Tadımlık ziyafet sofrası

Yazımız, Risale-i Nur eğitim programımızın “Öldükten Sonra Dirilişin ve Ebedî Hayatın Varlığının İspatı” isimli bölümünün bir parçası ve  Onuncu Söz-Haşir Risalesi’nin 1., 2. ve 3. “Suret”inin izah metnidir.

(Sunulan hakikatlerin tam olarak hissedilerek pekiştirilmesi için, eser metnini de içeren görsel destekli ders videosunu da yazının sonundaki adresten izlemenizi tavsiye ediyoruz.)

Tadımlık Ziyafet Sofrası (Onuncu Söz-Haşir Risalesi İzahı-Keşif Yolculukları Risale-i Nur Eğitim Programı Dersleri-51)

(Eserin Metni) Birinci Suret: Hiç mümkün müdür ki: Bir saltanat, bâhusus böyle muhteşem bir saltanat, hüsn-ü hizmet eden mutilere mükâfatı ve isyan edenlere mücazatı bulunmasın. Burada yok hükmündedir. Demek başka yerde bir mahkeme-i kübra vardır.

(İzah Metni) Bir saltanatın temel özelliği geniş çaplı bir daireyi idare etmek, o dairede hüküm sürmek ve hâkimiyet dairesi içindekileri emri altında bulundurmak ve geçerli düzenin devamını sağlamaktır. Düzeni ihlal edenlere müsaade edilmemesi ve işleyen intizamın devamına hizmet edenlerin menfaat görmesi, hâkim bir idarenin varlığının tabiî bir sonucudur. Çünkü bununla o saltanat, varlık sebebinin en zorunlu gereğini yerine getirmiş olacağından, eğer böyle bir muamelenin eserleri görünmüyorsa ve söz konusu hâkimiyet ve saltanatın varlığının inkârı; eserleriyle mevcudiyetini gösterdiğinden mümkün görünmüyor ise, bu durumda, gerekli muamelenin göz önünde bulunmayan başka bir mekânda icra edildiğine veya edileceğine hükmetmek gerektir.

(2. ve 3. “Suret”in İzah Metni- Tadımlık Ziyafet Sofrası)

Bir hakikat, zarurî olarak gerektirdiği temel özellikler ile beraber mevcut olabilir ve mevcudiyetini devam ettirebilir. Eğer kendi varlığının tabiî neticelerini ve eserlerini göstermiyor ise, o hakikatin yokluğuna hükmedilebilir. Fakat o hakikatin mevcudiyetini keşfetmemizi sağlayan eserleri ve delilleri devamlılığını sürdürüyorken, diğer taraftan o hakikatin kendisinden ayrılmaz kabul edilen bazı zorunlu gereklerinin kısmen vücuda gelmediğine şahit olunuyorsa, o halde görüş alanımızın dışında kalan bir mekân ve zaman diliminde ve başka şekillerde kendi hakikatinin lâzımını yerine getirdiğine ve o şekilde hükmünü icra ettiğini veya edeceğini kabul etmek, çok yerinde bir aklî çıkarım olabilir.

Aynen fuar misalimizde olduğu gibi, bir yerde harika sofraların, ziyafetlerin kurulduğunu görüyorsak, sofrayı kuranın kerem sahibi, ikram etmeyi seven biri olduğu anlaşılır. Hâlbuki bir de baksak ve görsek ki, sadece tattırıp kimseyi doyurmadan sofradan kaldırıyor.

Bu durumda iki şık akla gelir: Ya bu kişi çok oyuncu ve sadist biridir veya bir başka yerde asıl sofrasına davet ediyor, hevesleri uyandırıyor, oraya teşvik ediyor ve orada doyuracak.

Hem bir memlekete baksak ve görsek ki, o memlekette hükmedenin şeref ve itibarını gösteren mükemmel bir düzen ve şaşmaz bir intizam var. Fakat ortalıkta serseri gibi dolaşan başıbozuk ve düzen tanımazlar da serbestçe geziyorlar, her türlü zulmü pervasızca ve ceza almadan işliyorlar ve onlara çok dokunulmuyor.

Yine iki şık var: Ya bu göz önündeki düzenin sahibinin böyle zalimlere müsaade edecek kadar –hâşâ- karaktersiz olduğuna (Aşağıdaki ara nota bakınız) veya o zalimlerin suçlarının büyüklüğü sebebiyle o küçük merkezde lâyıkıyla ceza vermek mümkün olmadığından, onları başka yerdeki büyük mahkemesine havale ettiğine ve o surette adaletini gösterip, haysiyetinin gereğini orada yapacağına hükmedilecek. İlerleyen bölümlerde “suret”lere işaret eden “hakikat”lerin bahsine geldiğimizde söz konusu hakikatlerin zıtlarına dönüşmelerinin veya yokluklarına hükmedilmelerinin nasıl ve ne şekilde imkânsız olduğu açıkça ispat edileceğinden bu noktanın izahını oraya havale ediyoruz.

Yukarıdaki “Karaktersiz” Kelimesi Hakkında Önemli Bir Ara Not: Bu tarz uygunsuz ve çirkin tabirleri, Peygamberimiz ve Allah hakkında kâfirlerin ithamlarını ve bu yöndeki fikriyâtını çürütmek için Bediüzzaman’ın kendisi de kullanmıştır. Mektubât isimli eserinde 26.Mektup içinde yer alan “Şeytanla Münazara” bahsinde mecburiyetle o uygunsuz tabirleri kullandığını şöyle ifade ediyor: "Kur'an-ı Hakîm, kâfirlerin küfriyatlarını ve galiz (çirkin) tabiratlarını ibtal etmek için zikrettiğine istinaden, ehl-i dalaletin fikr-i küfrîlerinin bütün bütün muhaliyetini ve bütün bütün çürüklüğünü göstermek için şu tabiratı farz-ı muhal suretinde titreyerek kullanmağa mecbur oldum." Biz dahi aynı gerekçeyle bu tarz tabirleri kullanmayı lüzumlu gördük. Hatta Haşir Risalesi’nin ilerleyen sayfalarında da yine Üstad Bediüzzaman’ın kendisi "sefih bir oyuncu, gaddar bir zalim" tabirlerini -haşa sümme haşa- kaydıyla Allah için kullanıyor. Bu tabirlerin mecburiyet tahtında kullanılmasının sebebi, âhireti inkâr etmenin Allah’a ne kadar çirkin bir iş atfetmek anlamına geldiğini etkili bir şekilde ortaya koyabilmek içindir. 

Keşif Yolculukları Risale-i Nur Eğitim Programı Ders Videosu: (Tadımlık Ziyafet Sofrası) 

https://youtu.be/9Y9p9NcZrho

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.