Sosyal Devlet- Refah Devleti - Liberal Demokratik Devlet

Diline, dinine, ırkına, cinsiyetine, milliyetine, sosyal statüsü ve rengine bakılmaksızın insana insan olduğu için tanınan haklara “insan hakları” adı verilmektedir. Avrupa İnsan hakları sözleşmesi ile kabul edilen “yaşama, işkenceye gayri insani muameleye veya cezaya tutulmama, zorla çalıştırılmama, adil ve tarafsız mahkemelerde makul bir sürede yargılanma, suçluluk ispat edilinceye kadar masum kalma, düşünce ifade ve din özgürlüğü” hakları günümüzde olduğu gibi gelecekte de insanların asla vazgeçemeyeceği haklardır[1]. Bütün bu haklar sosyal devlet, refah devleti ve liberal demokratik devlet anlayışının gelişmesine yol açmıştır.

Refah devleti: piyasa güçlerinin faaliyetinin dengelenmesinde, örgütlü iktidarın en az üç doğrultuda bilinçli bir şekilde kullanılan devlettir. Bu üç doğrultu:

1. Bireylere ve ailelere mal ve mülklerin piyasa değerine bakılmaksızın minimum bir gelir güvencesi sağlanması.

2. Hastalık, yaşlılık ve işsizlik gibi sosyal risklerin ortaya çıkardığı ihtiyaçları karşılamak ve güvencesizliğin sınırlarını daraltmak.

3. Tüm yurttaşların üzerinde uzlaşılmış belli bir dizi sosyal hizmeti almasını sağlamak.

Şeklinde tespit edilmiştir[2].

Modern devlet anlayışının, özellikle 20. Yüzyılın ortalarından itibaren almış olduğu biçimin sosyal devlet ya da refah devleti olduğu görülmektedir[3]. Sosyal devlet ile refah devleti kavramlarının aynı kavramlar mı yoksa farklı kavramlar mı olduğu tartışmalı bir konudur. Her ikisi arasında önemli bir fark olmadığını ve birbirlerinin yerine kullanılabileceğini savunanlar olurken aksini savunanlara da rastlanmaktadır. Hatta “sosyal refah devleti” ifadesinin daha doğru bir kullanım olacağını belirten yazarlara da rastlanmaktadır. Türkiye’de literatürde “sosyal devlet” ve “sosyal hukuk devleti” kavramlarının kullanılmasının daha çok tercih edildiği görülmektedir[4].

Sosyal refah devletinin büyüklüğü, toplam refah harcamalarının gayri safi yurtiçi hâsıla (GSYİH)’ya ve toplam kamu harcamalarına olan oranı ile hesaplanmaktadır. Ayrıca, örgüt ve personel sayısındaki artışlar da sosyal refah devletinin büyüklüğünü gösteren parametreler arasına konabilir[5].

İnsanların kendi rızaları ve karşılıklı sözleşmeleri çerçevesinde oluşturdukları devletin asli amacı, insanların hayat hürriyet ve mülkiyet gibi temel ve doğal hakların savunulmasını ve ülkenin yabancılardan gelebilecek tehlikelere karşı sağlamaktır[6].

Devletin kaynağı, insanların tasvibini gerektirmekte bu durum da birey temelli bir siyasi organizasyonun kabul edilmesine neden olmaktadır. Birey temelli siyaset, diktatoryal rejimlere muhalif bir sistemin tecellisidir. Asli olan bireydir, devlet ise bireyler arasında düzeni sağlayacak vasıtadır. Locke tarafından temellendirilmeye çalışılan bu ideal devlet formu, liberal devlet ilkesi ile örtüştüğü[7] iddia edilmektedir. Özellikle sosyalist olan bir toplumun aynı zamanda bireysel özgürlüğü garanti etme anlamında demokratik olamayacağı[8] da ifade edilmektedir.

Liberal demokrasi toplum ve devlet anlayışı itibarıyla bireye ve birey iradesine dayanan bir sistemdir. Toplum da devlet de bu bireyselci düşünce tarzı çerçevesinde insan iradesinin bir ürünü olarak görülür[9]. Nitekim liberalizm açısından bireyin herhangi bir kolektif bütünden daha yüksek ahlaki değer taşıdığı varsayılır. Birey toplumdan önce var olduğu içindir ki liberal düşünürler bireyin sahip olduğu hakların toplumdan önce var olduğunu ileri sürmüşlerdir[10].

Devlet, bireyin sadece sivil çıkarlarını tedarik etmek, korumak ve geliştirmek için teşkil edilmiş bir siyasal toplumdur. Bu siyasal çıkarlar ise hayat, özgürlük, sağlık ve bedenin korunması, para, arazi, ev, eşyalar gibi dışsal şeylerin mülkiyetidir[11]. Sözü edilen bu yararların korunması, devletin asli fonksiyonlarından sayılmaktadır.

Devletin inançlara karşı herhangi bir yargı içermeden bitaraf bir yaklaşım içerisinde olması insanlığın tekâmül süreci sonunda geldiği noktaya ışık tutmaktadır. Bireyin önem kazanması ile birlikte kapitalizm ve onun dayattığı ücretli sistem, insanlığın sosyal ve iktisadi ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz kalmaktadır.

Dünyamız artık yeni bir çağın sancılarını yaşamaktadır. İnsanlar vahşet ve bedeviyet, kölelik, esirlik ve ecirlik (ücretlilik) dönemlerini yaşamış, son olarak malikiyet ve serbestlik asrına gelmiştir. Bundan sonra kartlar yeniden açılacak, ekonomik ve sosyal politikalar yeniden değerlendirilecektir[12].

Ertem, yeni bir dünya düzeninin kurulduğuna ve insanlığın bunu savaşsız bir şekilde gerçekleştirmeye çalıştığını ifade ederek; “İnsanlığın yaşadığı krizlerin yeni arayışları ve düzenleri beraberinde getiriyor. Said Nursî’nin bu arayışlar karşısında hem yaşadığı devri, hem de geleceği anlattığını bunu da İslâmî bir bakış açısıyla gerçekleştiriliyor[13]” Demektedir. Bütün insanlık için, kapitalizm sonrası dünyanın nasıl olacağını formüle etmiş ve bunu da malikiyet ve serbestiyet olarak kavramlaştırmıştır.

Bediüzzaman’ın, “Malikiyet ve Serbestiyet” ifadeleri, Batı dünyasının sosyal, siyasi, kültürel ve ekonomik alanlarda krizler yaşadığı bir dönemde tartışılmaktadır. Asr-ı Saadet döneminde alınan kararları ve uygulamaları günümüze aktararak dünyanın geleceği ile ilgili alternatif sunan[14] Bediüzzaman, kapitalizm ve komünizm sonrası bir dönemi tarif etmektedir.

[1] Sim Sönmez, “İnsan Hakları”, Köprü Dergisi, Sayı: 96, 2006, s. 3.

[2] Asa Briggs, The Welfare State in Historical Perspective, Europaisches Archiv für Soziologie, 1961, s. 228.

[3] Umut Omay, Sosyal Haklar, İstanbul, Beta Basım, 2011, s. 52.

[4] Süleyman Özdemir, Küreselleşme Sürecinde Refah Devleti, 2. bs. İstanbul, İstanbul Ticaret Odası Yayınları, No: 2007-57, 2007, s. 11.

[5] Uysal Kerman, “Türkiye’de Devletin Küçültülmesi Sorunu”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2006, s. 7.

[6] Neşet Toku, John Locke ve Siyaset Felsefesi, Ankara, Liberte Yayınları, 2003, s. 144.

[7] Yıldırım Torun, Demokrasi ve Cumhuriyet, Ankara, Orion Yayınevi, 2005, s. 41.

[8] Milton Friedman, Kapitalizm ve Özgürlük, Çev. Doğan Erberk - Nilgün Himmetoğlu, İstanbul, Altın Kitaplar, 1988, s. 24.

[9] Ayferi Göze, Liberal Marxiste Faşist ve Sosyal Devlet, İstanbul, Beta Yayınları, 1995, s. 3.

[10] Atilla Yayla, Liberalizm ve Türkiye, Ankara, Liberte Yayınları, 2000, s. 164.

[11] John Locke, Hoşgörü Üstüne Bir Mektup, Çev. Melih Yürüşen, Ankara, Liberte Yayınları, 1998, s. 16.

[12] Vehbi Horasanlı, “Kapitalizm Döneminden Sonra Sınıfsız Toplum Gelebilir mi?”, Yeni Asya Gazetesi, 27. 08. 2011.

[13] Recep Bozdağ, “Hürriyetsiz Malikiyet ve Serbestiyet Olmaz”, Yeni Asya Gazetesi, 18. 12. 2011.

[14] A. g. e. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum