Son Şahitlerden Mustafa Ramazanoğlu ağabey vefat etti

Son Şahitlerden Mustafa Ramazanoğlu ağabey vefat etti

İnna lillahi ve inna ileyhi raciun

Risale Haber-Haber Merkezi

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri ile görüşen Son Şahitlerden Mustafa Ramazanoğlu ağabey vefat etti. Ramazanoğlu ağabeyin cenazesi 25 Haziran Pazar, bayramın birinci günü Kahramanmaraş Abdulhamid Han Camiinde kılınacak öğle namazının ardından defnedilecek. 

Mustafa Ramazanoğlu ağabey Bediüzzaman Hazretleri ile görüşmesini Ömer Özcan’ın Ağabeyler Anlatıyor-7 kitabında anlatmıştı.

Risale-i Nur hizmet kervanında iki Mustafa Ramazanoğlu vardır. Safranbolulu Dr. Mustafa Ramazanoğlu ve Maraşlı adaşı Mustafa Ramazanoğlu... Dedelerinden akrabadırlar. Cumhuriyetin ilk yıllarında ‘oğlu’ şeklinde uzantısı olan soyadları almak yasak olduğundan, o tarihlerde iki Mustafa’nın da soyadları ‘Oruç’ imiş. Serbest bırakılınca her ikisi de ‘Ramazanoğlu’ olarak değiştirmişler soyadlarını. Merhum Dr. Mustafa Ramazanoğlu ağabeyi yıllar evvel Safranbolu’da evinde ziyaret etmiş ve hizmet hatıraları kitaplarımızda yayınlamıştık. 

Eskiden beri tanıyıp, bildiğimiz Maraşlı Mustafa Ramazanoğlu ağabeyi, 16 Ocak 2016 tarihinde evinde ziyaret ettik. Mustafa Ağabey ilerlemiş yaşına rağmen çok dinç görünüyor ve hep gördüğümüz gibi hizmet heyecanını aynen muhafaza ediyordu. Damadı Şahin Gül karşıladı bizi. Emekli öğretmen Şahin Ağabey, kayınpederi Ramazanoğlu ağabeyin hatıralarını kaydederken bize çok yardımcı oldu. Hatıraların tashihi de Şahin Gül Ağabey bizim namımıza yaptırdı, kayınpederine. Mustafa Ramazanoğlu Ağabey, kaydettiğimiz hatıralarını tashih etti ve bazı ilavelerde bulundu.

Mustafa Ramazanoğlu Anlatıyor:

1338 (1922) Maraş doğumluyum. Babam merhum Halil İbrahim Ramazanoğlu hafızdı. Hem öyle bir hafız ki; “Mustafa, eğer kâfirler Kur’an’ı yeryüzünden kaldırsalar bir esiresi, bir ötüresi eksik olmadan tekrar yazdırırım” derdi bana. Babam 1983’de 83 yaşında iken vefat etti. Benim ilk işim dokumacılıktır. O zamanlar elle mekik atılırdı. Ben en âlâsını yapardım. Altı ayaklı mekikte yapardım dokumayı. Çiçekli, nakışlı dokumayı herkes yapamazdı. Sonra bakırcılık yaptım. Onda da iyi ustaydım. Hurda bakırları eritir, ayara getirir, onları kepçe ile kalıplara döker, şahmerdanla levha haline getirirdim. 

Risale-i Nur’u 1950 senesinde tanıdım ve aynı sene Bediüzzaman’ı Emirdağ’ında ziyaret ettim. Maraş’ın ilk nurcusuyum, daha önce kimse yoktu Maraş’ta... Üstad’ı sonraki ziyaretlerimin hepsi de İstanbul’da oldu... 

BÜYÜK DOĞU’DA ÜSTAD’IN MÜDAFAASINI OKUYUNCA

Sene 1950. Demokrat Parti iktidara geldikten birkaç ay sonra, 28 yaşımda iken Bediüzzaman’a ilk ziyaretimi yaptım. Bu gelişmeler şöyle oldu:
Risale-i Nur’u ilk defa Necip Fazıl’ın çıkardığı Büyük Doğu dergisinden duydum. Necip Fazıl’la da çok samimiyetim oldu sonradan. Büyük Doğu’da Üstad’ımızın mahkeme müdafaasından bir pasaj neşrediyor Necip Fazıl. “Başımdaki saçlarım adedince başlarım bulunsa, her gün biri kesilse, hakikat-ı Kur'âniyeye feda olan bu başı zındıkaya ve küfr-ü mutlaka eğmem!” Ve “Sizin nemrutlaşmış reisleriniz şunu iyi bilsinler ve titresinler ki, benim mevtim, hayatımdan ziyade dine hizmet edecek ve ölümüm başınızda bomba gibi patlayıp başınızı dağıtacak! Cesaretiniz varsa ilişiniz!” Ben bu cesareti okuyunca içime dehşetli bir sevgi doğdu. Bu zat kim ise elini öpeceğim dedim ve İstanbul’a gittim...
Necip Fazıl’ın bürosunu buldum. Dedim: “Sen bana Bediüzzaman’dan haber ver.” Orada bir arkadaş vardı, hemen söze katıldı: “O bilmez ki, ben bilirim Bediüzzaman’ın adresini” dedi. “Ver öyleyse” dedim. “Ama her ziyaretine geleni kabul etmez” dedi. “Ben bir gideyim, belki kabul eder” dedim. Ahmed Ramazan imiş konuştuğum, şimdi Medine’de kalıyor. Emirdağ’ında kalıyormuş Üstad. Mehmed Çalışkan’ın adresini verdi bana.

omerozcan_ramazanoglu.jpg

İLK ZİYARETİM 1950’DE OLDU

Sene 1950. Emirdağ’da Mehmed Çalışkan’ı buldum. Dedim ki: “Ben Bediüzzaman’ı ziyarete geldim, beni götür.” Üstad da o gün demiş ki: “Bugün ben hastayım, hiç ziyaretçi kabul etmeyeceğim, kimseyi getirmeyin.” “Ben ziyaret etmeden gitmem. Bir ay yatarım burada, ziyaret etmeden gitmem. Ben incitmem, elini öper çıkarım” dedim. Mehmed Çalışkan Üstad’a gitti. Üstad: “Derhal getirin” demiş. Beraber gittik Üstad’ın evine. 

Üstad gayet mütevazı bir odada, karyolasının üzerinde istirahat ediyordu. Hemen elini öptüm. Oturacak bir koltuk, bir sandalye yoktu. Karyolanın başucunda yere serilmiş bir minder vardı, diz üstü bu mindere oturdum.

Üstad bana aynen şunu söyledi: “Ben bugün çok hastaydım, hiç kimseyi kabul etmeyecektim, fakat ismini söyleyince içime büyük bir sevgin doğdu, seni talebe olarak kabul ettim” dedi. Ben talebelik ne demek daha bilmiyorum ki... 

ZÜBEYİR AĞABEY RİSALELERİ HEMEN GETİRDİ MARAŞ’A

Emirdağ’da, Üstad’tan ayrılıp Maraş’a döndüm. Risaleleri istediğimde Üstad: “Elazığ’da Hulusi, İslâhiye’de Zübeyir var, onlardan al” demişti. İslâhiye yakın olduğu için, PTT’nin memuruna telefon açtım. Zübeyir’i soracağım, tanıyor musunuz bu zatı diye. “Kimsiniz?” dedi. Kendimi tanıttım. “Ne var Ağabey? Ben Zübeyir” dedi. Gökte ararken yerde bulmuştum. “Ben Bediüzzaman’ı ziyaret ettim. Sana selamı var, kitaplarını senden almamı söyledi” dedim. “Nee! Sen gördün mü Üstad’ı” diye bir bağırdı. “Adresini söyle, ismini söyle geliyorum” dedi. Allah razı olsun, o Üstad’ın çok has talebelerindendi. İşini gücünü bırakmış, koştu geldi Maraş’a. Risaleleri getirdi bana. Parasını vereyim dedim almadı. 

MÜFTÜ: “İKİ YÜZ SENEDİR DÜNYAYA BÖYLE BİR ESER GELMEMİŞTİR”

Zübeyir ağabeyin Maraş’a getirdiği Risale-i Nur kitaplarını aldım, doğru Müftü Hafız Ali Görgel Efendiye götürdüm. O, bize: “Her kitap okunmaz, aklınız karışır, bize sormadan okumayın” derdi.  “Hoca Efendi, ben bu kitapları aldım, fakat mahiyetini bilmiyorum, bir bakar mısın?” dedim. Baktı, epey kitap var. “Bırak da git” dedi. İki ay sonra vardım yanına. Hepsini okumuş kitapların. “Nasıl buldun hocam?” dedim. “Mustafa, iki yüz senedir dünyaya böyle bir eser gelmemiştir. Bundan sonra da geleceği meçhul” dedi. “Hocam kitaplarımı ver, ben de okuyayım” dedim. “Ben kitap vermem, git kendine başka al” dedi. Kitaplar Müftü Efendide kaldı, ben başka aldım...  

Müftü gözleri kör oluncaya kadar Risale-i Nur okudu. Doktor, “Kör olursun okuma artık” dediği halde okudu. Gözleri âmâ olunca bana: “Sen her gün gel, bana bir saat Risale-i Nur oku” demişti. Bediüzzaman Hazretlerinin hayranı bir zattı.

BEDİÜZZAMAN’IN DOKTORA NASİHATI

Sene 1952. Bediüzzaman İstanbul’da. İstanbul Belediyesi’nin Maraşlı olan doktoru Nihat Ongun bana rica etti; beraber Üstad’a gidelim dedi. Beraber gittik. Doktoru Üstad’a tanıttım. Üstad: “Ben iki meslek erbabına çok kıymet veririm; biri doktorlar, diğeri de muallimler. İmanlı muallimler körpe dimağlara imanı, İslâm’ı yerleştirirler. Doktorlar da insanların en muzdarip zamanlarında insanların mütesellisidir. Doktor kardeşim, sen bir hastayı tedavi ettiğinde ücreti yüz lira iken, sana iki buçuk lira verse de sen onu reddetme. Allah bereket versin de, al. Zannetme ki doksan yedi buçuk lira kaybettin. Sadaka olarak defter-i amaline geçer” dedi. Aynen böyle dedi Üstad. Doktor bundan çok memnun olmuştu. Bediüzzaman konuşmalarını sanki terazi ile ölçerek konuşur gibi konuşurdu. Çok büyük bir zattı... Bütün konuşmaları harikaydı. 

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
10 Yorum