Sincan Sancısı'nda bir yanlış anlama veya anlatma

Geçen haftaki “ Sincan Sancısı veya Doğu Türkistan'ın Yeniden Doğuşu” başlıklı yazımı şöyle bitirmiştim:

“Sincan sancısı, bir doğum sancısı olabilir. Tibet'in ve Doğu Türkistan'ın ızdırârî, fiilî ve kavlî dualarıyla Çin de şifa bulur bir gün.

Ortak sinir sistemiyle, eller, diller, gönüller acıyan, sancıyan, kanayan yerlere doğru uzanıp Allah'a yöneldikçe, Allah'a bağlanıp gerçek kul olup Allah'ın ailesine sahip çıktıkça ruh büyür, umut büyür. İnsanlığın ortak değerleri, büyük öğretilerdeki ve semavî dinlerdeki ortak insan anlayışı, o ruhu ve ümidi daha da geliştirir, daha da büyütür.

İnsanlığın ruhen büyüyüp olgunlaşmasında İslâm'a, Müslümanlara büyük görevler düşüyor. Ne zaman İslâm, İsevîlik ve Musevilik aslî kaynağına döner, işte o zaman insan da, insanlık da aslına, gerçek özüne kavuşur. Biz olur, bir olur.”

Metindeki son iki cümle eleştiriye maruz kaldı. Bir okuyucumun (Ahmet Celen'in) itirazı şöyle: “…son yazınızda şöyle bir cümle var: Ne zaman İslâm, İsevîlik ve Musevilik aslî kaynağına döner, işte o zaman insan da, insanlık da aslına, gerçek özüne kavuşur. Biz olur, bir olur." "....asli kaynağına döner" yüklemiyle biten bir cümlenin öznesi Musevilik ve İsevilik olabilir; bu normal; çünkü bu dinler asli hallerinden uzaklaşmışlar. Ama bunların yanında İslam'ın ne işi var? İslâm'ın "asıldan uzaklaşmak" bakımından mezkûr dinlerle bir benzerliği var mı? Adamların kitaplarının aslı kalmamış; şu saatten sonra bulabilmeleri de mümkün değil. Bizim kitabımız bir nokta bile eksiksiz elimizde. Kitabımızı yanlış anlamayı önleyecek binlerce hadis-i şerif sağlam kayıtlar altına alınmış. Bu asli kaynakları günümüze bağlayan ilim adamları ve eserleri ortada... Öyleyse İslâm'ın diğer dinler gibi aslî kaynaktan uzaklaşmış olması söz konusu değildir. Aslî kaynaktan uzaklaşmamış bir dinin de aslî kaynaklarına dönmesini dilemek abesle iştigal olmaz mı?” diyor ve devam ediyor.

Aziz okuyucumun hassasiyetine, dikkatine çok teşekkür ediyorum.

Benzer bir uyarı da Amerika'da sosyoloji masteri yapan bir başka okuyucumuz (Tarık) dan. O da şöyle diyor: “…yazınızda yer alan (ne zaman İslam, İsevilik, Musevilik asli kaynağına döner....) cümlesini son derece yersiz buluyorum. Çünkü İsevilik ve Musevilik dininin kaynağı yok olmamış ise o kaynaklara dönüşten bahsetmek mümkün olur. Yüzlerce yıl önce kurumuş ve yok olmuş kaynaktan bahsetmek yanlış olur. Bu iki dinin kaynağı yok olduğu için tek hak din olan İslam dini yeryüzüne kaynak olarak yüce yaradan tarafından var edilmiştir. dolayisiyla olmayan kaynağa dönülmez ve bundan bahsetmekte anlamsız olur. İnsanların bulabilecekleri tek kaynak İslam dinidir.

Ben sizin ne demek istediğinizi son derece iyi anlıyorum ve içerik olarak anlatmak istediklerinize tamamen katılıyorum. Ancak ifadeler çok önemlidir. Sizin bu ifadenizi yanlış anlayacak çok insan vardır. Onlara, onlar için zulmedecek ifadelerden kaçınmak lazım diye düşünüyorum.” Sayın Tarık, altını benim çizdiğim cümlelerinde, kendi itirazına tekrar kendisi cevap veriyor.

Bediüzzaman Hazretleri, 1921'de neşredilen Lemaat'ında, “Din hayatın hayatı, hem nuru, hem esası. İhya-i dinle olur, şu milletin ihyası.” Diyor.

Mehmet Âkif de Safahat'ında şunları söylüyor:

“Müslümanlık” denilen rûh-i ilâhî arasak,

“Müslümanız” diyen insan yığınından ne uzak!

Müslümanlık nerde! Bizden geçmiş insanlık bile…

Âlem aldatmaksa maksat, aldanan yok nafile!

Beyinler ürperir, yâ Râb, ne korkunç inkılâp olmuş:

Ne din kalmış, ne iman, din harap, îman türâb olmuş!

Aziz kardeşim, dil, bir mecazlar sistemidir. Âkif merhum,

“Ah o din nerde, o azmin, o sebatın dini,

O yerin gökten inen dini, hayatın dini?”

diye soruyor ve hayretler içerisinde yine,

“Kaç hakiki Müslüman gördümse: Hep makberdedir;

Müslümanlık, bilmem amma, gâlibâ göklerdedir!”

diye haykırıyor.

Bediüzzaman Hazretleri de, “Din hayatın hayatı, hem nuru, hem esası. İhya-i dinle olur, şu milletin ihyası. İslâm bunu anladı. Başka dinin aksine, dinimize temessük (sarılma) derecesi nisbeten milletin terakkisi. İhmali nisbetinde idi milletin tedennisi” diyor. Ve yine aynı Âkif, “Ölüler dini değil, sen de bilirsin ki bu din, / Diri doğmuş, duracak dipdiri, durdukça zemin.” Diyor; Din'i, İslâm'ı ve Müslümanlığı mecazen değerlendiriyorlar.

Sezai Karakoç, İslamın Dirilişi'inde, İslamın Çağrısı bölümünde, “İslam önce müslümanı çağıracaktır elbet. O, her şeyden önce, Müslüman'ın kendine dönmesi için yükseltilmiş bir sestir. Müslümanların islama yeniden dönüşleri, Kur'anı yeniden bulmaları, hadisi ve sünneti yeniden anlamaları, klasik İslam düşüncesi ve teoriğini, çağdaş İslam düşüncesini, tarihi İslam pratiğini şuura getirmeleri demek olacaktır. Gelenekleşmiş bölümler yıkılacak, çatışmalar durdurulacak, sapmalar düzeltilecek, yeni, diri bir İslam insanı ortaya konacaktır. Bu insan bütün hayatını İslamın dirilişine adayacaktır.” Diyor.

Aynı eserinde Karakoç, Yahudi'ye, Hıristiyan'a da çağrıda bulunuyor. “Gelin gelin, gerçek Allah inancı etrafında toplanalım.” Diyor. Daha sonra çağrısını Doğululara ve Afrikalılara, Din ve Tanrıtanımazlara yöneltiyor.

Bediüzzaman, Lemaat'ında, “Nasraniyet, ya intifa veya ıstıfa edip İslamiyete karşı terk-i silah edecektir. Ya intifa bulup sönecek veya hakiki Nasraniyetin esasını cami olan Hakaik-i İslamiyeyi karşısında görecek, teslim olacaktır.” Diyor.

Din ölmez, kaynak kurumaz. İnsanın idraki, algılayışı, anlayışı ölür. İnsan kaynaktan uzaklaşır. Diriliş, kaynağa, asla dönüş demektir. Âb-ı hayatı yani diriliş suyunu bulup onunla dirilmek demektir.

Biz, bütün insanlık Allah'tan geldik, tekrar Allah'a döneceğiz. Biz, bütün insanlık Allah'ın ailesiyiz. Biz bütün insanlar İslam fıtratı üzere yaratıldık. Biz, bütün insanlık, Hz. Âdem (as) dan, Hz. Muhammed (as) a kadar gelen vahiy geleneğinin vârisleriyiz. Semâvî olan mirasımızı, kendi heva ve heveslerimize uydurup arzileştirdik. Onu tekrar, Yüce Allah'ın, Hz. Muhammed Mustafa ile saflaştırıp bütün insanlığa sunduğu haliyle alıp kendimizi ona uydurmak zorundayız. Asla dönüş, diriliş budur.

Bu çetin, bu zorlu iş başarılırsa Çin'in çelik perdesi de yırtılır. Uygurların ızdırari, kavli ve fiili duaları, islamın, insanlığın dualarıyla desteklenerek büyürse, bu çelik Çin duvarı da yıkılacaktır, Allah'ın izniyle.

Ne zaman bütün Müslümanlar câmi dua olan namazın hakkını verir, mi'raca erer, Bedir öncesi, Bedir günleri namazlarına kavuşur, Cuma ve Bayram namazları hakiki millet namazları olur, işte o zaman Çin'in de bütün dünyanın da çelik sedleri, duvarları, perdeleri yıkılır, yırtılır, insan da, insanlık da İnsaniyet-i Kübra olan İslamla kurtulur.

Duamız, dileğimiz, idealimiz budur, Aziz can, güzel insan Tarık ve Ahmet Celen Bey!

Bu duygularla, Mi'rac'a giden İsra duraklarından mahzun Kudüs ve daha nice nice yerlerden, insanlıktan özür dileyerek; Yüce Yaratıcıdan utanarak mazlum, mağdur, bütün Müslümanların Mi'rac kandillerini tebrik ediyorum.

Yeni Şafak

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.