Mehmet Ali KAYA

Mehmet Ali KAYA

Sû-i zan / Hüsn-ü zan

“Zan” kelimesi “şüphe, tereddüt, tahmin, hayal, vehim” demektir. Su-i zann, hakkında bir delil olmadığı halde başkasının fenalık yaptığına ve kötü niyetli olduğuna inanmaktır. Sû-i zan olayları ve fiilleri kötüye yormak demektir. “Sû” kötü anlamına gelir. “Zan” ise “delilsiz, belgesiz ve bilgisiz tahminde bulunmadır.” Davranışa ve ahlaka yönelik olursa “kötü huy” ve “kötü niyet”ten şüphe etmek anlamına gelir ve sahibini sû-i ahlaka sürükler. İnanca ait olursa buna “küfür ve dalalet” denir; sahibini dalalete götürür. Nitekim yüce Allah “Kâfirlerin çoğu zan ve tahminle hüküm verdiklerini, zannın ise gerçek karşısında hiçbir şey ifade etmediğini” (Yunus, 10:36) belirtir. Kelam ve Mantık ilmine göre “yakîn, yani kesinlik ifade etmeyen bilgiye, zanni bilgi dendiği” bir gerçektir. Hükümler zanni bilgiler üzerine bina edilmezler. Din hükme konu olan bilgilerin yakîn ifade etmesi ve tevatüren sabit olan delillerden meydana gelmesini şarttır. Yakin ifade etmeyen bütün bilgiler zanni bilgilerdir. Zanni bilgiler herhangi bir hükme konu olamaz. Yine bu zanni bilgiler sahibinden başkasını bağlayıcı olamaz. 

Sû-i zannın zıt anlamlısı “hüsn-ü zan”dır. Hüsn-ü zan ise bir şeyi veya bir kimseyi iyi, güzel, doğru ve ahlâki bulmak ve bilmek demektir. İnsan başkaları hakkında daima “hüsn-ü zanna” memurdur. Bir insanın kendisini eksik, noksan ve kusurlu görmesi ve bilmesi, kendisi dışındaki insanları kim olursa olsun kendisinden daha iyi olduğunu düşünmesi kişinin kemâline, güzel ahlakına ve tevazusuna delildir. 

Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “Ey iman edenler! Zandan sakının; zannın çoğu günahtır” (Hucurat, 49:12) buyurur. Yüce Allah'ın “zannın bir kısmı günahtır” buyurmasından “bir kısmının günah olmadığı” anlaşılmaktadır. Bundan da “Hüsn-ü zan”nın günah olmadığı, hatta sevap ve fazilet olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Hz. Aişe (ra) hakkında münafıkların çıkardığı dedikoduyu duyan mü’minlerin “onu işittiği zaman kendi vicdanlarında tartarak hüsn-ü zanla bunun bir iftira olduğunu dile getirmelerini” (Nur, 24:12) istediği açıkça belirtilmektedir.

Peygamberimiz (sav) “Hüsn-ü zan imandandır” buyurmuşlardır. Kutsî hadiste peygamberimiz (sav) yüce Allah'ın “Ben kulumun bana olan zannı üzerindeyim. Kulum beni nasıl zannederse ben ona öyle muamele ederim” (Buhari, Tevhid: 15, 35; Müslim, Tevbe: 1, Zikr: 2, 19; Tirmizi, Zühd: 51, Da'avât: 131; İbn-i Mâce, Edeb: 58; Dârimî, Rikak: 22; Müsned, 2:251, 315; 4:106) buyurduğunu bize haber verir. Allah'a karşı hüsn-ü zan beslemek Allah'ın rahmetinden ümit kesmemek, affını ve rahmetini ummak ve ona yalvarmak anlamına gelmektedir. Bu ise ibadettir. Nitekim yüce Allah “Ey nefislerinde israf ile aşırıya giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Bilin ki Allah bütün günahlarınızı affeder ve siz Allah’tan ümit ederek yalvarırsanız Allah da size af ve mağfireti ile yaklaşır” (Zümer, 39:53) buyurur.        

İnsanlar hakkında iyi ve olumlu düşünmek gerekir. Delile dayanmayan bir sebep yoksa sadece zanna dayanan kötü düşünce haramdır. Bu ayrıca kişi hakkında bühtan ve iftiradır. Yüce Allah Kur’ân-ı Kerimde “Ey iman edenler! Zandan sakının. Çünkü zannın bazısı vebaldir. Kusurları araştırmayın, gizli sırlara vakıf olmaya çalışmayın. Birbirinizi gıybet de etmeyin” (Hucurat, 49:12) buyurur. Tecessüs ve gıybet su-i zandan kaynaklanan iki büyük günahtır. Tabii ki su-i zan bu iki günaha sebep ve kaynak olduğu için daha büyük günahtır.

Peygamberimiz (sav) “Müslümanların eksik ve kusurlarını araştırmayın, kim bir müslümanın ayıplarını araştırırsa, Allah da onun ayıplarını ortaya çıkarır, evinde bile olsa onu rezil eder” (Yazır, Tefsir, 4:4471) buyurarak su-i zan edenin su-i zanna maruz kalacağını, tecessüs ile kusurları ortaya çıkaranın gizli kusurlarının ortaya çıkacağını ifade etmiştir.

Müslüman “hüsn-ü zanna memurdur. Herkesi kendisinden daha hayırlı ve değerli bilmeli ve saygıyı, hürmeti eksik etmemelidir. Bediüzzaman “Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır” buyurmuştur. Güzel düşünmek, olumlu düşünmek demektir. Olumlu düşünen ve pozitif davranan etrafına mutluluk saçar; hem kendisi mutlu olur hem de başkalarını mutlu eder.

1.  Hüsn-ü Zan İmandandır:
Hüsn-ü zan sahibi olaylara ve hadiselere Allah hesabına ve hikmet-i ilâhi noktasından bakar. Her şeyi Allah'ın eseri ve sanatı olduğunu, hikmetle yaptığını, her şeyin rahmet ve kereminin eseri olduğunu bilir, her şeye ümitle bakar, olumlu ve pozitif düşünür. Her şeyde bir hayır olduğunu, Allahın sonucu hayırla neticelendireceğini düşünür. Hayatını mutlulukla geçirir. Bu onun Allah'a olan imanından ve Allah'a karşı hüsn-ü zan zannından kaynaklanır. Allah da ona şekilde muamele eder. Hakkında hayırla muamele eder. Bu nedenle peygamberimiz (sav) “Hüsn-ü zan imandandır” buyurmuşlardır. Bundan anlıyoruz ki iyi düşünce iyilik getirir, kötü düşünce kötülük getirir. Güzel ahlak budur. Hüsn-ü zan ise bütün güzel huyların ve davranışların kaynağı olduğu için hem güzel ahlakın anasıdır, hem de çok değerli ve Allah katında makbul bir ibadet halidir.

Bediüzzaman Sekizinci Sözde iman ve küfrün, mü’min ve kâfirin dünyadaki durumlarını ve saadet ve şakavetlerinin sebeplerini muvazene ederek mü’minin saadetinin hüsn-ü zandan, kâfirin ise şakavetinin sebebinin sû-i zan kaynaklandığını güzel bir temsil ile izah etmektedir. (Sözler, 2004, s.60-69 )

Güzel görmek, güzel bakmak, güzel düşünmek, güzel bilmek hayatı güzelleştirir. Saadet ve mutluluk kaynağı insanın imandan kaynaklanan güzel düşünceleridir. Kötülüğün, kötü düşüncenin kaynağı yalandır. İyilik iyi düşünce doğruluktan ve doğru düşünceden çıkar. Hüsn-ü zan hayata hayat katar. Hüsn-ü zan ümitten kaynaklanır; ümit ise imandan… Hüsn-ü zan mutluluğun kaynağıdır. Sû-i zan insanı ümitsizliğe götürür, ümitsizlik ise saadeti mahveder; hayatı ve yaşamayı öldürür.
Bediüzzaman bu hususu “Hayat içinde hayattır hüsn-ü zanda emeli. / Su-i zanla yeistir, saadet muharibi, hem de hayatın kâtili” (Sözler, 2004, s.1156) vecizesi ile ifade eder.

2.  Su-i Zan Eden, Sû-i Zanna Maruz Kalır:
Cenâb-ı Hak kemâl-i kereminden ve merhametinden ve adâletinden, iyilik içinde muaccel bir mükâfat ve fenalıklar içinde muaccel bir mücâzat derc etmiştir. Hasenâtın içinde, âhiretin sevâbını andıracak mânevî lezzetler, seyyiâtın içinde, âhiretin azâbını ihsâs edecek mânevî cezâlar derc etmiştir. Meselâ, mü'minler mâbeyninde muhabbet, ehl-i îmân için güzel bir hasenedir. O hasene içinde, âhiretin maddî sevâbını andıracak mânevî bir lezzet, bir zevk, bir inşirâh-ı kalb derc edilmiştir. Herkes kalbine müracaat etse bu zevki hisseder.

Hem, meselâ, sûizan ve sû-i te'vilde, bu dünyada muaccel bir cezâ var. “Men dakka duka” kaidesiyle, sûizan eden, sûizanna mâruz olur. Mü'min kardeşinin harekâtını sû-i te'vil edenlerin harekâtı, yakın bir zamanda sû-i te'vile uğrar, cezâsını çeker. (Lem’alar, 2005, s.652-654)

3.  Su-i Zan Maddi ve Manevi Toplumu Zedeler:
Sosyal hayatın güzel bir şekilde işlemesi toplumda yaşayanların birbirlerine karşılıklı güven duymalarına bağlıdır. Güvenin kaynağı ise hüsn-ü zandır. Herkes birbirine iyi niyetle yaklaşmalıdır. Kötü niyetle, su-i zanla, davranışları su-i tevil ederek, yanlışa ve kötüye yorarak güven ve itimat sağlanamaz. Bu nedenle; “İnsan hüsn-ü zanna memurdur. İnsan herkesi kendisinden üstün bilmelidir. Kendisinde bulunan sûi ahlakı sûi zan sâikasıyla başkalarına teşmil etmesin. Ve başkaların bâzı harekâtını, hikmetini bilmediğinden takbih etmesin. Başkalarının bazı harekâtını, hikmetini bilmediğimiz bazı hallerini beğenmemek sû-i zandır. Su-i zan ise, maddi ve mânevi içtimaiyatı zedeler.” (Mesnevî-i Nuriye, 2006, s.106)

İnsan su-i zan ile öncelikler kendisine zarar verir. Tahkiksiz bir surette, görüntüye veya sû-i zanna göre verilen karar insanı pişman eder. Sonra karşımızdaki insana zarar verir. “Fena adama iyisin, iyisin denilse iyileşmesi ve iyi adama fenasın denildikçe fenalaşması çok vuku bulmuştur.” Hüsn-ü zan her zaman iyidir. Bir insanı yanlış yere suçlamaktan ise, suçlu birini affetmek ve iyi gözle bakmak daha iyidir.

Toplumda her türlü insan bulunur. Bazılarının altında büyük fenalıkları varsa da, hücum edilmemek gerekir. Çok fenalık vardır ki, iyilik perdesi altında kaldıkça ve perde yırtılmadıkça ve ondan tegafül edildikçe, mahdut ve mahsur kalır. Fenalığın sahibi de perde-i hicap ve hayâ altında kendisinin ıslahına çalışır. Şayet perde yırtılırsa, hayâ atılır; hücum gösterilse, fenalık, fena tevessü eder. (Eski Said Dönemi Eserleri, 2009; Münazarat, s.256)

Sonuç:
Sosyal hayatta yaşamak durumunda olan insanların gerek şahsi hayatlarında, gerekse toplumda huzur ve güven içinde yaşayabilmesi, sosyal hayatın düzgün akışı insanların birbirlerine olan güven ve itimadına bağlıdır. Güveni ve itimadı sarsan en önemli hususların başında “Su-i zan” gelmektedir. Su-i zan, gıybet, dedikodu, iftira gibi sosyal hayatı zehirleyen ve kişisel hayatın huzurunu kaçıran en büyük amildir. Bu nedenle günahlar arasında sayılmayan en büyük günahlardan birisidir. Bu nedenle “insan hüsn-ü zanna memurdur.” Daima insanlara güvenmeli ve itimat etmeli, etrafına da güven ve itimat telkin etmelidir. Bu da hüsn-ü zanna bağlıdır. Allah'a güvenmek de önemli bir ibadettir. Bu ibadete “tevekkül” adı verilmektedir. Kaynağı ise “Allah'a hüsn-ü zan beslemektir” ki yüce Allah da “Ben kulumun bana olan zannı üzereyim. Kulum benim hakkımda ne düşünürse ben ona öyle muamele ederim” buyurarak hüsn-ü zannın ne derece önemli olduğunu ifade etmiştir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.