Süleyman Çelebi ve Mevlid

Yazıldığı tarihten günümüze kadar sevgi ve heyecan hâlesi şeklinde ruhları kuşatan Mevlidin müellifi bulunan Süleyman Çelebi'nin doğduğu tarihi kesin olarak bilememekteyiz. Nerede dünyaya geldiği, efrâdı, ailesi, tahsili, Mevlid'ten başka eserinin olup olmadığı, imamlıktan başka bir vazifede bulunup bulunmadığı hakkında ciddi bir bilgi mevcut değildir. Mevlidi tamamladığı zaman kaç yaşında bulunduğu bile eserindeki bazı mısralardan hareketle çıkarılan tahmini hesaplara dayanmaktadır.

Doğru olarak bildiğimiz tek tarih, "Vesiletü'n-Necât" adını verdiği Mevlid'in 812'de (M. 1409) Bursa'da tamamlanmış olduğu ve bir de Ulu camide imamlık yaptığıdır. "Ebced hesabı" ile vefatına tarih düşürüldüğü söylenen "râhati ervâh" terkibinin kimin tarafından ve hangi tarihte söylendiği kesin olarak bilinememektedir. Bu terkibin çözülmesi ile ortaya çıkan 825 (M. 1422) tarihi, tahminî hesabın tekrarı mahiyetindedir.

Mevlid manzumesinin yazılmasına âmil olan hadise: 

Süleyman Çelebi'nin Ulu camide imam bulunduğu sırada, kürsiye çıkan İranlı ve şiî mezhebine mensup bir vâiz, "Bakara" suresinin 285. âyetinde, mü'minlerin ikrârı olarak nakl olunan "Allah'ın peygamberlerinden hiç birini diğerlerinin arasından ayırmayız (hepsine inanırız)" meâlindeki âyeti kerimesini izaha çalışırken, Peygamberimiz Hz. Muhammed'i (sav) İsâ aleyhisselâmdan üstün tutmadığını söylemiş. Halbuki aynı sûrenin 253. âyetinin "O peygamberler (yok mu?) biz onların kimine kiminden üstün meziyetler verdik. Allah, onlardan biri ile söyleşmiş, birini de birçok derecelerle yükseltmiştir" sarih beyanında, enbiya arasında fark ve fazilet bulunduğu açıkça görülmekte olmasına rağmen, yapılan bu yersiz konuşma, cemaat arasında infiâl ve itirazlara yol açmıştır.

Naslara aykırı olarak kendisinin vazifeli bulunduğu camide yapılan bu konuşma, Süleyman Çelebiyi ziyadesiyle üzmüş ve gayret-i diniyyesini harekete geçirmiştir. Meselenin mahiyetini ilmî esaslara muvafık ve ehl-i sünnet mezhebine uygun bir biçimde açıklayan Süleyman Çelebi, konuşmacıya lâyık olduğu cevabı vermiş ve Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (asm) diğer peygamberlerden olan üstünlüğünü şu beyitler ile dile getirmiştir: 

Olmayıp İsâ göğe bulduğu yol 
Ümmetinden olmak için idi ol 
Çok temenni kıldılar 
Hak'tan bular Tâ Muhammed ümmetinden olalar 
Gerçi kim bunlar dahi mürsel durur 
Lik Ahmed efdal u ekmel durur 
Zira ol efdallığa lâyık durur 
Anı öyle bilmeyen ahmak durur. 


Kaleme alındığı tarihten günümüze kadar büyük bir iltifata mazhar olan, ellerde dolaşan ve dillerde terennüm edilen "Vesiletü'n-Necât", Arap dilinin grameri ile ilgili eserlerde "Mimli masdar" adı verilen ve "doğum zamanı, doğum yeri, doğmak" mânâlarında kullanılan "mevlid", halk arasındaki teâmül dikkate alındığı zaman, "Hz. Muhammedin (asm) doğum zamanı" mânâsında kullanılmaktadır.

İzahına çalıştığımız bu eserin büyük bir kısmı, kâinatın en yüce efendisi bulunan Resûl-i Ekrem'in (sav) kemâlâtını dile getirmekte olup altı kısma ayrılmaktadır.
1. ) Münâcât faslı,
2. ) Velâdet faslı,
3. ) Mûcizât faslı,
4. ) Mi'rac faslı,
5. ) Vefat faslı,
6. ) Duâ faslı.

Bu bölümlerden Münâcât kısmı, Cenâb-ı Hakk'ın birliğini ve kudretini, isimlerini ve sıfatlarını, âlemi ve Hz. Âdemi yaratmasını, beşerî hayatın tenâsül ve teselsülünü dile getirmektedir.

Allah âdın zikr edelim evvelâ 
Vacib oldur cümle işte her kula 
Birdir ol birliğine şek yok dürür 
Gerçi yanlış söyleyenler çok dürür 
Cümle âlem yok iken ol vâr idi 
Yaradılmışdan ğani cebbar idi.


Süleyman Çelebi; kaleme aldığı bu manzumede, edebî kabiliyetini ortaya koymaktan ziyade, İslâmî esaslara bağlılığını, ehli sünnet ve'l-cemaate uygun bir biçimde dile getirmekte; şâirâne tasvirler ile âlimâne tabirleri âriflere yakışır tarzda sıralamakta ve şu beyitleri terennüm etmektedir: 

Ger Muhammed olmayaydı ayan 
Olmayiserdi zeminü âsümân 
Andan oldu her nihân ü âşikâr 
Arş ü ferş ü yer ü gök her ne ki var 
Ger Muhammed olmayaydı ey yâr 
Olmaz idi ây ü gün leyl ü nehâr 


Süleyman Çelebi, "Vesiletü'n-Necâf" lirik bir coşku ve manevî heyecan hislerine müstağrak bir hâlde iken yazmışsa da, dinî ölçüleri şairâne tasvirlere kapılarak aslâ zedelememiştir. O; bir kelâm âliminin mütefekkirâne durgunluğunu, bir mantık bilgininin mukayeseye dayalı hükümlerini, gönül eri bir ârifin vecd ve heyecânını buketleştirdiği beyitler içinde sunmakta ve şöyle seslenmektedir: 

Aşkıla gel imdi Allah idelim 
Derdile göz yaşile âh idelim 
Ola ki rahmet kıla ol pâdişah 
Ol Kerim ü ol Rahim ü ol İlâh 


Müellif merhum, âyet ve hadislere telmihler yaparak furuk-u dâlle'nin sapkınlıklarını ve kâinâtın kadim olduğunu iddia eden felsefecilerin sakat görüşlerini şu beyitler ile tenkit etmektedir:

Cümle âlem yok iken ol vâr idi 
Yaradılmışdan ğani Cebbâr idi 
Vâr iken ol, yok idi ins ü melek 
Arş ü ferş ü ay güneş hem nüh felek 


Vesiletü'n-Necât'ın tamamı 732 beyitten meydana gelmiş olup "mesnevî" tarzında yazılmış bulunmaktadır. Büyük çaptaki hikâyeleri nazım yolu ile anlatmaya en müsait yol da budur. Mevlid'in ekserisi "Fâilâtün fâilâtün fâilün" veznindedir. Bundan başka 42 beyitlik bir parça (Kaside-i Melîha), aynı vezinde olmakla beraber, "kaside" tarzında yazılmış bulunmaktadır.

"Tutdı cihânı serteser envâr-ı Mustafa 
Çün kim belirdi dünyede esrârı Mustafa" 
beyti ile başlayan on beyitlik bir parça da "gazel" tarzında ve "Mefûlü fâilâtü mefâilü fâilün" vezninde kaleme alınmıştır. Böyle hareket etmekle hem çeşitleme yoluna gidilmiş hem de yeknesaklık dışına çıkılmıştır.

Eserin anlaşılması gâyet kolay ve benzerinin yazılması çok zor olduğundan dolayı Mevlid, "sehl-ü mümteni" tarzında bir manzume olmaktadır. Osmanlı şâirlerinden Nâbi, bu tarzda şiir yazmayı başarmışsa da Süleyman Çelebi bu usûlün zirvesine taht kurmuş bulunmaktadır. Ziya Paşa, Süleyman Çelebi'nin bu sanat dehâsını şöyle dile getirmektedir: 

Yâ Rab o ne sûziş, ol ne sözdür,
Sûrette gerçi sâde sözdür,
Aşk u sühan anda müctemidir,
Baştan başa sehl-ü mümtenidir,
Dört yüz seneden beri efâzıi,
Bir söz demedi ana mümâsil! 

Müslümanların Mevlid manzumesine gösterdiği bu üstün alâka; güftesinde bulunan mânâ zenginliği ve tasvirlerindeki ifade derinliği ile müellifinde meknûz üstün ihlâsa bağlanmalıdır. Süleyman Çelebi'den sonra açılan mevlid yazma çığrında nice kudretli şâirler bu yolda çalışma yapmışlar ve değerli eserler yazmışlarsa da, hiç birinin eseri "Vesiletü'n-Necât'ın kâ'bına ulaşamamıştır.

Sinan oğlunun, Kâdî Darir'in, Hamdî'nin, Ebü'l-Hayr'ın Halil'in ve hele "Merhaba" bahrini de ihtiva eden "mevlid"in yazarı şâir Ahmed'in eserleri "Vesiletü'n-Necât" seviyesinde bir itibara ulaşamamıştır. Bu değerli eserler bir vücudun parçalarına teşbih edilip kimine kol, kimine sadır ve kimine baş denilse, Süleyman Çelebi'nin eserine "Baştaki taç" demek mübâlağalı bir laf olmayacaktır.

Süleyman Çelebi'nin Peygamberimize duyduğu aşkını ifade eden Mevlit, bir ibadet şekline dönüştürülmemelidir.

Mübarek gün ve gecelerde farz ibadetmiş gibi görmek, bay bayan karışık mevlit okumak ve okutmak kesinlikle İslama aykırıdır.

Mevlit merasimleri adeta bir ticari kaynak haline getirilip ölülerimizin ardından okutulması da uygun değildir.

Ölçümüz Kur'an ve Sünnet olmalıdır. Mevlidi de amacının dışına çıkarmamak gerekir.

Hele Mevtanın yedinci, kırkıncı ve elliikinci günleri adı altında bazı gün ve gecelerde bu tür merasimler yapmak dinimizde kesinlikle yoktur. Bidattir.

Uğruna hayatını adadığı yüce Peygamberimize (asm) ümmet olmanın değerini ifade eden bir beyti ile yazımızı noktalamak isteriz: 

Ümmet isen anın ahlâkını tut 
Tâ ki ümmetlik kıla sende sübut 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum