“Silahla değil, diplomatlıkla çarpışma zamanı”

Bediüzzaman, Emirdağ lahikası'nda geçen bir mektubunda(erisale, 21. mektup), yazdığı mevsimi de dikkate alarak;

".. yaz mevsimi,

gaflet zamanı

ve derd-i maişet meşgalesi hengamı

ve şühur-u selasenin çok sevaplı ibadet vakti

ve zemin yüzündeki fırtınaların silahla değil, diplomatlıkla çarpışma zamanı olduğu cihetle.. "

tespitinde bulunarak ikinci dünya savaşı sonrası bir durum değerlendirmesi yapar.

Mektupta;

1- İnsan ruhu üzerinde harici tesir bırakan dönem olarak yaz mevsimi,

2-Beraberinde gelen gaflet zamanı, özellikle günümüzde eğlenme, dinlenme ve yoğunluklu fikri tatil ve hevesat zamanları,

3-Kışa hazırlık kabilinden, daha fazla çalışma veya tasarruf planlarının da yapıldığı, geçim telaşı, kazanma hırsı ve meşguliyet sarhoşluğu, bilhassa tarım ve turizm zamanı,

4-Diğer yandan üç aylara tekabül etmesi itibariyle, en sevaplı ve kıymetli ibadet ve şuurlanma vakti,

5- Yeryüzünde ise uluslararası ilişkilerde ve küresel güç dengelerinde "silahla değil diplomatlıkla çarpışma zamanı"

Tespitlerini görmekteyiz.

Yukarıdaki maddeler tahlil edildiğinde, sırasıyla “rehavet, gaflet, geçim, sevap ve çatışma “ bir arada yaşanıyor. İnsan ve toplum veya küresel boyutta sistemler, bunlar arasında kendi tercihini, önceliğini, odağını ve faaliyet alanı ile tutum ve davranışı geliştiriyor.

Bu konuda önerilen çözüm alanları ise, yine mektupta geçen eksenden devam edersek;

1- "Gayet kuvvetli bir metanet" gerekiyor. Manilerin şiddeti, engellerin gücü ve menfiliğin baskısı oranında müspet anlamda "şiddetle metanet" içinde olmak,

2-".. vazife-i nuriye-i kudsiyede bir sebat" içinde, metanetini sürdürmek, onun gerekleri olan "ihlas, sadakat, tesanüd" fonksiyonları ile amelimize, hayatımıza ve beraberliğimize yoğunlaşmak zarureti ortaya çıkmaktadır.

Eğer bunlar olmazsa, yani metanet ve sebatla nur hizmetinde gayret edilmezse,

" Risale-i Nur'un hizmeti zararına" bizi bekleyen akibeti hatırlatır. Şimdiki zaman vakıası ile yaşadığımız, içinde bulunduğumuz sıkıntıların bizi teslim aldığı, istikametin zorlaştığı, fikri ahengin akl-ı selim ve kalb-i kerim vasatını elimizden kaçırdığı hallere düçar eden ve tenbelliğine mazeret bulduran üç hastalığın başlayacağı ikazı var:

".. bir atalet, bir fütur, bir tevakkuf başlar." ikazını yapar.

Bu menfi hasılat karşısında her kes kendi müşahedeleri ile birlikte nefsiyle bir muhasebe ve muhakemeye oturabilir.

Tekrar hatırlarsak mektubun satırlarını, eğer hizmette metanet ve sabır olmazsa atalet, fütur ve tevakkuf başlar.

Tespit yapmak, şevkin kaynaklarını ve çaresizliğimizin açmazlarını görmek ve ona göre tedbir almak içindir. Ümitsizlik ve menfilik aşısı değildir. Bu bağlamda kum saati gibi işleyen bir sistemi nazara vermektedir üstadımız.

Sebat ve metanet olmazsa, atalet, fütur ve tevakkuf başlar.

İşte tam bu demde çözümün şifrelerini görmekteyiz mektupta.

1- ".. dünyevi merakaver meselelere bakıp, vazife-i bakiyenizde fütur getirmeyiniz." Zira biliyoruz ki, yer yüzünün en önemli meselesi, bakiye teveccüh eden en mühim meseledir. Nur talebelerinin esas meşguliyet alanını belirleyen ise Risale-nur metinlerinde karşılık bulan hizmetler ve ölçüleridir.

2-Mektupta geçen dördüncü mesele üzerinden bakarsak; İkinci dünya savaşı döneminde ve sonrasında sonrasında, iman meselesinin hayat ve Şeriatla mücehhez ruhunu nazara veren dördüncü meseleyi çok okuyarak, asli vazifemizi merkeze koymak,

3- Bediüzzaman, bu esasa bağlanmanın ruhi, vicdani, zihni ve ameli sonucu olarak halet-i ruhiyemizi kuvvetlendirici bir tavsiyede bulunur:

"Kuvve-i maneviyeniz kırılmasın. "

Bu süreçlerde boş durmayan ".. ehl-i dünyanın.. düsturu-u cidal dairesinde gaddarane, merhametsiz ve mukaddesat-ı diniyeyi dünyaya feda etmek cihetiyle kader-i ilahi onlara o cinayetleri içinde bir manevi cehennem veriyor. "

Zalimler, onların tezgahçıları ve zaaflarına yenilenlerin basiretsizliği bu dünyada bir manevi cehennemi maalesef her kese yaşattırıyor. Her kesi ateşine alan musibetlerin umumi bir hatanın neticesi olduğu da bir vakıa.

Menfilik üzerinden şevk bozmadan ve zalimlerin satranç oyunları karşısında süfyanizmin derin kotlarını da idrak ederek bir tavır ve tutum belirlemek gerekir. İşte mücadele zemini:

“Ehl-i dalâlet,

muvakkat hayata karşı

mücadele ediyorlar.

Bizler,

ölüme karşı

nur-u Kur'ân ile

cidaldeyiz. ”

Buna göre atılması gereken adımlar iki temel esasa göre olmalı:

"Başkasının dalâleti sizin hidayetinize zarar etmez;

sizler, lüzumsuz onların dalâletleriyle meşgul olmayasınız";

düsturun mânâsı:

"Zarara kendi razı olanın lehinde bakılmaz.

Ona şefkat edip acınmaz. "

Risale’nin zemini, muktedirlerin başarı çarpanı ve hasılat rekoltesinden farklı bir yerden bakar. İmanın tezahürü olan kalbi, vicdani, ahlaki ve adil bir yerden bakar. O yüzden

“.. elimizde nur var,

topuz yoktur.

Biz tecavüz edemeyiz.

Bize tecavüz edilse,

nur gösteririz.

Vaziyetimiz

bir nevi nurânî müdafaadır. ”

Netice olarak;

“Cennet adamlar istediği gibi,

Cehennem de adam ister. ”

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum