Sosyal bilim ne/resi, Şerif Mardin nereye "düş-er"?

Soru/n şu aslında: Gerçek miyiz, gölge mi? Sormamız gereken yakıcı soru bu. Ama kimse sormadı bu soruyu bu ülkede: Gölge oldukları halde, gerçekmiş gibi hareket eden (biz) gölgelerin, böyle bir soruyu sorabilmeleri mümkün mü/ydü? Değil/di elbette.

O yüzden, hep -öncelikle kendimizi- "aldatıcı", ayartıcı, sahte / "pseudo" soru/n/larla günümüzü gün etmekle meşgulüz yalnızca -ve ünümüze ün katmakla, bu arada da.

"Ben giderim o gider, arkamdan tin tin eder": Ne bu? Gölge. Peki, gerçek ne? Şu: "O gider ben giderim, arkasından tin tin ederim." "Ben" bir gölgeyim. Gerçek o: Batı. Ben değilim. Çünkü ben, ben'de değilim, bir "bende"yim, gölgede'yim.

Biz, bir "ben" olamadık, ben'e, ben-idraki'ne kavuşamadık bir türlü. "Bende" / "kul", "köle" olduk sadece. Yakup Kadri'nin -kahramanına- dedi/rtti/ği gibi: "Mim konulan has ve vefakâr bende"leriz biz. Gölgeleriz. Kendimiz değiliz, kendimizde de; daha da kötüsü, bunun bilincinde de. Batı'nın gölgeleriyiz, bendeleri sadece.

"Gölge etme başka ihsan istemem senden" diyebilecek durumda da değiliz artık. Gölge biziz çünkü.

***

Metamorfoz yemiş, kendi-kendini sömürgeleştirmeyi marifet bilmiş, yaşadığı "bende"lik hâlinin ne olduğunu bir türlü bilememiş şu "bendeler" ve "gölgeler" ülkesinde, her şeye rağmen, her zaman önemsedim Şerif Mardin'i. Her yerde, derslerimde, konferanslarımda, yeri geldiğinde, en azından "Batı'daki sosyal bilim"in hakkını veren "birinci sınıf" bir sosyal teorisyen olarak gördüm ve gösterdim. Hilmi Yavuz'un çokça ve zekice kafa patlattığı, Orhan Koçak'ın deyişiyle "zihinsizleştirilmiş zihin" hastalığıyla malul bir entelijansiyanın hükümfermâ olduğu bir "bendeler" ülkesinde Şerif Mardin'i hep ayrı bir yere yerleştirdim.

Ama artık Şerif Mardin/ler/in, "gölge" mi, "gerçek" mi, olduklarını sormalarının zamanı geldi.

***

Şerif Mardin'in bize ne söylediği değil, "nereden" konuştuğu sorusu önemli.

Şerif Mardin, bu toprakların çocuğu mu? Burada konuşuyor da; buradan mı konuşuyor acaba? Bu toprakların hamurunu, mayasını, gökkubbesini, dipdalgasını, anlam haritalarını, kök-paradigmalarını içselleştirmeden, bu ülkede, bu ülkenin sosyal, kültürel, zihnî anlam haritalarını, Raymond Williams'ın deyişiyle, "duygu yapıları"nı kavramadan, bu ülke ve insanı için esaslı şeyler söyleyebilmek mümkün mü?

Oysa bu gerçeği ıskalayarak, belli çevreleri yönlendirici, eyleme kışkırtıcı keskin kestirimlerde bulunmak, -en azından- söylemsel şiddet değil midir?

***

Yaptığı sosyal bilim, nedir, Şerif Mardin'in? Sosyal vektörleri, kültürel koordinatları, entelektüel dayanakları, kalkış noktaları, kısacası zihin setleri nereye aittir? Ne'yin ve nere'nin "yapı"larını hikâye eder ve nakleder bu sosyal bilim bize?

Temel kavramları, metodolojisi, konuları Batıda, Batılı toplumların "sosyal ve kültürel mekânı"nda, "habitus"unda geliştirilen bir sosyal bilimle, Türkiye'yi veya başka bir yeri, başka yerlemleri, bağları, bağlamları, sorunları anlayabilmek, yerinde sorular sorabilmek, nereye kadar mümkündür? Böyle bir sosyal bilimci, bu ülkede "gölge" midir, "gerçek" mi? "Sözcü" müdür, "gözlemci" mi?

***

Sosyal bilimlerin zihni/yet kaynakları, mahiyeti, kavramları, metodolojileri üzerinde esaslı sorular sormak, artık "gölgeleri oynamak" "bende"liğini terk etmek, "ben"i bulmak zorundayız.

Michel de Certeau, sosyal bilimin, patolojik olduğunu söyler. Gerekçesi, Batı'da modernlikle birlikte, ölüm saplantısının her şeye sirayet etmesidir: Her gelen'in, her yeni'nin mevcut olanı yıkması, yok etmesi, yerinden etmesi: de Certeau, buna, "ölümün zaferi" der. Ve Batı'da sosyal bilimin "dışlayıcılık", "hâkimiyet kurma" itkileriyle kurulduğuna dikkat çeker (The Writing of History, 1988: 4-5).

Oysa başka toplumlarda durum çok daha farklıdır. Örneğin Louis Durmont, Le Civilization indienne et nous (1964) başlıklı kitabında, "Hintlilerde, yeni'nin eski'yi yok etmediğini, yeni ile eskinin birlikte varolduklarını" söyler (s.31-35).

Şerif Mardin, "ölüm" / yok etme, dışlayıcılık, hâkimiyet kurma patolojisini eksene alan bir sosyal bilimle, Ali Bulaç'ın dediği gibi, "Batı'nın süren hegemonyasını teminat altına almaktan" başka bir şey yapmadığını düşünmüş müdür hiç, merak ediyorum gerçekten.

Sonraki yazıda tartışmak üzere şunu söylüyorum: Tıpkı Peygamberimiz gibi ancak ümmîleşerek, yani sırasıyla çağdan kurtularak, çağa girerek ve çağı aşma kaygısı güderek -tefakkuh, tefekkür, tezekkür ve teakkul yaparak- bir mesafe katedebiliriz her alanda, vesselam.

Yeni Şafak

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.