Şükr-ü örfi

Her şey dil, hal ve hareketleriyle Allah’ı gösterdiği gibi, O’nu zikir ve tesbih ile şükür ve hamd ediyorlar.
”Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. (Yûnus Sûresi: 10.)
“Göklerde ve yerde olanların hamd ve senâsı Ona mahsustur.”(Rum,18)

Kainat kitabının Allah’ı nasıl bildirdiğini, her şeyin nasıl dile gelip zikrettiğini, Kur’an’ın mükemmel bir tefsiri olan Risale-i Nur çokça anlatiyor.
“Kur’ân-ı Hakîm tasrih ediyor ki, arştan ferşe, yıldızlardan sineklere, meleklerden, semeklere, seyyârâttan zerrelere kadar her şey Cenâb-ı Hakka secde ve ibâdet ve hamd ve tesbih eder. Fakat ibâdetleri, mazhar oldukları esmâlara ve kabiliyetlerine göre ayrı ayrıdır, çeşit çeşittir.” (Sözler, 317)

Semaya yüzümüzü çeviriyoruz, ibret nazarıyla baktığımızda görüyoruz;
“Semâ güneşlerle, yıldızlarla tesbihât yapar.”(Sözler,474) Yani güneş bir memur olup Allah’ın emriyle, ısı ve ışık vererek bütün canlıların hayatiyetinin devamına sebep oluyor.

Had ve hesaba gelmeyecek kadar çok ve intizamlı yıldızlar da Rablerini bildiriyor ve tesbih ediyorlar. 
“Dinle de yıldızları şu hutbe-i şîrînine…. Sikkemiz bir, turramız bir; Rabbimize musahharız. Müsebbîhiz; zikrederiz âbidâne.” (Sözler,308)

Gök gürültüsü, şimşek, bulut ve yere inen her damla yağmur,kar, dolu; esen, hava, rüzgar, fırtına, sis gibi herşey hikmet ve nizamla hareket ediyor. Onlara verilen emirleri hiç aksatmadan yapıyorlar. Hal dilleri ile Allah’ı hamd ediyor, tesbih ediyorlar.

Yerdeki her şey de Rablerini tanıtırıyorlar, kendi dilleri ile zikr ediyorlar.
“Zemin, tek bir mahlûk iken, yüz bin baş ile, her başta yüz binler ağız ile, her ağızda yüz binler lisân ile vazife-i ubûdiyeti ve tesbihât-ı Rabbâniyeyi yapıyor… Hattâ, ben mutavassıt bir bâdem ağacı gördüm ki, kırka yakın, baş hükmünde büyük dalları var. Sonra bir dalına baktım; kırka yakın, dili hükmünde küçük dalları var. Sonra, o küçük dalının bir diline baktım; kırk çiçek açmıştır. O çiçeklere nazar-ı hikmetle dikkat ettim; herbir çiçek içinde kırka yakın incecik, muntazam püskülleri renkleri ve san’atları gördüm ki, her biri Sâni-i Zülcelâlin ayrı ayrı birer cilve-i esmâsını ve birer ismini okutturuyor.” (Sözler,474)

Adeta alem bir zikirhane gibi, her canlı kendi dili ve halı ile, “Velvele-i takdir ve istihsanla ve zemzeme-i hamd ve şükranla dünyayı dolduran ve zemini bir zikirhâne, bir mescid, bir temâşâgâh-ı san’at-ı İlâhiyeye çeviririyor.” (Sözler,361)

Bütün melekler ve ruhani varlıklar da emir dinliyorlar. Halıklarını tanıyorlar, tesbih ve zikir ediyorlar. “Nasıl insan mâ, hava ve ziyâ ve gıdâ ile tegaddî edip telezzüz eder; öyle de, melekler zikir ve tesbih ve hamd ve ibâdet ve mârifet ve muhabbetin envarıyla tegaddî edip, telezzüz ediyorlar.” (Sözler,318)

Bediüzzaman, zerrelerden güneşe kadar her varlığın kendi dili ile ettiği zikir, tesbih, dua ve ibadete; “şükr-ü örfi”, “şeriat” veye şeriat-ı fıtriye-i kübra“ adını vermektedir.
“Cem’ sigasıyla zikredilen “Na’budu” deki zamir, üç taifeye işarettir.
Birincisi, insanın vücudundaki bütün aza ve zerrata racidir ki, bu itibarla şükr-ü örfiyi eda etmiş olur.
İkincisi, bütün ehl-i tevhidin cemaatlerine aittir; bu cihetle şeriata itaat etmiş olur.
Üçüncüsü, kainatın ihtiva ettiği mevcudata işarettir. Bu itibarla, şeriat-ı fıtriye-i kübraya tabi olarak hayret ve muhabbetle kudret ve azametin arşı altında sacid ve abid olmuş olur.” (İşaratü’l-İ’caz,27”

“Eğer insan, maddi ve manevi herbir uzvunu Allah’ın emrettiği yere sarf etmekle hamdin şubelerinden olan şükr-ü örfiyi ifa ve şeriate imtisal ederse, insanın cevherinde vedia bırakılan o örneklerin herbirisi, kendi alemine bir pencere olur. İnsan, o pencereden, o aleme bakar ve o aleme tecelli eden sıfatla o alemden tezahür eden isme bir mir’at ve bir ayna olur. O vakit insan, ruhuyla, cismiyle alem-i şehadet ve alem-i gayba bir hülasa olur ve her iki aleme tecelli eden, insana da tecelli eder. İşte bu cihetle, insan, sıfat-ı kemaliye-i İlahiyeye hem mazhar olur, hem muzhir olur.” (İşaratü’l-İ’caz,23)

Yapılan bütün teşekkürler, kimden kime olursa olsun, hepsi Allah’a gider ve O’na mahsus olur.
“Ne kadar hamd ve medih varsa, kimden gelse, kime karşı da olsa, ezelden ebede kadar hastır ve lâyıktır o Zât-ı Vâcibü’l-Vücuda ki, Allah denilir." (Sözler,381”

[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.