Sırren tenevveret

Gerek Bediüzzaman Said Nursi’nin şahsi hayatında gerekse davası olan Risale-i Nur davasında Hazreti Ali'nin (ra) yeri tartışmasızdır. Risale incelemelerinin her yerinde Hazreti Ali'nin (ra) izlerine rastlamak mümkündür. Kendisine uygulanan baskıların en şiddetli döneminde de en büyük teselliyi Hazreti Ali'nin (ra) Risale-i Nur'a işaretlerinde bulmuştur Bediüzzaman.

Bu işaretlerden en ilginci bir hizmet metodu haline gelen "sırren teneveret" düsturudur. Yani gizli ve örtülü olarak nurlandırma Risale-i Nurun temel metotlarından biri haline gelmiştir. Özellikle telif ve neşir hizmetlerinin başladığı yıllar düşünüldüğünde bu ilkenin ne derece etkin olduğu çok net görülecektir. Çok gizli ve örtülü yapılan bu hizmet, dolaplara girilerek dışarıdan ışık görülmesine imkan vermeden yazı yazmak suretiyle gizlice yapılmıştır.

Bugün gelinen noktada Risale-i Nur; her tür iletişim vasıtasıyla gazete, dergi, radyo, televizyon, internet, ulusal ve uluslararası sempozyumlar gibi her vasıta ile gündeme gelmekte neşr ve ilan edilmektedir.

Böyle bir ortamda sırren teneveret düsturundan bahsetmek doğru mudur acaba? Sırren teneveret geçmiş dönemlerde uygulanan ve nesh olmuş hukuki tabirle kadük olmuş bir hizmet düsturu mudur? Yoksa esas itibariyle çok başka manaları içeren ve kıyamete kadar hükmünü icra edecek bir hizmet düsturu mudur?

Risale-i Nur’un bu asrın ve gelecek asrın ihtiyaçlarına cevap vereceği ve gelecek nesillere ulaştığında olsa olsa meydana gelebilecek çatlakların kapatılarak bu hakikatlerin sunulması gerektiği hususunda hiçbir tereddüdüm yoktur. Bu nedenle sırren teneveret düsturunun sadece örtülü nurlanma değil aynı zamanda gizli nurlanma olarak da algılanabileceği hususunun Risale-i Nur okumalarında anlaşılabileceği kanaatindeyim.

Bediüzzaman Said Nursi’nin Kastamonu Lahikası 12. Mektubunda,  said'de (toprak) bulunan "Sad"da "Sin"in gizlenmiş olmasına getirdiği izahı hatırlayalım. “Said tam toprak gibi mahviyet ve terk-i enaniyet ve tevazu-i mutlakta bulunmak şarttır; ta ki Risale-i Nur’u bulandırmasın, tesirini kırmasın.”

Toprak olma deyimi izahtan varestedir. Bediüzzaman’ın hayatını bu tevazu şahikasında geçirdiğine tüm hayatı şahittir. Bu nedenledir ki Bediüzzaman, talebeleri tarafından kendisine verilen ve ispat edilen hiçbir manevi makamı kabul etmemiş ve bazen de bu kahraman talebelerini kırmıştır.

Risale-i Nur talebeliğini her türlü makam ve mevkinin üzerinde tutan Bediüzzaman, kendisine yönelik teveccühlerin hepsini red ederek benliğini Risale-i Nur hizmetinin içerisinde eritmiştir. Bu nedenledir ki Bediüzzaman’a hakiki manada talebe olanlar da  aynı şekilde davranmış ve elde edilen şeref ve muvaffakiyet Risale-i Nur davasının oluşturduğu şahs-ı maneviye mal olmuştur. Bugün Risale-i Nur davasının geldiği nokta bu gizli saklı kahramanların oluşturduğu şahs-ı manevinin eseri olarak vücut bulmuştur.

Risale-i Nur davasına mensubiyet iddiasında bulunanların kendi benlik ve enaniyetlerini toprağa gömmesi, benliğini davanın havuzunda eritmesi, şahsi makam ve teveccüh istememesi ve Risale-i Nur hakikatlerine ayine olması elzemdir. Bu nedenledir ki benliğini ve benliğin isteklerini örtmek ve teveccühlerin İman ve Kur’an hakikatlerine yönelmesine çalışmak ve böylece kişiliklerin üstünü örterek hakikatlerin neşrine çalışmak sırren teneverete mazhar olmak demektir kanaatindeyim.

Bu nedenledir ki şahsi meziyet ve kemalatımızı veya hizmette takaddümümüzü ileri sürerek veyahut Risale-i Nur’u iyi bildiğimiz iddiasıyla şahsımıza teveccüh istemek veya gelen teveccühlerden hoşlanmanın Risale-i Nur davasıyla bağdaşmaz.

Sırren Teneverete mazhar bir davanın şahsi kemalatlara değil birbirinde fani olan, kardeşinin kemalatıyla iftihar eden ve davasında toprak olanlarla nurlanacağı açıktır.

Kendisinden yaşça daha genç ve hizmet yılı olarak daha az hizmet içinde bulunan Zübeyir Gündüzalp’in karşısında Tahiri Mutlu’nun ayakta el bağlayarak durması şüphesiz davasını ve hizmetini her şeyden üstün tutması ve davası uğruna “mahviyet ve terk-i enaniyet ve tevazu-i mutlakta bulunma”sının ifadesidir. Yani toprak olmasıdır. Bunun karşısında Zübeyir Gündüzalp’in de aynı şekilde ve aynı tevazuda mukabele etmesi ve toprak olması ve hiçbir zaman fazilet füruşluk nev’inden gıpta damarını tahrik etmemesi de dikkat edilmesi gereken çok önemli bir husustur.

İşte bizzat Bediüzzaman’ın rahle-i tedrisinden geçerek ortaya çıkan bu sistem Risale-i  Nur hizmetinin gizlice yazıldığı dolaplardan çıkmasını ve aktar-ı aleme yayılmasını sağlamıştır. Bu nedenledir ki hizmet içinde, Tahiri ve Zübeyir'le birlikte Üstadının iltifat ve duasına nail olmak için aynı sistemde çalışmak ve davada fani olmak gerekir.

Şahısların değil sistemin hakimiyeti nurlanma sebebi olacaktır. Unutmamak gerekir ki Allah rızası için yapılan en küçük bir hizmet dahi büyük mesabesindedir. Bir güler yüz, samimi bir musafaha veya beş liralık bir mertlik çok kahraman insanların İman ve İslamiyet davasına kazandırılmasına vesile olabilmektedir.

Allah cümlemize ihlas-ı tammı nasip etsin. (D.Ö)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.