Talebelerimi İslam için yetiştiriyorum

Talebelerimi İslam için yetiştiriyorum

Bâbıâli Sohbetleri'nde konuşan hattat Hasan Çelebi, 'Talebelerimi İslam sanatını yaymak için yetiştirdim.' dedi.

Risale Haber-Haber Merkezi

ESKADER'in Bâbıâli Sohbetleri'ne konuk olan Şeyh'ül Hattatin Hasan Çelebi, 'Ecdadın kullandığı mükemmel malzeme ve geliştirdiği püf noktalarına henüz ulaşamadık. Oysa dünyadaki hat sanatının kökü buradadır.' dedi. Çelebi, konuşmasında hedefinin İslâm sanatını yaymak olduğunu belirterek, ''Talebelerimi İslâm sanatını yaymak için yetiştirdim.' diye konuştu.

Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği (ESKADER)'nin kesintisiz faaliyeti Bâbıâli Sohbetleri, Timaş Kitapkahve'de bu hafta yaşayan Hat üstadımız Hasan Çelebi'yi ağırladı. Şeyhü'l Hattatîn olarak anılan Hasan Çelebi'nin sanat hayatını, hat sanatının inceliklerini ve ders aldığı meşhur hocaları anlattığı programı klasik sanatlara gönül vermiş bir isim olan Ayşe Emine Sultan Çelik yönetti. Hattat ve ebru üstadı Fuat Başar, ebru üstadı Hikmet Barutçugil, hattat Savaş Çevik, hattat Kâmil Nazik, edebiyat profesörü Cihan Okuyucu ve kültür tarihçisi Dursun Gürlek de sohbet programını takip edenler arasındaydı ve program sonunda kısa konuşmalarla katkıda bulundular. Üstadların karşılıklı hâtıraları canlanırken vefat etmiş büyük hat üstadlarını da bir bir anarak minnet duygularını ifade ettiler. Programı kalabalık bir kitle ilgi ile takip etti.

Toplantının açılış konuşmasını gerçekleştiren Mehmet Nuri Yardım, hat üstadı Hasan Çelebi vesilesiyle yaşayan üstadlarımızı bir araya getirmenin de mutluluğunu yaşadığını belirtirken Hasan Çelebi'ye ortak kanaat ile de 'Şeyh'ül Hattatin' demek gerektiğini, Hamid Aytaç ve Ali Alparslan'ın ardından günümüzde hattın zirvesini temsil ettiğini ifade etti ve 'Yaşayan üstadları tanımak ve dinlemek büyük bahtiyarlık. Günümüz gençliği ve klasik sanatlara ilgi duyanlar, onların sözlerinden ve varlığından feyz almalıdır.' dedi.

Programın sunumunu gerçekleştirmek üzere söz alan Ayşe Emine Sultan Çelik, 'Kur'an-ı Kerim sayesinde hat, tezhip, ebru ve minyatür gibi sanatlar hayatımıza girmiştir. Hattın yaşayan en büyük üstadı Hasan Çelebi, Hamid Aytaç, Halim Özyazıcı ve Kemal Batanay gibi hat üstadlarından ders almış ve sanatını ilerletmiştir.' dedi ve Hasan Çelebi'nin kısa biyografisini sunarak hat sanatına nasıl başladığı sorusu ile sözü Hattat Hasan Çelebi'ye bıraktı.

Tek çare İstanbul

Erzurum'un Kıraç köyünde doğduğunu ve doğduğu bu yerin yaşam şartlarının güçlüğünden dolayı adı gibi 'kıraç' bir yöre olduğunu anlatan Hasan Çelebi, yokluk ve İkinci Dünya Savaşı'nın sebep olduğu gergin ortam yüzünden yaşadıkları korkulu günlerin çocukluğunun biricik hâtırası olduğunu ifade etti. Yiyecek, kıyafet gibi en temel ihtiyaçları karşılamanın bile çok güç olduğu o çocukluk günlerinde okul imkânı olmamasından bir ilköğretim okulunda okuyamadığını ve köydeki gençlerin izinden giderek hâfızlık eğitimine başladığını söyleyen Çelebi, ilmî terbiye almanın ve sanatı tanımanın mümkün olamadığı bir eğitim süreci yaşadığını dile getirerek şöyle devam etti:

'Bu yoklukları anlatmamın sebebi bugünkü rahatlığın kıymetinin bilinmesi içindir. Okula gitme imkânım olamadı. Hâfızlığın ardından İstanbul'a gelmekten başka çare yoktu. İstanbul ise bugünkü gibi Anadolu ile arasında büyük farklar olan bir şehir değildi. Yine bugünkü gibi talebelere yardım eden zenginler de yoktu. 1954'te gördüğüm İstanbul, Anadolu'dan çok farklı değildi. Burada Üçbaş Medresesi'ne yerleştim. Hattat Mustafa Râkım Efendi'nin türbesine yakın bir yerdir. Medreseye girdiğim gün benim için bayram gibiydi. Kıyafetlerimiz son derece pejmürde idi. Kış günlerinde sırılsıklam olurduk ve kıyafetlerimizi kurutamazdık bile. O medresede 6 ay kaldım. Hâfız olanları başka mekâna gönderdikleri için bahar günlerinde İsmailağa Medresesi'ne yerleştim. Medrese harap olduğu için kaldığımız hücreleri tamir ediyorduk ve ıslak sıvalı odalarda uyumaktan zatürree başlangıcı teşhisi kondu. Üsküdar'daki Çini Camii'nin medresesine gönderildim bu yüzden.'

1956'da müezzinlik imtihanlarına girerek kazanmasının ardından Mihrimah Sultan Camii'ne müezzin olarak atandığını söyleyen Hasan Çelebi, caminin kubbesindeki yazıları cemaatin olmadığı vakitler boyunca hayranlıkla seyre daldığını ve hat sanatına duyduğu sevginin o zamanlarda filizlendiğini, hat alanında bilgi sahibi olmaya başladığında yazıların Hattat Muhsinizade'ye ait olduğunu öğrendiğini belirtti. O sıralarda 'ayaklı kütüphane' lâkabı ile anılan bir usta efendinin yazı yazdığına şahit olduğunu, ancak hayranlıkla izlediği halde yanına sokulamadığını ifade eden Çelebi, 1960 Darbesi'nin ardından Anadolu'ya gönderilerek üç yıl boyunca İstanbul'dan ayrı kaldığını, dönüşü ile birlikte Nasuhi Mehmet Efendi Camii'nde göreve başladığını, bu sebeple meşhur 'Taşçı' Yusuf Usta ile tanıştığını belirtti.

"Malzemelerin içine kimya karıştı"

Evi ve aileyi unutacak kadar şiddetli bir aşkla hat sanatına bağlandığını anlatan Hasan Çelebi, Halim Özyazıcı ve Hamit Aytaç'ın o dönemlerde bu işi zoraki yürüttüğünü vurgulayarak 'Çünkü takdir yoktu. Talep olmadığından arkalarından çok eser kalamamıştır. Halim Özyazıcı'nın koleksiyonu Topkapı Sarayı'na bağışlandı. Halim Hoca'nın kendine has ve benzeri bulunmayacak bir kabiliyeti vardı. Harf İnkılabı ile birçok hattat işsiz kalmıştır. Hamid Bey'in üç yüz olarak belirttiği bu sayı, çok iyi hattatların yanında vasat olanları da kapsıyordu.' dedi. Hat sanatında kullanılan malzemeler hakkında da detaylı bilgiler veren Çelebi, Kazasker Mustafa İzzet Efendi döneminde kurşun kalem bile yokken bugün hattatların kullanabileceği mikromilimetrik malzemelerin üretildiğini söyledi.

Hasan Çelebi'nin konuşmasının ardından Savaş Çevik, bugünkü neslin bu sohbetleri çok iyi değerlendirmesi gerektiğini ve değerini anlamaya mecbur olduklarını söyleyerek 'İslâm sanatları her geçen gün gelişme gösteriyor.' dedi.