Tanpınar ‘ın Huzur Romanı

Tanpınar ‘ın Huzur Romanı

Himmet UÇ'un yazısı...

Tanpınar ‘un Huzur romanı onunla yadedilir, bir şairin romanıdır, bir huzur arayışının romanıdır, bir hayatı anlamlandırma romanıdır, bir istanbul’u anlamlandırma romanıdır, imparatorluğun yıkılışı ile armonisi bozulan yeni topluma yeni bir  karakter kazandırma romanıdır,kültürel öğeler karşısında bir geçiş dönemi aydınının kararsız seçimlerinin romanıdır,hayatın realiteleri, yıkıcı dalgaları arasında bir aşkın ne kadar muzaffer olup olmayacağının beyanı romanıdır, kalp ile aklın bir kıvam arayışının romanıdır, ümitlerle ıztırapların çatışma ve olgunlaşma romanıdır,kötü insanlarla iyi düşünceler arasında nasıl davranacağını bilemeyen iyi insanların romanıdır,zihinsel ve kültürel, kalbi duyguların ve olguların çatışmasının romanıdır, libidanal bir bakış açısının hayatın zaruretleri karşısında ne oranda başarılı olacağını veya olmayacağını ifade etmeye çalışan bir sensüel romandır. Hayatın nizamını gaybi bir elin düzenlediği dünyada insanın  ne oranda mutlu ve huzurlu olup olmayacağının romanıdır, felsefesi işlenmemiş bir felsefi romandır,yaratılışa garip düşmüş gündelik hayatın yaratılış ağır görüntüsü altında ne oranda başarılı olacağının romanıdır, her şeyi tutan bir şeyi olmayanların hayata tutunmak için suni ve güçsüz öğelerle kavgasının romanıdır,düzene karşı kaosun romanıdır, romanıdır , romanıdır , romanıdır…

Huzur bir seyir romanıdır, estetik bir gözle olaylara , mekanlara, kültürel ve sanatsal objelere bakan şair mizaçlı bir adamın İstanbul gezileri ona bir kültürü kafasında kıvamını bulmaya hazırlar gibi .Adeta kendi neslinin bir yanı boş kalmıştır, Şeyh Galip üzerine çalışması varlığın metafizik anlamını sorgulamasıdır, ama bu çalışma ve onun açacağı kapı sadece isimde kalır, Mümtaz bu büyük ruh mimarının dünyasını uzaktan seyreder, romanın dokusuna bulaşmaz bu büyük öğretinin büyük heyecanları  ve varlık anlamlandırmaları. Birbiriyle uzlaşmayan sanat öğeleri gibi durur romanda insanlar ve kültürel olgular, bu kurgu ve  kanevadan mutluluk ve huzur çıkmaz, Belki de Tanpınar romanı yazdığı dönemin şartlarını bildiği için Şeyh Galib’in adını bir mağaza vitrininde gösterir, ama kimseyi de kendini de müşteri yapmaz. Saatleri Ayarlama Enstitüsünün çok gizli kalmış ironisi gibi bu romanın ironisi de unsurları bir senteze götürememenin  derin çekingenliğinin doğurduğu ironidir. Kültürel bir kafa ve göz, ve seyir yanında aşka olduğundan fazla önem veren bir şair ruhlu adamın  denge arayışıdır ki bu da imkansızı oynamaktır. Büyük bir kültür adamı bunun yanında liseli öğrenciler gibi yapış yapış bir aşk , işte bizden ve bizden sonraki neslin dramı bedenden evrene , kainata çıkamayan insan kendinde boğulup kalır. Gayeyi hayali olmayan bir neslin  , ezhanı enelere döner etrafında gezer, büyük Üstad böyle söyler , bütün o dönemin roman  kahramanları için.

Özet

İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasına bir gün vardır,  Mümtaz dokuz günden beri zatürreeden  yatan amcasının oğlu İhsan için  hastabakıcı aramaktadır.Ailesiyle yaşayan Mümtaz, Birinci Dünya Savaşı sırasında  babasının Rumlar tarafından öldürülmesi üzerine  annesiyle birlikte  kaçmış; bir hafta sonra da annesini kaybedince  İstanbul’a kendisinden  yirmi yaş büyük olan İhsan’ın yanına   gönderilmiştir. Yurt dışından henüz dönmüş olan  ve Galatasaray’da  tarih dersleri  veren İhsan’ın  Mümtaz üzerinde  derin bir etkisi olur. Mümtaz hem gelişinden  bir yıl sonra kaydedildiği  Galatasaray’da  ,  hem de kendi kültürünü  ve Batı’yı  iyi bilen  İhsan’ın elinde yetişir. Bu sırada   İhsan’la evlenen  Macide ise şefkati ve sıcaklığıyla  küç ük yaşta annesiz kalan   Mümtaz’ın  içindeki derin boşluğu doldurur. Mümtaz onu  duygu  ve düşünce dünyasında  alabildiğine besleyen  İhsan’la  Macide’ye çok bağlıdır.

Mümtaz, iki çocuğu, karısı  ve yaşlı annesinin  çaresizlik içinde  başucunda bekleştiği  İhsan’a  hastabakıcı bulmak için  sabah erkenden  çıkmış fakat eli boş dönmüştür. Öğleden sonra  tekrar evden çıkar. Bu kez  İhsan’ın annesinin  sahibi olduğu bir dükkanın kiracısıyla  görüşmek üzere  Eminönü taraflarına  gidecekir. Mümtaz, bir yandan İstanbul’un  bütün sokaklarını  ve insanlarını saran savaş beklentisinin  üzerinde yarattığı gerginlik, diğer yandan  İhsan’ın hastalığının   üzüntüsü  ve daha çok  bir yıl önce  kendisini terk eden  çok sevdiği  Nuran’ın  anılarıyla  dolu uzun bir yürüyüşle  Bayezıt’tan  Eminönü’ne kadar  gelir. Burada  karşılatığı  Muazzez   ve İclal’den   Nuran’ın eski eşi Fahir ile  evlendiğini  ve yarın İzmir’e gideceklerini öğrenir.

İkinci bölümde,  romanın zamanı iki yıl öncesine döner ve Nuran’la  Mümtaz’ın  bir mayıs sabahı  Ada Vapuru’nda  karşılaşmalarıyla  başlayan aşk hikayeleri anlatılır. Edebiyat fakültesinde asistan olan Mümtaz ile  kendisini aldatan eşinden  bir yıl önce boşanan  Nuran, vapurdaki ortak akrabaları  Sabih Bey  ve eşi Adile Hanım  sayesinde tanışırlar. Nuran yedi yaşlarındaki  kızı Fatma’yı  salgın hastalıktan  korumak üzere  Ada’ya  halasının yanına götürmektedir. Aslında Nuran’ın  edebiyat fakültesinde okuyan   akrabası  İclal sayesinde  ikisi de birbirini az çok tanımaktadırlar. Ancak Mümtaz, o gün  ilk kez gördüğü  Nuran’a  bu kısa yolculuk  süresinde derin bir aşkla bağlanır. O geceyi arkadaşının yanında kalarak  geçiren  Mümtaz, ertesi gün bütün adayı  Nuran’ı görmek  ümidiyle  dolaşırsa da genç kadını  ancak akşamüstü İstanbul’a dönen  vapurda , yalnız bulacaktır. Nuran kederli  ve bir o kadar sessizdir. Önceki gün Mümtaz rıhtımda  onlardan ayrılır ayrılmaz Fatma  birdenbire  babası Fahir’i görmüş; sevinçle ona doğru koşmuştur. Ancak yanında uğruna  Nuran’ı terk ettiği  Romen sevgilisi  Emma olan  Fahir, onu gücendirmemek  için kızına  beklediği ilgiyi  göstermemiştir. Bu durum üzerine  hayal kırıklığına  uğrayan  kızı Fatma’yı  Nuran oradan uzaklaştırır ve Ada’da  kalma planını boz arak  ertesi gün  İstanbul’a dönmeye  karar vermiştir.

Dönüş yolculuğu , Nuran ve Mümtaz’ın  birbirlerini tanımaya  çalıştıkları dialoglar ve duygularını  tarttıkları  konuşmalarıyla geçer. Mümtaz  , Kandilli’de  oturan  Nuran’a  evinin yakınlarına  kadar eşlik  eder. Nuran, her konuda  hesap vermek zorunluğunu duyduğu  annesi , Nazife   Hanım, yaşlı dayısı Tevfik Bey ve dayısının oğlu  Yaşar’la birlikte oturmaktadır. Mümtaz bundan sonraki beş günü Nuran’ı görmek ümidiyle  Kandilli rıhtımanda geçirir. Nihayet  , Nuran’ı ziyarete gelen  İclal sayesinde , ikisini birden davet ettiği   sandal gezisinde  Nuran’ı görür.  Birlikte Mümtaz’ın yaşadığı  Emirgan’da dolaşırlar, Nuran ayrılırken kendisine geleceğini söyler. Bunu izleyen üç gün Nuran bir anne olarak  taşıdığı  sorumluluk ile Mümtaz’a duyduğu aşk arasında  kararsızlıklarla dolu  bir çatışma yaşarsa da  sonunda Mümtaz’a gider.

Mümtaz ve Nuran , ilişkilerini açığa vurmak  için bir sandal gezisi düzenlerler. Geziye birkaç misafirle  birlikte İclal  , fakülteden  tanıdığı Mümtaz’a  tutkun olan Muazzez  ve abisi de katılır.Müteakiben  İclal’in  verdiği bir çay davetine iştirak ederler. Kendisini Mümtaz’a iyice bağlayan   , onunla  evlenme planları yapan Nuran, bunun  gecikme  ihtimaline  karşı  birlikteliklerini  çevreye iyice yaymayı uygun bulmaktadır.
Çay davetini Adile Hanım’ın  Taksim’deki evinde  verilen bir akşam yemeği izler. Daha Ada Vapuru’ndaki ilk karşılaşmada  Mümtaz  ile Nuran’ın  kendisini işe karıştırmadan  yakınlaşmaları , bu tür ilişkilerin başlatılıp bitirilmesinde usta bir çöpçatan olan   Adile  Hanım’ı öfkelendirmiştir. Yemek boyunca  daha önce hesapladığı  konuşmalarla  Nuran’ı artık  nefret ettiği bir toy delikanlıdan uzaklaştırmak için uğraşıp durur.

Mümtaz , Nuran’ın evini görmeyi çok ister. Ve nihayet  yemeğin ardından  sıra Nuran’ın evini görmeye gelir. Genç kadının  ailesinini , annesini , dayısını ve dayısının oğlu Yaşar’ı tanıdığı  bu davette  en çok Nuran’ın kızı  Fatma’nın  soğuk davranışları  Mümtaz’ı etkiler. Sadece Nuran’ın  dayısı  Tevfik  Bey’den  yakınlık görür. Ondan hem ailenin geçmişine dair hikayeler , hem de kendisinde  derin hayaller ve düşünceler uyandıran klasik besteler dinler.

Mümtaz‘la Nur’an haftanın birkaç günü sabahları  Emirgan’daki  evde , bazen de Nuran’ın Kanlıca’daki  akrabasının  evinde buluşurlar. Bunun dışandaki  zamanlarını Boğaz’da  veya İstanbul’un  çeşitli semtlerinde  dolaşarak geçirirler. Mümtaz, geçmişe ve güzel eserlere tutkundur. Bu özellikleri taşıyan  Üsküdar , Mümtaz ve  Nuran’ın uzun yıllar dolaştığı  semttir. Bu gezilerden başlangıçta büyük zevk alan Nur’an , Mümtaz’ın  sadece  eski insanlardan , geçmiş hayatlardan ve eserlerden  söz etmesinden zamanla sıkılır.  Kıvamını bulmuş karakterler üreten Osmanlı’nınyerine gecekondu modernizmi  ve onun arasına sıkışıp kalmış bir geleneksel hayat ve kültür Mümtaz’ı postmodern bir bakış açısı ile etrafı seyre iter, aslı ile değil döküntüleri ile mutlu olur, başka çaresi yoktur. Ama bunlar Nuran’a göre değildir.   Mümtaz  da Nuran’ın yavaş yavaş kendi dünyasından uzaklaştığının farkındadır.

Üsküdar  dolaşmalarını , Ağustos mehtabında  Büyükdere’de başlanan ve uzun uzun anlatılan  bir sandal gezisi , ardından Cerrahpaşa ve Kocamustafapaşa  taraflarına yapılan geziler izler. Bu gezilerden  birinde İhsan  ve Macide’ye rastlarlar. Mümtaz onlara  Nuran’ın tanıştırır. Dönüşte Nuran’a  Macide’nin geçmişte yaşadığı  trajediden bahseder. Eylül’den itibaren  Lüfer avı macerası  başlar. Nuran’ın  kısa bir süreliğine de olsa annesinin  ve kızının  baskısından  kurtarmak isteyen Tevfik Bey , lüfer avına çıkacakları bahanesiyle  bir süre için Kanlıca’daki akrabalarına  gider. Mümtaz, Nuran ve Tevfik Bey ay boyunca  çoğu kez  musiki fasıllarına  dönüşen  Lüfer avlarına çıkarlar.

Zamanla  Nuran’la   Mümtaz’ın aşklarında çöküş başlar. Nuran hem çevresinin  hem de Mümtaz’ın  kendi dünya görüşüyle  pek uyuşmayan yaşama biçiminin etkisiyle ondan giderek uzaklaşmaktadır.

Yok senin vasfettiğin güzel bu şehr içre Nedim
Bir peri suret görünmüş bir hayal olmuş sana

der , Nedim. Tanpınar’ın huzuru bu şehrin içinde yoktur, ama Mümtaz perdelerin önünde kalır, perdelerin arkasına gidecek kültürü ve metafizik öğretisi yoktur, tıpkı kendi nesli gibi.

Mevsim   sonbahardır. Bunların yaşamasının yanı sıra sonbahar ı Boğaz’da gezerek geçirirler. 

Kışa doğru giderken Bağaz tenhalaşır, dolayısıyla   Boğaz birlikte dolaşmalarına  imkan sağlayan bir yer değildir artık. Bunun üzerine Nuran , annesinin kışı İstanbul’da  geçirme teklifini  tereddüdsüz kabul eder. Mümtaz da  Nuran’la  rahatca buluşabilmek için Taksim’de ev kiralar. Boğaz’dan ayrılmadan evvel  Tevfik Bey   son kez  Mümtaz’ı  Kandilli’deki eve  yemeğe çağırır. Bu davetle  Tevfik Bey , Mümtaz’ı aileye biraz daha ısındırmak ister. Fakat Tevfik Bey’in  çabası  tam aksine Mümtaz’ı Nuran’dan tamamen koparan bir olayı doğurur. Annesini Mümtaz’dan kıskanan   Fatma’nın yemekte geçirdiği kriz  ve bayılması , Nuran’ı çok etkiler.  Ertesi gün   Mümtaz’ın  evine giden Nuran  , Mümtaz’a iki mektup okutur. Bunlardan biri  Emma’dan ayrılan  Fahir’in barışma çağrısı , diğeri de Nuran’a fakülte yıllarından beri aşık olan verem hastası Suat’ın yalvarışlarıyla doludur. Mümtaz, Suat’ın  kim olduğunu merak eder. Tanıdığı tek Suat , Macide’nin uzak bir akrabasının  dengesiz, garip  kocasıdır. Mektubun üslubundan da bu mektubun Suat’a ait olduğu şüphesi uyanır içinde.  Daha sonra durumu öğrenmek için Macide’ye gider ve yanında kocasından dert yanan  Suat’ın eşini bulur. Şüphesinden  emin olur, bir yandan Fatma’nın hastalığı , diğer yandan  bu mektuplar Mümtaz’da mutluluğunu engelleyen  bütün insanlara karşı derin bir nefret uyandırır. Rastgele girdiği bir kafede  Suat’ın metresiyle  tartışmasına şahit olur. Nuran’ın evine gider. Onunla konuşursa her şeyin yoluna gideceğini düşünür. Hasta kızının başında bekleyen  Nuran kararını çoktan vermiştir. Kendisinden  teselli bekleyen Mümtaz’a ilişkilerinin  bittiğini söyler.

Roman  aktüel zamana, bir yıl sonraya  Mümtaz’ın , Muazzez ve İclal’e rastladığı  güne döner. Nuran’ın Fahir’le barışıp İzmir’e gideceğini öğrenen Mümtaz, aldığı haberin darbesiyle sarsılır. Eve döner hasta İhsan’ın başında bekler. Hasta ağırlaşınca doktor aramak için dışarı gider. Bir askeri doktorla eve gelir, İhsan’ın durumu daha iyi olmuştur. Ancak Mümtaz , yaşadıklarının etkisiyle  ağır bir bunalım içine düşer.

Romanın closing kapanışında  İntihar eden Suat’ın hayali , İhsan’a alıp eve dönen Mümtaz’ın  yanında belirir. Kendisiyle   gelmesi  koşuluyla  Mümtaz’ın bütün üzüntülerinden uzaklaşacağını  vaad eder. Ancak Mümtaz, çektiği acılara rağmen  hayatta kalmayı  kaderine katlanmayı tercih eder. Adamın avucundan benliğini kurtarmaya çalışır, mücadele eder. Mümtaz yere düşer, ilaç şişeleri  kırılır. Eve döndüğünde  yüzünde garip bir gülümseme vardır. Doğru adama koşmak , yarınki İzmir vapuruna yetişmek için hazırlanmak ister. Macide ve  doktor, Mümtaz’ın ciddi bir bunalım geçirdiğini görürler. Radyo İkinci  Dünya Savaşı’nın başlağını ilan eder.

Romanın Şahısları

Protogonist, Mümtaz, o edebiyat fakültesinde bir öğretim üyesi , aynı zamanda mekan ve zaman, insan üçlüsünde  estetik manada bir seyirci, eşya ve nesnelere yeni bir nesne ilişkileri kuramı ile bakan, bunun yanında insanın duygularının ihtiyacı olan  aşkın farkında bir kişiliktir. Şeyh Galip üzerinde çalışmaktadır. Tek boyutlu bir insan değil , beş duyusu aklı ve melekeleri birçok konu ile meşguldür, o kendinin ve yaşadığı toplumun terkibini sağlamaya çalışan bir karakterdir. Mümtaz bir arayışın insanıdır, yıkılmış imparatorluğun arkasından kurulan bir cumhuriyetin yeni bir insan tipini araması  asıl romanın önemli yanıdır. Ama bir terkibe bir senteze varmış mıdır, bu romanın iyiden iyiye tahlili ile ortaya çıkacaktır. Mümtaz’ın hayatı nesnel olarak dokunduğumuz hayat ile, ruhumuzu besleyen aşkın, ve varlığın anlamı ve anlamlandırılması gibi , yaşadığımız toprakların tarihi , kültürel, mimari ,musiki hayatının terkibi gayretidir. Ne yazık ki böyle bir terkibi ne o gerçekleştirdi, ne de ondan sonra gerçekleştirilebildi.  Mehmet Kaplan derviş tipi, alp tipini anlatır, bu Cumhuriyet öncesi toplumun kendi şartlarında insan tipleri oluşturduğunu, kahramanların mayasını, hayatını yaptığını anlatıverdi. Ama Mümtaz bu alp ve kahraman tipi ile bürokrat insan tipini bir sentezleyemedi, Tanpınar  önceden planı çizilmiş başı sonu belli ideolojik karakterli roman tipleri ve olayları çizmedi,o yaşananı resmetti. Aslında Mümtaz birçok unsurun önünde hangisinden ne kadar alacağını bilemeyen veya başaramayan  kültürel ve dini , sanatsal armoniyi gerçekleştiremeyen bir tipti. Tipten karaktere geçmeye çalışır ama karakterin terkipte ve armonide kullandığı oranları ayarlayamayan tip ile karakterin nizada olduğu bir eşikte  durmuştur.  Bunun sancılarını romanda yaşar. Romana hakim olan hüzün, melankoli bir yere tutunamamış Türkün yeni dünyası ile yeni aydınının melankoli ve hüznüdür. Biz toplum olarak ürettiğimiz birkaç tip ki onlar hala toplumdadır , kendilerine yer edinmişlerdir , fakat bu edinilen yerin üstündeki insan bir ruhsal ve bedensel bir kıvam bulamamıştır.Birbirine savaş halindeki kaleler gibi bakan romantizmi ve sevgisi olmayan insan tipleri ortaya çıktı. Mazide ılımlı bir tutum ile her türlü farklılıkla uzlaşan bir insan tipi yerine kendini güçlü hissettiğinde zulmü maksad haline dönüştüren bir tipler akışı ve sineması kazandık, aynı karakterleri dönüşümlü olarak görüyoruz ve duruşu nasıl olursa olsun insan saygısı olmayan,fikri derinliği olmayan slogan adamlar ürettik.

Fon şahıslar, romanda romanın temasını mesajını  üstlenen şahıslar, onların dışında cereyan eden bir umumi  hayatın ortasında dünyalarını inşa ederler. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur romanında  fon şahıslar vardır. Orhan, Nuri , Selim, Neyzen Emin Bey, Cemil bey, doktor, Nuran’ın annesi  birer fon şahıstırlar. Romana zenginlik, çeşitlik katarlar.

Romanın tutarlı karakteri Mümtaz’dır. Kararlar , tutumlar ve aksiyonu olan karakterdir. Okuyucuya  kılavuzluk eden, onu yönlendiren  yazarın sözcüsüdür. Yazarın beklentilerine umutlarına  cevap veren kişidir. Huzur romanında  anlatıcı üçüncü şahıstır. Yani yazarın sözcüsü romandan biri değildir, diğer tutarlı karakter bazen İhsan’dır. İhsan Batıyı iyi bilen , kültürlü bir insandır. Mümtaz ise ondan etkilenen  onun bilgisinden etkilenen biridir. Onun da hayata bakış  açısı , görüşleri , düşünceleri tesirlidir.

Romanda sabit kişiliği olan Nuran’ın kızı Fatma’dır. Annesini Mümtaz’dan kıskanır, romanın sonuna kadar devam eder bu tutum. Freud’in odipüs kompleksine benzer bu tutum. Diğer değişmez kişiler, İclal, Muazzez, Nuran’ın  annesi ve Yaşar’dır. İclal sürekli ayaklı gazete görevinde , Muazzez  Mümtaz’a sevdalı , Nuran’ın annesi pasif bir şahıs, Yaşar ise sürekli  ilaçlarla hayatına devam eden biridir.
Tanpınar’ın romanında Suat dejenere bir tiptir. Mizacı, karakteri , hayat görüşü  ve davranışıyla  romanın diğer şahıslarından  çok ayrıdır. İhsan’ın anlatımına göre isyan duygusuyla doğan insanlardandır. Demonik bir tiptir, meleksi yanı kalmamış veya çok az bir demoniktir. Aslında roman da demonik bir romandır. Suat için mesut olmak imkansızdır. Kendini öldürmek bütün ömrünce hasretini çektiği bir harekettir. Sensüel, isyankar, ve hastadır.

Suat, sarhoş, sefih her türlü ahlak kurallarının dışında  bir hayat sürer. Mecburiyetlerden hoşlanmaz, mutlak surette hür olmak isterse de bu da imkansızdır. Mümtaz’a yazmasını istediği  bir hikayede sadece kendini seven, herkese karşı fenalık yapan; hayvanlara, insanlara, her şeye karşı zalim olan, hiç kimsenin  saadetine tahammül edemeyen  bir tiptir.

Problematik tip, ünlü yorumcu eleştirmen Lukacs’ın roman alanına getirmiş olduğu bir terimdir. Muayyen bir  kadroyla sınırlandırılmaya çalışılan problematik kahraman  özel kahramanlardır, romanların tezleri onların omzundadır. Onların çözmek istediği sosyal, ferdi ve siyasi olaylar ve düğümler vardır. Hem kendileri problem hem de problemleri çözerler. Mümtaz bir problematik kahramandır, romanın başından sonuna kadar birtakım olaylar ve insanlarla mücadele eder. Ve çözmek zorunda olduğu problemlerle karşılaşır. Bu tipler problemlerle huzurludurlar.Karmaşadan huzur bulurlar. Psikanalitik açıdan deha veya ona yakın insanlardır. Dehalar karmaşık kişiler  ama kendilerini yöneten kişilerdir.

Romanda muhalif kişiler, romandaki gerilimleri yöneten, bir yerde tezleri karıştıran ama onların düzelmesi  içini gerekli kişilerdir.Roman meleksi bir edebiyat değil, bir demonik edebiyattır, ona şeytanı unsurlar karışır, karıştırılır kötü adamlar tarafından, kahraman bu şeytansı unsurları ayıkladığı oranda sonucu iyiye bağlar. Bütün dini ve edebi fiktif metinlerde demonik yan vardır. Adem baba şeytana uyduğu anda meleksi tipten demonik tipe iner ve Cennetten indirilir, bütün hayatı bütün insanlara prototip olarak meleksi  yanı ile demonik yanı arasında kavga ile geçer, demonik yanını kovan insan veya roman tipi tekrar cennetine döner. Bu dünya romanının gelişmez çizgisidir. Romanda Suat, Adile Hanım ve Fatma  sürekli engeller çıkarırlar, onların tavırlar romanın tek düze olmaktan çıkarır.

Romanın  aksiyonu yüksek frekanslı olaylardan oluşmaz, aksiyon Mümtaz ile Nuran’ın duygusal hayatında hafif eğrileri olan bir düzlüktür,  hastalık ve çaresizlik, ümitsizlik, huzursuzluk  gibi zihinsel vaka tipleridir aksiyonu yapan. Romanın tek olağan dışı aksiyonu Suat’ın intiharıdır.  Huzur da iç aksiyon dış aksiyona hakimdir. Realist vakalardan oluşur aksiyon, vaka örgüsü de öyledir. Hayat Mümtaz’ın kafasındaki pembeliğe göre düzenlenemez, bunu romancı da olaylar ve sonuçla ortaya koyar. Hayat  hiçbir zaman sonuçları önceden belirlenen bir dek düzeliğe sahip değildir. Tıpkı Huzur daki gibi. Romanın olaylar zincirinde önemli şeylerden biri ölüm biri de intihardır. Romanımızın kıvamını bulmamış iki önemli olayıdır ölüm ve intihar. Ruhsal açıdan tatmin olamayan aydın tipi ölümden korkar hatta intihar vadilerinde dolaşır. Bunu biraz da devrin ölüm karşısındaki tutumuna bağlamak gerekir. Bunu Tanpınar yazılarında daha farklı anlatır. Ölüm ebediyet vadisinin kapısıdır ama sadece dünyaya göre mutluluğu düşünen insanlar için bir kaostur.

Zaman

Tanpınar zamanı şiirlerinde ve romanında incelemiştir. Ne İçindeyim Zamanın şiiri zamanın hem felsefi hem de edebi bir yorumudur. Adalet Ağaoğlu , Tanpınar’ın  Huzur’da parçalanmış zamanı anlattığını söyler. Romanlarında ise geçmişi yeniden postmodern bir şekilde gözler önüne serer.Ayrıca romanda geriye dönüşler ve yaşanılan şimdiye gelişler türünde zaman tasarrufları vardır.

Tanpınar  Huzur romanını  Mümtaz’ın bakış açısı ile anlatır. Bazan da Mümtaz’ı aşarak tanrısal bir bakış açısı kullanılır. Yorumlar daha sanatlı olarak verilir, bakış açısı içinde.Tanpınar’ın romanı ayrıntıların romanıdır, dikkati keskin olan romancı özellikle nesneler, olaylar ve insanlara  mikroskobik gibi bir  gözle bakar. Tanpınar’ın Huzur romanı durağan bir roman olduğu için çatışmalar statiktir.Aksiyon romanları gibi çatışmalar onda yoktur.Çatışma kahramanın psikolojisindeki kırılmalar ve hayal kırıklıklarında belirginleşir. Bunlar  iç çatışmalardır.Tanpınar’ın romanında dekor resimdeki fon gibidir, umumiyetle dekor istanbul’a estetik gözle bakan romancı şairin gözlemleridir. Romanda bir zaman öğesi ise gece vaktidir. Gece romanda önemli bir zaman dilimidir. Romanın merak unsuru Mümtaz ile Nuran’ın arasındaki ilişkilerin geleceği konusudur.  Romanda maske Mümtaz’dır , yazar kendini onun maskesinin altından ifade eder. Yazar ile Mümtaz arasında benzerlikler çoktur. Tanpınar’ın ruhu romanın kurgu ve kanevasına yansımıştır. Tanpınar’ın romanları nehir roman roman flue olabilir, çünkü birbiri ile ilgili şahıslar vardır. Mahur Beste, Sahnenin Dışındakiler, Huzur nehir romanın parçalarıdır.Romanın yapısı az da olsa orantılı ve simetriktir. Fakat sonucu önceden belirlenen bir simetri değil, yaşanan hayata giydirilen bir gömlek gibi simetri.

Romanın teması ülkenin son yüzyılda karşılaştığı batılılaşma sorununun nasıl olacağı, insanların ve özellikle aydınların batı ve doğu karşısındaki tutumları , kimlik ve karakter sorunlarıdır. Onun batılılaşma sorunu karikatür değil bir yaşam tarzı , batılı değerlere önem vererek yaşamaktır. Tarihe, kültüre , sanata, sevgiye önem vererek bir kişilik kazanmak ve yaşamaktır. İki dünya arasında bir yerde nasıl durulması gerektiği konusu anlatılır, ama tam bir sentez olduğu söylenemez. Tanpınar’ın sentezinde duygusal ilişkiler kültür ve sanatın nisbi bir yeterliliğinin yanında sanatlı  bir evren yorumu yoktur. İnsanlar koca kainat içinde kişisel hazlarının baskısında yaşarlar, daha çok bedene bakarlar, kainata semaya bakamazlar. İnsanın evren ile bir uzlaşma ve armonik bir bütünlük içinde olmasını anlatmaz. Yahya Kemal mektebinin en büyük eksiği evren yorumundaki yetersizlikleridir. Sanatsal duygularla yaşama ana evrenin sanatı karşısında suskunluk.

Huzur bir neslin prototipi olan Mümtaz’ın huzuru ararken düştüğü huzursuzluktur, çünkü aramayı büyük yapan aramak için alınan maddi manevi  teçhizatın yeterliliği ve yetersizliğidir.