  Dünden bu güne gelen yazarlarımızın neredeyse sıfırlanması elbette düşündürücüdür.
-  Endüstri medeniyetinin Osmanlının artıklarından doğmuş olması gururdan çok bize yeni bir şevk vermeli.
-  Risale Akademi yeniden başlama sayılabilir.
-  Muhatabımızın diliyle konuşmak önemli bir noktadır.
-  “Medeniyetten istifam, sizi düşündürecektir.” Bediüzzaman
-  Uykumuzun kaçması, gerçek çalışmamızın delilidir.
-  Muhatabımız kimdir? Muhatabımız bütün insanlıktır.
-  Asıl kimliğimize kavuşmalıyız; sahte bir kimlikle Risale-i Nur açılımlarına katkı sağlayamayız.
-  Sanat yoksa, Risale-i Nur’un dili yaşanmaz, yaygınlaşmaz.

Risale-i Nur’un geniş kitlelerce okunmasının gerçekleşmesi ve düşüncelerinin yaşanması kadar, bilim dünyasına açılması da önemlidir. Toplumun taban ile tavanı yüksek bir fikirde ve bakış açısında birleşmedikçe, o toplumdan beklenen randımanı alamayız.

İşte bu vesileyle, Risale Akademi’nin karınca kararınca, Risale-i Nur ölçüleri doğrultusunda başlattığı bilimsel çalışmanın bilim dünyasında karşılık bulmasıyla başarıya ulaşması en büyük dilek ve temennimizdir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.