Mutlakın peşinde

Ayet’ül Kübra’nın ikinci babının ikinci menzilindeki bahislerden üçüncüsü toparlanması ve anlaşılması oldukça maharet isteyen bir bahis. Cümleyi alalım ”Mevcudatın ve bilhassa nebatat ve hayvanatın sürat-i mutlaka içinde kesret-i mutlaka ve intizam-ı mutlak ile suhulet-i mutlaka içinde gayet hüsnü sanat ve meharet ve ittikan ve intizam ile ve mebzuliyet-i mutlaka ve ihtilat-ı mutlak içinde gayet kıymettarlık ve tam imtiyaz ile icadlarıdır.” 
 
Cümlenin odağında mutlak kelimesi var. Kelimeler de insanlar gibidir. Mutlak kelimesi başına kaynar sular dökülmüş ve dökülmekte olan bir kelimedir. Düşünce, felsefe, dinler tarihi, edebiyat ve sanatın en müşkül kelimelerinden biridir veya birincilerindendir. Mutlak kelimesi beşeri dinlerin giremediği bir büyük okyanus. Orada sayısız insan, düşünen, boğulmuş, kenarda köşede kalmışlar. Çünkü Bediüzzaman’ın bir sözü var adeta insanın veya düşünen insanların mutlak karşısındaki çıkmazını anlatır. “Hakikat-ı mutlaka  mukayyedenzar ile ihata edilmez.” 
 
Allah bir mutlak hakikattir, isimleri, fiilleri, sıfatları bu mutlaktan yansımalardır. Kayıtlı olan kimdir, mukayyedenzar, yani nazarı sınırlı olan demek. İnsan ve onun düşüneni durumunda olan güya filozoflar sınırlı nazarları olan varlıklardır. Onlar Allah ve ona ait mutlak hakikatleri sınırlı kabiliyetleriyle anlayamazlar. Filozofların dehalarından İbn-i Sina haşir konusunda bahsin akıl ile tartılamayacağını söyler, çünkü bir akıldır, mutlakı anlayamaz. Ama Bediüzzaman bütün mutlak hakikatleri tahlil eder şubelere ayırır insanın anlayacağı cüzlerden bahsi aklın anlayacağı düzeye getirir. Haşir gibi bir mutlak hakikati anlatırken bahsi otuz üçe bölüp onu insanın kayıtlı nazarına yaklaştıran bir büyük sentezci ve  çözümleyicidir. İslam ulemasının vadisinde akıl oynatamadığı, filozofların kaçtığı bir bahsi insanın gözüne sokacak kadar büyük bir çözümleyici zekadır. 
 
Felsefe tarihinde mutlak ile başlayan gördüğüm kadarı ile 10’a yakın kitap var. Hatta Balzac’ın Mutlak’ın Peşinde diye bir romanı var. Onun ne anladığı ayrı bir konu. Felsefede mutlakçılar diye ekol var. Bunlar kitaplı dinlerin mutlak varlık Allah fikrine yakın düşünen insanlardır, bu da ayrı bir bahistir. Bizde Necip Fazıl da mutlakın şairidir. Kendini bilinmezin kıyısında görür veya “gaibi kurcalayan çilingir“ olarak tarif eder. Gaip ile mutlak birbirinden birbirinin içinde kelimeler. Mutlakın görünen tesirleri var ama gaip ülkesi de insanın kayıtlı kabiliyetleri ile giremediği bir öte ülke. Şair de kendini gaibin kapısını açan değil kurcalayan olarak ifade eder. Çünkü daha ileri bir söz söylemekten çekinir. Risale-i Nur’un anlaşılması için kavramlar üzerinde zihin yoran ciddi istekli bir ekip gerekir. Çünkü yüzlerce tekrar edilen bu kelimenin sınırları insan zihninde kısmen takarrür etmelidir ki bu konu kısmen anlaşılsın. Mutlak ve Risale-i Nur’a yansımaları bir kitap olacak kadar büyük bir bahis.
 
Yukarıdaki  cümlede, üç defa içinde kelimesi kullanılmış. “Mevcudatın, nebatat ve hayvanatın sürat-i mutlaka içinde…” Bütün cümlede bir kere icad kelimesi kullanılmış. Baharda insanların nazarına arzedilen bitkiler, meyveler ve hayvanların icadında  yavaşlık yok, papatyaların  geçit resmi  başladı mı bir hafta içinde görünürler. Diyelim bir ay içinde sahneden çekilirler. 
 
Bütün kaysılar aynı hızda sahneye çıkmak için çabalarlar, sahneye çıktıktan sonra da kendilerinden sonra gelecek olan diğer meyveler sıradadırlar. Geçit resmi onlar ile devam eder. Bediüzzaman bunları geçit resmine, Allah’ı ve insanı da temaşager seyirci olarak ifade eder. Yemek sonraki beşeri maksat ama asıl maksat  bir geçit resmi. Ayrıntısı On Yedinci sözde. Bütün bitkiler ve hayvanlar mutlak bir hızlılık içinde dünyanın da hızını bozmayacak, geçit resminin düzenini bozmayacak bir şekilde mutlak bir hızla gelir ve giderler. Yoksa bir laboratuvar maddesi olan her bitki ve hayvan, meyve laboratuvarda icad edilmeye kalkılsa maddeleri, elementleri bir araya belki getirilir ama onun biçim, tat ve koku ve ekonomisi nasıl yapılabilir? Vitamin hapları ile meyveler gibi. Bizim yaptığımız O’nun yaptığı.
 
Cümlenin kuruluşunda tezatlara dikkat çekiyor. Hem sonsuz sürat, hem sonsuz çokluk. Hem  mutlak intizam, sürat, çokluk ve intizam bir arada cereyanı zor olan bir fiil. Hız, çokluk ve intizam aynı genişlikte ve büyüklükte sağlanması zor içiçe filler. Hem çok, hem hızlı hem de intizamlı olmak zor. Bütün papatyalar aynı hızda, aynı bollukta hem de aynı intizamda. Bütün insanlar, aynı bollukta, aynı hızda, aynı düzenle, intizamla yaratılıyor. Üç fiilin genişliği aynı, çokluğu aynı, intizamı aynı. Bir de birbiri içinde yani tek tek değil sonsuz sayıda fiiller iç içe. Hızlı, çok ve intizamlı yaratılıyor. Üçüncüye bir de dördüncü fiil katılıyor. Mutlak kolaylık. Hızlı, çok, intizamlı ve kolay. Bir şey hızlı ve çoksa intizamı zor. Bir de kolay yapılması imkansız. Mutlak intizamda, mutlak hız zor, intizam ile yavaşlık arasında ilişki var ama burada hızlı, çok olan birşeyde intizam kolay sağlanmaz, ikisi de hızlı cerayan ediyor.
 
Mutlak kolaylık, mutlak intizam, mutlak hız, mutlak çokluk bir arada sayısız fiillerde. Bunu denetleyen ve yapan bir fiilin büyüklüğü. İşte bu Allah. Bediüzzaman bunu gözlem olarak yakalamış. Anlatmak ne kadar zor, gözlem olarak yakalamak ne kadar müthiş. Papatyalar bol, intizamlı, çok ve kolay yaratılıyor. Bu fiillerin dördünü bir arada yapmak ona has bir şey. Bu aslında Allah’ın sanatının felsefesi. Bu dört fiile yeni bir fiil daha ekleniyor. Gayet hüsnü sanat… Hem çok, hem kolay, hem intizamlı, hem bol, hem de tam bir güzel sanatla. Bir papatyanın cüzleri arasında simetri, orantı, mesafe gibi estetiğin unsurları gerçekleştirilmiş. Bu beş fiili birbirini tamamlayan bir yaygınlıkta yapmak. Hızlı, bol, intizamlı, kolay ve tam bir güzel  sanatla yapmak. Gel de işin içinden çık. İşte bu Allah. Musa heykelinin karşısında Mikelanj sanatının güzelliğinden “konuş ya Musa“ diyor. Şimdi birbiri içinde beş eylem ile gerçekleştirilen sayısız canlı ve bitki, bunlar konuşuyor ve Allah
diyor. 
 
Allahu Ekberin tekrarı ne kadar gerekli, bir anda bütün dünyada. Bu gereklilik bu fiillerden dolayı. Son derece güzellikten sonra üç sanat fiili daha var. Maharet, ittikan, intizam. Ustalıkla yapılıyor, güzellikle, sağlamlık ve güçlülük ve intizam bir arada yapılıyor.
 
Sürat, kesret, intizam, kolaylık… Bu dört eyleme dört sanat fiili dahil. Güzel sanat, ustaca yapılma, sağlam ve sapmasız ve intizamlı. Sekiz fiili bir arada bir canlıda değil birbiri içinde milyonlar canlıda gerçekleştirmek, işte Allah bu. Düşünmesi akla zarar, ya yapması? İşte Allah bu. Yeni bir dört fiil daha geliyor. Bu kadar sanatlı bir şey ucuz olmaz, sanatlı bir şey pahalı olur. Halbuki bu kadar sanatlı aynı zamanda mutlak mebzul, yani ucuz ama sanatsız değil. Sanatla ucuzluk bir arada olmaz. Ama hem sanatlı hem ucuz.
 
Birbiri içinde mutlak karışıklık şeklinde ifade edilmiş, bir metre karede çok değişik bitkiler ve çiçekler birbiri içinde karışık ama hem kıymetli hem de türünün farklılığını gösterecek şekilde yaratılmış. Gayet kıymetli ve gayet imtiyazlı. Toparlamaya çalıştım ama inşallah toparladım. Ne  kadar keskin ve ihatalı gören bir bakış açısı var Bediüzzaman’ın. Sanat-ı ilahinin derinliklerini bir arada tam on iki birbiri içinde birbirini tamamlayan şekilde anlatmak… Bütün sanat felsefecileri bir tek sanat eserinde tonlarca fikir söylüyor. Bediüzzaman sayısız sanat eserini bir arada nasıl yorumluyor? 
 
(Devam edecek)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum