Şükür Yazıları: 4 - Said Nursî Kastamonu’da nelere şükretti?

Said Nursî Eskişehir hapsinden tahliyesinden sonra 1936 senesinde Kastamonu’da mecburî ikamete maruz bırakılır. Önce karakolda aylarca tutulur ve sonra karakol karşısında, perdelerini kapatmasına bir izin verilmeyen bir evde ikamet ettirilir. Isparta ve civarındaki Nur Şakirtlerine yazmış olduğu bir mektubun iki sene sakosunun cebinde kalıp da gönderememiş olması haberleşme haklarının elinden alındığının bir küçük numunesidir.

İçinde bulunduğu bu ağır şartlara rağmen Sadi Nursî’nin mektublarında şekva kelimeleri değil şükür ve hamd kelimeleri vardır. Kendine zulmedenleri değil, imana muhtaç gönülleri muhatap almıştır. Zalimlerin zulmünün kökü ve dayanağı olan küfrü çürütmekle meşguldür.

Kastamonu Lahikasında “şükür” kelimesi altmış defa geçmektedir. Bunların çoğu Said Nursî’nin Cenab-ı Hakk’a şükrünün ifadeleridir. Az bir kısmı şükre dair kaideleri bildirir. Bir kızmı da talebelerin mektublarındaki ifadelerdir.

Şimdi sadece Bediüzzaman Said Nursî’nin şükrüne vesile olan hususlara bakacağız. Tahammülü oldukça zor o şartlar altında iken Said Nursî neler için Cenab-ı Hakk’a şükretmiştir?

Kastamonu Lahikasındaki mektublarında Said Nursî hangi nimetler için şükrettiğini böyle ifade etmiştir:

  • Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür ve hamdederim ki … Sizin ile otuz bine mukabil gelen otuz Abdurrahman’ı, belki yüzotuz, belki bin yüzotuz Abdurrahman’ı Risalet-in-Nur’a ihsan etti.
  • Hâlık-ı Rahîm, muarızların tazyiklerine karşı bana kuvvetli bir sabır ve tahammül ihsan etti.
  • Şamlı Tevfik’in ihtiyatını takdir etmekle beraber, eski kıymettar hizmetlerinin onun defter-i a’maline dâimî bir surette yazı yazmaları için, o dahî dâimî çalışması gerekti. Şükür yine, elmas kalemiyle vazifesine başlaması, ruhumu ümidler ve iştiyaklarla neş’elendirdi; Barla hayatını hasretle hatırlattı.
  • Eski zamandan beri hiçbir cemaat, Risale-i Nur’un şakirdleri kadar hak ve hakikat mesleğinde pek çok iş görmekle beraber, pek az zahmetle kurtulmamışlar. Bizim hizmetimizin ondan birini yapanlar, zahmetimizin on mislini çekmişler. Demek biz daima “şükür elhamdülillah” dedirten bir haldeyiz[i].
  • Kabil-i tahammül olmayacak çok zahmetlere maruz olduğum halde, (şiddetli kışta soğuk bir odada bulunmam, üç hâzin gurbet, üç asabî hastalık, bütün bütün yalnızlık ile kabil-i tahammül olmayacak çok zahmetler[ii]) Halıkı’ıma hadsiz şükür ederim ki, her derdin en kudsî dermanı olan imanı; ve iman-ı bilkaderden, kazaya rıza ilacını imdadıma gönderdi, tam sabır içinde şükrettirdi.
  • Hadsiz şükür ve hamd-ü sena olsun ki; Risalet-ün Nur gittikçe parlak, hârikane fütuhat-ı imaniye yapar[iii].
  • Hâlık-ı Zülcelal’e hadsiz hamd ve şükür olsun ki, sizin gibileri Kur’an-ı Hakîm’e hâdim ve Risale-i Nur’a şakird eylemiş[iv].
  • Hâlık-ı Rahîm’e hadsiz şükür ederim ki; sizler gibi sebatkar ve fedakar kardeşleri Risalet-ün Nur’a sahib ve naşir eylemiş[v].
  • Hadsiz şükür ve sena olsun ki; Rabb-i Rahîm sizleri Risalet-ün Nur’a hâmi, naşir, sahib, şakird eylemiş[vi]
  • Cenab-ı Hakk’a yüzbinler şükür ve hamdolsun; sizin gibi sâdık, ciddi, faal zâtları Risale-i Nur’un etrafında toplayıp bağlamış; iman ve Kur’an hizmetinde kuvvetli ve nurlu kalemlerini çalıştırıyor[vii].
  • Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki, gittikçe Risale-i Nur’un fütuhatı ziyadeleşiyor.
  • Cenab-ı Hakk’a yüzbin şükür ediyorum ki; bu iki kusurumu[viii], kuvvetli bir ihtar-ı manevi ile ıslah etti. يُبَدِّلُ اللّٰهُ سَيِّـَٔاتِهِمْ حَسَنَاتٍۜ sırrına mazhar eyledi[ix].
  • Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki; Tahir ve Abdullah Çavuş o endişemi tamamıyla izale ettiler, büyük bir teselli bana verdiler[x]. (Üstad, İslamköy ile Kuleönü arasında bulunan ve Sıddık Sabri ve Lütfü gibi talebeleri yetiştiren Atabey Karyesinin neden geri kalıp söndüğünü düşünmektedir. )
  • Cenab-ı Hakk’a yüzbinler şükür olsun, Risale-i Nur’un tamam kıymetini, o köyün mübarek vâlideleri ve hanımları tamam anlamışlar[xi]. (Said Nursî, bu konu ile alakalı olarak Sava Köyünden aldığı mektubun kendisini sürur yaşları ile ağlattığını aynı mektubunda ifade ediyor. )
  • Böyle kuvvetli kalemleri Risale-i Nur’a ihsan eden Cenab-ı Hakk’a yüzbinler şükür[xii].
  • Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki, gayet şiddetli ve dehşetli hastalığım, gayet merhametli ve çok sevaplı olarak afiyete yerini bırakıp gitti[xiii].
  • Hem Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür ve hamdediyorum ki; sizlerin bu defaki hediye-i Ramazaniyeniz olan çok güzel nüshalarınız; bu bayramımı çok bayramları birden toplayan bir külli bayram hükmine geçti[xiv].
  • Cenab-ı Hakk’a şükür ki; mektublarınız ve Âtıf Hasan’ın gelmesiyle o endişe zail oldu. (Said Nursî, Şuhur-u Muharreme’den sonra, bahara yakın dünya hayatının gafleti bir derece fütur vermesi ve bazı sarsıntılar, hastalıklar ve askerliğe gitme cihetinden Risale-i Nur’un hizmetine bir derece zaaf gelmiş diye endişe etmekte iken mektublar ve Hasan Atıf’ın gelmesi ile müferrah olmuş şükretmiştir)
  • Cenab-ı Hakk’a Risale-i Nur’un hurufatı adedince hamd-ü sena ve şükür olsun ki; bu defa manevi galebesiyle o zâlimane ve zulmetkarane perdeyi parçaladı. Az bir zahmetle büyük bir ücret ve geniş bir fütuhata zemin hazırladı.
  • Cenab-ı Hakk’a şükür ki; Risale-i Nur bu müthiş tahribata karşı, girdiği yerlerde mukavemet ediyor, tamir ediyor.
  • Cenab-ı Hakk’a yüzbinler şükür olsun ki, Risale-i Nur kendi kendine tevessü ediyor. Her tarafta fütuhatı var[xv].
  • Evet size iliştikleri gibi, bize de ayrı ayrı suretlerde tecavüzlerini ihsas ediyorlar. Fakat Cenab-ı Hakk’a şükür ki, onların tecavüzleri aks-ül amel nev’inde, Risale-i Nur’un fütuhatına yardım ediyor.
  • Velhasıl; bir kapı kapansa, inayet-i İlahiye daha parlak kapıları Risale-i Nur yüzünden açıyor, yol veriyor. Risale-i Nur’un mektub ve melfuz hurufatı adedince Cenab-ı Erhamürrahimîn’e hamd-ü sena ve şükür olsun… هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّ۪ي۠
  • Cenab-ı Hakk’a şükür, Isparta ve havalisi kahramanları çelik gibi bir metanet göstermeleri, sair yerlerin de kuvve-i maneviyelerini takviye ediyorlar.
  • Cenab-ı Hakk’a şükür, sizin kesretli kalemleriniz matbaaya ihtiyaç bırakmıyor.
  • Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür ki, bu dehşetli fırtınalar onları ve sizi sarsmadı.
  • Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki: Isparta Vilayetini, eskiden beri bir gaye-i hayalim olan bir Medreset-üz Zehra, bir Câmi-ül Ezher yapmış[xvi].
  • Cenab-ı Hakk’a yüzbin şükür ediyorum ki, Risale-i Nur ve bilhassa İhlas Risaleleri o iki nefsin bütün desaisini izale ve onların açtığı yaraları tedavi ettiği gibi, o bir dakika ve on dakikadaki haletleri birden izale etti[xvii]. (Üstadımız bu acib asırda dehşetli bir aşılamak ve şırınga ile bir hakiki bir de mecazi nefsi emarenin ittifakla dehşetli günahlara severek girdiğini ve kainatı hiddete getirdiğini söylüyor ve nefsinde tecrübe ettiği hâlet ile konuyu izah ediyor)
  • Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki; bu gaflet mevsimi olan baharda ve derd-i maişet belasında, Risale-i Nur fütuhatına devam ediyor.
  • Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki, inayet-i İlahiye ve himayet-i Rabbaniye devam ediyor.
  • Hüsrev’in uzun ve tesirli ve kıymettar mektubu ve haşiyesinde kahraman Rüşdü’nün küçücük mektubu ve pek çok alakadar olduğum ehemmiyetli kardeşlerimizin kalemleriyle bize yardımları ve Risale-i Nur’la iştigali her şeye tercih etmeleri ve Hüsrev’in de mütemadiyen geleliden beri çalışması, isbat ediyor ki, Isparta tamamiyle Risale-i Nur’a sahib olmuş ve bir Said yerinde bin Said’i bulmuş. Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür, sena ve hamd olsun[xviii].
  • Cenab-ı Hakk’a şükür ki, onlardan ümid ettiğim kemal-i sadakat ve sebat devam ediyor. (239. Sayfadaki bu 154. Mektubda Üstadımız eskiden beri hayalinde ve tasavvurunda birleşen Hüsrev Efendi, Rüştü ve Re’fet Bey hakkında bunu demiştir. )
  • Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür ediyorum ki, bu acib zamanda sizin gibi halis, muhlis, mahviyetli, fedakar kardeşleri bize ihsan eylemiş[xix].
  • Bu altı rüknün, bu muvakkat sarsıntıdan, hakiki bir tesanüdle birbirine el-ele, omuz-omuza, baş-başa vermesi, altıyüz belki atlıbin kıymet-i maneviyeyi alıyor.. diye, Cenab-ı Hakk’a Risale-i Nur hesabına hadsiz şükür ediyoruz ve sizi de tebrik ediyoruz[xx]. (bu altı rükün mektubda adları bildirimiştir: Hüsrev, Hafız Ali, Hafız Mustafa, Küçük Ali, Tahirî ve Rüştü – Allah onlardan razı olsun-)
  • Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki; o ümidim, o zamandan beri tahakkuk etti ve ediyor ve şimdi tam oldu[xxi]. (Üstadımız bir zaman Barla’da bütün tarikatlerin şecere-i külliyesini çıkartmak işinde beraber çalışan Hafız Ali ile Hüsrev Efendi’nin Risale-i Nur’a ehemmiyetli bir hizmet edeceklerini ve bir başta iki göz gibi, iki bakar bir görür olacaklarını kuvvetli temenni ve ümid ettiğini ve o ümidinin nicedir tahakkuk etmekte olup şimdi tam olduğunu bu mektubunda ifade ediyor ve bunun için Cenab-ı Hakk’a şükür ettiğini beyan ediyor. )
  • Merhum Hafız Zühtü’nün vefatı hakikaten Risale-i Nur cihetinde büyük bir zayiattır. Fakat Cenab-ı Hakk’a şükür olsun ki; o mübarek zât, az bir zamanda Risale-i Nur’a pek çok hizmet eylemiş. Kırk- elli sene vazife-i nuriyesini sekiz-on senede tamamıyla yapmış.
  • Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür ediyoruz ki; sizdeki fevkalade gayret ve çalışmak, matbaaya ihtiyaç bırakmıyor.
  • Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür ediyorum, el ayağım kırılmamış, çok ziyade incinmiş iken yine şemsiye ile yürüyebildim…. Ben de Cenab-ı Hakk’a şükür, o vakit binebildim, odaya geldim[xxii]. (Üstadımız Kastamonu’da ikamet ettiği zamanda tefekkür için gittiği bir dağ vardır: Karadağ. Yine oraya yalnız olarak bir gidişinde bizim ‘huysuz’, Onun lisan-ı latifinin ise “titiz” tâbir ettiği bir ata biner. Bindiği sırada dizgin kayışının kopması ile at ürker ve dizginine takılır ve Üstadı çiftelerle yere düşürür. Said Nursî, sol el ve ayağının kırılmış olmasına ihtimal vermiş iken çok incinmişliği ile beraber kırılmamış olduğunu görür. Bu arada at da orman içine dalıp kaybolur. Etrafta yardım edecek kimseler de yoktur. Şemsiyesine dayanarak güçlükle yürüyen Said Nursî ata kısa bir mesafede su içerken erişir. Bu sırada elinde bir parça ekmek vasıtasıyla Nuriye isminde bir hanım atı tutar. Üstad da ata binerek ikametgahına gelir. Üstad odasına ulaştıktan sonra tufanlı bir yağmur başlar. Bu hadiseyi Üstad, dokuz cihetle medar-ı şükran olarak vasfeder ve hadiseden bir gün evvel eline ulaşan risalelerin çok faideli olduğuna da bir işeret olarak telakki eder. Zira bir şeyde zahmet ve meşakkat makbuliyet alametidir. )

Gördüğümüz gibi Üstad her daim Risale-i Nur’a taalluk eden inayetler, yardımlar, ihsanlar, ona çalıştırılanlar için Cenab-ı Hakk’a şükrediyor. Sadece iki yerde kendi sıhhat ve selameti için Cenab-ı Hakk’a şükretmiş ki kendi hayatını muhafazaya olan itinasının da Risale-i Nur’a taalluk eden vazifesi nedeniyle olduğunu zikretmiştir.

Dördüncü Şua’da Risale-i Nur’un hayatının neticesi, fıtratının vazifesi ve saadetinin sebebi olduğunu vurgulayan Said Nursî’nin şükürleri, hamdleri, medih ve senaları da hep Risale-i Nur ile ilgilidir. Yani; Kur’an nurunun muhtaçlara ulaştırılması ile…

Risale-i Nur’a sadakatle, fedakarane ve samimi ve ciddi hizmet edenlerin akraba ve köyleri ile dahî alâkadar olmuş ve onları hizmetlerinde daima teşvik ve taktir etmiş, kendi manevi kazançlarına onları ortak ettiğini her vesile ile kendilerine bildirmiştir. Hatta onların bu hizmetleri için onlara minnettar olduğunu, omzundaki ağır yükün böylelikle hafiflediğini beyan etmiştir.

Bunca sıkıntı, çile ve zorluğa rağmen bunca şükür ve sıfır şikayet gerçekten üzerinde düşünmemiz gereken bir konudur. İnsanın takatini aşacak onca işkenceye rağmen bunca şükür, Said Nursî’nin insanlar tarafından maruz bırakıldıklarından ziyade kadere, kazaya, Cenab-ı Hakk’ın muamelesine nazarını dikmiş olmasının bir delilidir.

Said Nursî, sadece içinde bulunduğu zaman dilimi ile ilgili değil, bütün kainat ile alakalı ve kıyamete dek gelecek insanlarla alakalı bir görev îfa etmekte idi ki kendisini isyana, şiddete başvurmaya kuvvetli şekilde tazyik edenlere karşı sabır gösterdi ve bu sabrı ihsan eden Cenab-ı Hakk’a da şükürler etti.

Biz de ona bu vazifeyi ve sabrı veren Cenab-ı Hakk’a şükrediyoruz. Bu şekilde müsbet hareket etmesi, zalime zulüm ile mukabele etmemesi, nur göstermesi iledir ki bu nurlar bugüne ulaştı ve biz ona kavuştuk.


[i] Kastamonu Lahikası 6.Mektub (erisale) s.12 (Envar N İstanbul- 1995)    bundan sonraki dipnotlarda da mektub numarası erisale tasnifine göre, sayfa numaraları ise Envar Neşriyata göre verilecektir.

[ii] 8. Mektub, s.14

[iii] 9. Mektub, s.15

[iv] 14. Mektub, s.20

[v] 15. Mektub, s.21

[vi] 20. Mektub, s.27  (bir evvelki cümle budur: “İhtiyar, âciz bir Said yerine; genç, kavî iktidarlı çok Said’ler sizde vardır. Aynı ruh, aynı ifade, aynı îman..”

[vii] 23. Mektub, s.29

[viii] Üstadın kusur olarak tâbir ettiği iki nokta budur ki; “bir nur çıkacak göreceğiz” dediği nurun geniş siyaset dairesi yerine yüksek daire-i nuriyede olması ve İslamiyete darbe vuranların başına patlayacak darbenin bir hükumete mahsus olmayıp çok geniş dairede olmasıdır. İzahı mektubda vardır.

[ix] 55. Mektub s.86-87

[x] 60. Mektub, s.92

[xi] 62. Mektub, s.95

[xii] 68. Mektub, s.101

[xiii] 69. Mektub, s.102

[xiv] Aynı mektub (69-102)

[xv] 107. Mektub, s.154

[xvi] 145. Mektub, s.145

[xvii] 148. Mektub, s.234

[xviii] 154. Mektub, s.238

[xix] 156. Mektub, s.241

[xx] 156. Mektub, s.242

[xxi] 157. Mektub, s.243

[xxii] 163. Mektub, s.255- 257

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.