Siyaset oltasına yakalanmadan

Lemaat ekseninde duygu çağrışımları(14)

Siyasetin karakterinde insanların çoğunu etkisi altına alma gibi bir özellik var. Ama bu siyaset, çok değerlerden uzaklaşıldığı günümüz siyaseti olunca, bunun, insanlık değerlerinin görmezden gelindiği gafletin en koyusunu ve barbarlığın en canavarca olanını gündeme getirdiği ise açıktır. Yakın tarih, dünya savaşları bunun şahididir.

İşin en garibi de insanların çoğunluğunun bundan habersiz olması, asıl gafleti ve vahşiliği başka yerlerde aramasıdır. Nedense siyasî konular gündeme geldiğinde çoğunluk kulak kabartır. Siyasete ilişkin konular hemen insanların önceliklerinin birinci sırasına oturur. Bu atmosferde konuşmacı ve yazarlar bolca malzeme bulurlar, okuyucular ve izleyiciler bir uzman gibi yargılarını ardı ardına sıralayıp dururlar. Siyasî konular hem toplumların hem de fertlerin en önemli gündemi olup çıkar. Başka hayatî konular varken, neden böyle diye de kimse kafa yorma ihtiyacını duymaz.

Oysa Asrın Adamı Bediüzzaman özellikle günümüz siyaseti için “Menfaat üzere çarhı kurulmuş olan siyaset-i hazıra müfteristir, canavar.” diye pervasızca en ağır sözü söyler. Demekle kalmaz, şeytandan kaçar gibi günümüz siyasetinden kaçtığını bütün hayatıyla ispatlar; siyasete karşı asla müsamahalı davranmaz.

O halde çoğunun devleti idare etme becerisi olarak anlam yüklediği siyaseti bir canavar olarak görmenin sebebi nedir? Bu konuda çoklarının kafa yorduğu konusunda ciddi kuşkuluyum. Buna da başta kendimi ve çevremi bir anlık bile olsa tarafsız bir şekilde gözlemlediğimde ulaştığımı sanıyorum. Evet, bu insanlar siyasî konulara neden tutkun?

Kem küm demeden söylemek gerekirse, siyasetin alanı, egoların en çok konuştuğu ve konuşulduğu, en çok cirit attığı bir alandır. Orada nefis en baştadır, hiç kimseye fırsat tanımaz; şeytan ise tuzaklarını en sinsice sererek bir anda büyük çoğunluğu emeline alet etme hazzını yaşar. Bediüzzaman da haklı olarak  “Siyasetçi, ekserce tam müttaki dindar olamaz. Tam ve hakiki dindar, müttakî olanlar, siyasetçi olmazlar” diye çok önemli psikolojik içerikli sonucu özetler. Çünkü siyaseti amaç edinenlerde birinci öncelikte olması gereken din ya da hakikat, en azından ikinci dereceye inmiştir.

Siyasete girmenin ya da siyasî konularda tartışmanın sebebi nedir? Doğrusu, egonun, yani enaniyetin tatmininden başka ne olabilir ki! Siyasete giren, bir partiye üye olan iş olsun diye değil, kanaatiyle, fikriyle ve hatta inancıyla girmiş olur. Ruhunu da âdeta şeytana satar gibi o fikre verir. Artık bu siyasî fikir hayatının önceliğidir; dozajına göre bir tür aşkı, zamanla tutkusu... Bu uğursuz aşk için kimin kalbini kırmaz, kimleri feda etmez ki!

Siyaset içinde gerçekçi, objektif olmak çok zor… Siyaset, güç, rekabet alanıdır. Rekabetin olduğu yerde rakipler vardır ve rakiplerin her biri siyaset kuralına göre birer düşmandır; en azından çıkarda bir ortak, bir rakip, rakipler… Siyasetin başarısı da sürekli düşmanın gücünü azaltarak ona galip gelmeye bağlıdır. Siyasette güçsüze yer yoktur. Amaç çıkar olduğuna göre, her yola başvurmak siyasetin yöntemidir. Muhalefet iktidar olmaya çalışır, iktidarsa muhalefeti saf dışı etmeye. Uzayıp giden, yumuşaklıktan sürekli uzaklaşılan kısır bir döngü… Böyle olunca, siyaset içinde objektiflik denen gerçekçi bir duruş asla olamaz.

Bu uğurda kim neler kaybetmedi ki! Tarih siyasetle özdeşlik içinde olanların mezarlığıdır.

Günümüz siyasetinde ego, rekabet, gurur ve inat duyguları baskındır. Bu dört yıkıcı duygunun etkisinde olmadan davranış sergileyen siyasetçi yok gibidir. Üstelik bu duygulara göre hareket etmek, anlık da olsa zevk verir. Bu duyguların davranışlara yansıması ise çok yönlü acımasızlıktır, barbarlıktır, canavarlıktır.

Gafletin en koyusunun siyasetle meşgul olmanın sonucu olduğunu söyledik. Bunu aslında biraz açmada yarar vardır. Ama siyasete taraf olmanın hangi türü bizi canavarlığa taşıdığına öncelikle dikkat çekmek gerekir. Hemen vurgulayalım ki kendisiyle özdeşlenen siyasettir çok tehlikeli olan, asıl benlikten uzaklaştıran. Özdeşlik içinde olan siyasete öylesine odaklanmış ki artık gördüğü her şeye siyaset gözlüğü ile bakar. Değerlendirmelerini de buna göre yapar. Siyasetle özdeşleşmek, olanca dikkatini buna vermektir, muhatabı ve çevreyi bu ölçüyle değerlendirmektir. Yani kendi siyasî düşüncesindeyse onu yere göğe sığdırmaz; yok, hangi fikir düzeyinde olursa olsun, kendi fikrinde değilse tarafına bile bakmaz, hakkındaki kanaati hep olumsuzdur. Odaklandığı siyasî fikir onu ele geçirmiştir çünkü. Ona her şeye siyah-beyaz boyutunda baktırır. İyi ile kötü kavramları düşünce dünyasını kesin çizgilerle bölmüştür. Değerlendirmelerini kendi siyasî fikrine göre yapar. Kendi siyasî fikrine göre her şey ya siyahtır ya beyaz, yani ya iyidir ya kötü; onun dünyasında iyinin ve kötünün başka tonu yoktur. Siyasetle ilgilenmeyene de ölü nazarıyla bakar. Siyaset gözlüğü onun tek gözlüğüdür, bakışı da tektir. Olaylara tek pencereden bakar. Ona göre siyasî konuların dışında her şey tatsız ve tuzsuzdur.

Böyle bir insan aslında kördür, siyasetin dışında başka hakikatleri göremeyen kör. Bu insan aynı zamanda gaflet içindedir; siyasetin dışında başka gerçeklerden haberi olmayan tam bir gafil. Çok yönlü bağnazdır. Bir tür sarhoştur ya da uykudadır. Güzelliklerin milyonlarcasını bir anda gözlerin önüne seren dünyaya tek bir gözle bakmak kadar insanı gaflete ve uykuya daldıran başka ne olabilir ki!

Siyasetle aşırı özdeşlik kuran, yaptığı büyük yanlışları da göremez. Çünkü onları görebilecek hassasiyeti yok olmuştur. Oysa çevresinin farkına varabilmesi için yoğunlaştığı düşüncesinden biraz olsun uzaklaşması, bulunduğu basamağın bir yukarısına çıkması, belli bir düzeyi yakalaması, bir perspektif kazanması önemlidir. Bunu yapabilmek için siyasî görüşüyle kendi arasında bir mesafe koyması gereklidir. Kendi siyasetine farklı açıdan bakabilmenin tek yolu budur. Aksine sürekli bulunulan ortamın pis kokularının kimse farkına varamaz.

Oysa hakikat çok yönlüdür. Tek açıdan bakılarak görülebilecek bir şey değildir. Hakikat üç yüz altmış derecelik bir açıyla bakılmadıkça, hakikatin bütünü ortaya çıkamaz. Her şeye bu açıdan bakabilme yoksunluğu, fikir olsun, ideoloji olsun ve parti olsun nereye bakılırsa bakılsın ve nereye bağlanılırsa bağlanılsın bir saplantıdır, büyük bir gaflet ve körlüktür. Hiçbir ideoloji ya da siyasî bir parti kapsayıcı değildir ve hiç kimse için de asla ölçü olamaz.

Sadece siyasetle değil, herhangi bir şeyle özdeşleşmek, bir anlamda o olmak, onun dışında başka şeylere itibar etmemek, sonuna kadar her şeye o açıdan bakmak, aslında her an insana yanlış adımlar attıracağı için küçüklü büyüklü günahlarla karşılaşmaktır. Hayır, insan tek zaviyeden, tek fikirden, bir basamaktan, bir yükseklikten çevresine bakmak için bu dünyaya gelmemiştir ve insan siyasî görüşü için değil bir insana, bir nesneye bile kem gözle bakma hakkına sahip değildir. Aksine hem kendine hem başkasına karşı yapacağı ölçüsüzlüklerle özgürlük ihlalinin pençesine düşer. Kaldı ki Allah sevgisinin dışında bir sevgiye bile alıp olasıya dalmak doğru olmadığı gibi Allah’a ortak koşmayı da gündeme getiren bir tehlikedir. İşin özeti; başka ne bir sevgi ne de bir nefret bizi tutsak almamalıdır.

Elbette herkesin dört yılda bir kez siyasî bir tercihi olmalıdır. Ama bu tercih orada kalmalı, hayatın diğer safhalarına asla taşınmamalıdır. Hayata başka gözlüklerle bakmak bağnazlığın da barbarlığın ve canavarlığın da ilacıdır. Siyaset gözlüğünü takan bir anlamda kördür; hakikatleri olduğu gibi görebilmekten mahrumdur; uykudadır, olup bitenlerin hikmetleri ona gizlidir.

Ömrün belli zamanlarında ara sıra da olsa siyasete taraf olmanın olumlusu, zararsızı ya da bağnazlığa sürüklemeyen bir yanı yok mudur? Siyaset de hayatın bir parçası elbette. Bakış açımızla onu zararsız hale getirebiliriz. Siyasetle ilgili herhangi bir oluşum bizi tutsak etmezse, bizi emrine almazsa ve biz de onun ölçüleriyle çevremize bakmazsak, az da olsa taraf olduğumuz siyasî fikrimizin karşısında olan muhatabımızın isabetli fikirlerine hiçbir kompleks göstermeden saygı duyarsak ve hatta o fikri benimsersek belki zararsız bir siyasete temas etiğimizden söz edebiliriz. Başka bir deyişle taraf olduğumuz siyasî oluşumun ne başarılı ne de başarısız olduğunda aşırı bir şekilde olumlu ya da olumsuz etkilenmezsek, zararsız denilen siyasî taraftarlık bizde belki kendini gösterebilir. Çünkü bu tür siyasî bir eğilim bizi tutsak almamıştır, yalnız bir bakışa hapsetmemiştir, başka değerlere karşı kör etmemiştir. Bu siyasî eğilim bizim için hatasız asla olmamıştır. Bu bakış açısına sahip olduğumuz için siyasî eğilimimiz arasında her zaman bir mesafe koymuşuzdur. Durduğumuz yer bütün görüşlere eşit mesafededir çünkü.

Yalnız siyasî görüşünden ötürü belki de en yakın birine küs olan taraftar önce kendine en büyük kötülüğü yapmaktadır. Bunu yapmakla hayatı boyunca en doğal haklarından mahrum kalacağını, hakikatin bütününü kavrayamayacağını, iç rahatlığa eremeyeceğini, özgürlüğü doyasıya yaşayamayacağını, bağnazlıktan kurtulamayacağını, haksızlıklardan, barbarlıklardan ve hatta canavarlıklardan bir türlü uzak duramayacağını bilmelidir.

Ölçü bu olmalıdır elbette. Ama ne birimiz ne de ötekimiz siyasî eğilimlerin yıkımlarından hiç yara almadan korunabildiğimizi sanmıyorum.

Siyasî konular ne denli bizi hoplatıyor? Mağlup olduğumuz bir siyasî tartışma ne kadar uykumuzu kaçırıyor? Hangi tür yazılar bizim daha çok hoşumuza gidiyor?  Enfüsî tefekkürden kaynaklanan ipuçlarına ne kadar zaman ayırabiliyoruz? Kendi siyasî görüşümüze yapılan iyi bir kritiğe karşı “bravo, doğrusu bu açıdan hiç değerlendirmedim” diyerek, kaç kişimiz olumlu tepkide bulunabiliyor? Yalnızca siyasî konular değil, diğer herhangi bir şeyle özdeşleştiğimiz oldu mu ve özdeşleştiğimiz bu tek görüşle yetinmekte kendimizi haklı gördük mü?

Bu ve buna benzer soruların durumlarına göre cevapları eğer olumlu ise objektifliğimizden, yansız davranacağımızdan, çok yönlü bakacağımızdan, bağnaz olmayacağımızdan, hakikatin bütününü kavrayabileceğimizden, canavarca davranışlara azami derecede bulaşmayacağımız konusunda gayret edeceğimizden söz edebiliriz.

Doğrusu, siyaset bizim en büyük imtihanımız.

Şeytan siyaseti kullandığı kadar başka hiçbir şeyi yem olarak kullanmamıştır. Zaten şeytan, bizi dosdoğruya ileten yolların üzerinde ya da kaypak zeminlerde beklemeye yemin etmiş.

Onun siyaset oltasına yakalanmayanlara binler tebrikler! 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
6 Yorum