Şeyyad Hamza “Yusuf ile Züleyha” (1)

Kur’an’daki ahsenü’l-kısas olan Yusuf ile Züleyha Türk, Arap ve Fars edebiyatlarında çok işlenmiştir. Yüzü aşkın, Yusuf ile Züleyha nüshası yazılmıştır. Bunlardan biri de 14. yüzyılda Anadolu’da Şeyyad Hamza isimli bir derviş şair tarafından yazılmıştır. Bu Yusuf ile Züleyha, 1500 beyte yakındır. Bunu o günün dilenden günümüzde anlaşılacak şekilde sadeleştirdim. Yusuf’un babası Yakup’un yanında ayrılıp da Mısır’a sultan oluncaya kadarki bütün olayları anlatır. Zengin bir şahıs kadrosuna ve roman sanatının bütün unsurlarına sahip bir eserdir. Bizim ta 14. asırda batılı romancılardan daha zengin bir anlatı geleneğimiz olduğunu gösterir. Tıpkı bir romancı gibi anlatır. Yusuf ile Züleyha Alman romancısı Thomas Mann tarafından da dört ciltlik roman şeklinde “Josef und Birime/Yusuf ve Kardeşleri” adı ile yayınlanmıştır. Bizde kıssa, böyle bir modern romana dönüştürülmemiştir. Burada eserin üç bölümünden birinci bölümünü yayınlıyoruz. Çok ibretli ve asırlarca İslam dünyasında yazılmış bir hikâyedir, her şair onu farklı boyutlarda yazmıştır. Mesela Hamdullah Hamdi aynı hikâyeyi 6300 beyitte anlatmıştır. Daha başkaları daha farklı boyutlarda, tıpkı romancı gibi, çekirdek vakayı kurmaca halinde geliştirip ortaya farklı metinler koymuşlardır.

Yusuf ile Züleyha 1

İlk on beyit Allah ve peygambere saygı ve övgü ile başlar. Şair ondan sonra Yusuf hikâyesini söylemek istediğini ifade eder, nasıl bir hikâye olduğunu anlatmak istediğini belirtir. “Nicedür söyleyem Yusuf’un hikâyesini ” (202) Hikâyeyi yazmak önceden beri kafasındadır, daha sonra yazmıştır. Bu sözün bir telif süreci vardır. Okuyucularına, şirin bir hikâye olduğunu anlatmak istediği için, yazmıştır. Kitabın telif sebebi budur; “şirin hikâyeyi göstermek”. Öyle hikâye okununca gönüldeki gussayı, kederi götürür. Ferahlatıcı bir eserdir. Ahsenü’l-Kısas olduğu için Yusuf kıssası, buna bağlı olarak şair onu kıssaların görklüsü/en büyüğü olarak tavsif eder ki, öyledir. Eserini şekerden tatlı olarak vasfeder.

Mekân bir coğrafya mekânıdır, Ken’an olarak vasfedilir. Kur’an’da vardır. Ken’an’da bir önemli kişi vardır, serverdir, peygamberdir. Yakup, bu geleneksel romanın fonksiyonel olarak birinci şahsının etrafında yer alır. Olayın çekirdek vakası onun etrafında oluşur. Onun da Yusuf adlı bir oğlu vardır, bu romanın asıl şahsı odur, olaylar onun etrafında dokunur, odaktır. Yusuf‘un tasvirini yapar. Yedi yaşındadır, sureti hub/güzel, benzeri yoktur: “Sureti hub yoğidi anın gibi” Hikâyenin hüzün karakterini okuyucuya hissettirir. “İmdi işit bu sözi varsa canun”  Bir gece Yusuf bir rüya görür ve ertesi gün babası Yakub’a anlatır. Hikâyede baba oğul konuşurlar, diyalog canlı ve selistir: “Baba bu gece yatarken bir rüya gördüm, aceb düştür.” Aceb sıradan olmayan demektir, şaşırtıcı manasına gelir. “Baba bunu duy ve tabirini bana ver. Ay ve güneş on iki yıldız gezeğen onların kamusu/tamamı onda secde ederler.” Yakup dedi: “Oğlum rüyanı gizle, sakla. Başkasına söylersen çekemez, kıskanırlar. Senin rüyan oğlum hoştur, sultan olacaksın, ömrünü sultan olarak geçireceksin. Allah, Hak, seni topluma kamuya sultan kılacak, on bir kardeşin sana hizmet edecek.”

Rüyayı Yusuf’a anlatırken, Yakub’un üvey kızı bunu işitir. O kardaşlarına görülen rüyayı ve nasıl yorulduğunu anlatır. Onlar bunu işitince acaib karşıladılar acaipleştiler, onu ayıpladılar. Dediler ki: “Bize sultan olursa hepimize buyruk verecektir. Ayıptır, ardır, bize onu hizmet etmek, neden onun kapısına biz varalım. Bunu kendisine soralım, kendi bize görüşünü söylesin. Durumu öğrenip aradan fitneyi kaldıralım.” Yusuf’u getirip etrafına oturdular. Dediler ki: “Nice nasıl bir rüya gördün? Geçen gece rüyayı nasıl gördün? Koca, yaşlı baban sana nasıl yordu rüyayı?” Ona yemin ettirdiler rüyayı anlatması için, “Onu biz de bilelim malum et” dediler. Sonra aralarında; “Bunun işini nasıl yapalım? Bunun rüyası doğru olursa biz ne yaparız? Bunu öldürelim” dediler. Hep birlikte onu öldürmek için düşündüler, alıp gitmek istediler, Yakup’a da onunla ava gitmek istediklerini söylediler; “Yusuf da bizimle gelsin” dediler. Yakup, oğullarına gördüğü bir rüyayı anlatır. O rüyada çobandır, on iki kuzuyu güder. Onlardan en küçüğünü bir kurt kapar.

-Körpe kuzusun kurt alur. Bu rüyamdan dolayı kaygılıyım. Siz oyuna dalarsınız Yusuf’u o esnada kurt kapabilir.

-Baba biz var iken onları nasıl kapabilir kurt? Biz var iken kurt Yusuf ‘un yanına bile yaklaşamaz, derler.

Baba, Yusufun başını öper, gözlerine sürme çeker ve koku serper. Beline kuvvetli kuşak bağlar, elini kardeşlerine verir. Baba, onu kardeşlerine bırakır.

Sonraki olay epizodunu ifşa eder şair. Geleneksel romanda da olayların geleceği belli edilir. Ama modern romanda olay akışı haber verilmez. Masal ve bu tür anlatılarda merakı celbetmek için böyle haberler verilir. ”İmdi ne kılur işit Hak kudreti.“ Bakalım Allah’ın kudreti ne yapacak? Birbirlerine sordular, “Öldürelim” diye yemin ettiler. “Onu öldürelim ondan sonra Allah’tan tevbe edelim, çalabumuz bizi affeder, yargılar. Eve girince ağlayalım, babamıza ‘Yusuf’u kurt kaptı’ diyelim.” dediler.  Yola koyuldular ve sözlerini güçlüce yerine getirmek için kararlıydılar.

Yeni bir şahıs girer şahıs örgüsüne Yakub’un üvey kızı Dünye Hatun. İbadeti ve sözü güçlüydü. Yusuf’u da severdi. Geldi babası Yakup’a Yusuf’un nerede olduğunu sordu. Yakup, kardeşleriyle geziye, ava, çıktıklarını söyledi. Dünye Hatun Yusuf’a gitti. Geri dönmesini söyledi. Yusuf, “Allah hakkı için ben bunlardan ayılmam” dedi, kardeşleri ile gitti. Dünye ağladı feryat etti, bir şeyler hissetmiş gibi. Bir dağı aştılar. Yazar yeni epizotta yine “İşit” diyerek olayı birbirine bağlar. Mesnevinin ekleme sözüdür “İşit”. ”İşit şimdi Yusuf’a ne kıldılar.“

Götürmüşken onu vurdular yere, aklı başından gitti, Rubil’den yana gitti, ona sığındı, o da yüzüne vurdu. Öyle vurdu ki, ne diyeyim ben size? Kardeşi Şem’ün öldürmeğe kast etti, öldürüp ve dönmeyi düşündü. Yusuf ondan da kaçtı öbürüne sığındı. O dahi öyle vurdu ki, ağlamaktan uğundu, döndü yine birine yalvardı. O da onlara benzemez şekilde vurdu. Yusuf bunların ne yapacağını bildi. Öldürmek istediklerini anladı. Bu sefer ansızın gülmeye başladı, ömründe hiç gülmediği kadar gülmeye başladı. Yehuda ona neden güldüğünü söyledi. Söyledi ki, “Ne duydun?” Yusuf konuştu dedi ki: “Babam bir vakitte size hepinize beni ısmarladı. Ben sizi bir sığınak bildim. İnsanın bu kadar kardeşi olur da onun böyle işi olur mu? Söylerim kardeş kardeşe neden kıysın? Bu hayal içimden geçti.” Yehuda bu sözü işitince özü yandı bu duruma, “Yusuf beri gel, korkma, ben seni öldürmem.” dedi. Allah hakkı için, Yusuf bunu duyunca ona sığındı. Kardeşleri bunu görünce, “Sen bize ne söz vermiştin? Andın kanı? Yiğit sözünden dönmez.” dediler. Onlara dedi: “Bizim gibi peygamber çocuklarına bu yapılan yakışmaz, kardeşini öldüren kardeş olmaz. Bunu siz burada yaparsanız ahirette Allah Cehennem’e bırakır. Sonsuza kadar cehennemde kalırsınız. Kimse size yardım etmez. Tevbe edin, yola gelin, yoksa başınıza Allah’tan bela gelir.” Sonra Yehuda’ya dediler: “Onu bırak, biz öldürelim” Yehuda da onlara “Sözümü dinleyin. Yusuf’u bir kuyuya bırakalım.” dedi.

Yeni epizot kuyudur. Yine romancı “İşit” diyerek yapılanları anlatır. Kuyuya atmadan neler yaptılar. Şem’ün Yusuf’un yüzüne vurdu, gömleğini çıkarmasını söyledi. Yusuf ona, “Katı yürekli, ölürsem bana gömleğim kefen olur” dedi. Zabil geldi elini yere koydu. Yusuf Yahuda’ya yalvardı. Yahuda “İp takın beline” dedi. Yusuf ‘u derin kuyuya bıraktılar, ölsün diye ipi kestiler. Cebrail’e emir verildi: “Çabuk yere in.” Ansızın onu korumak için Cebrail uçarak geldi, ona elbise getirdi. Koruma oldu. Cebrail onu düşmeden tuttu, ona elbise giydirdi. Mesnevici şimdi tasvir yapmak ve kuyuyu anlatmak istediğini söyler. Romanın atası mesnevilerdir, ama batılılar geliştirmiş, biz ise bir kenara atmış, onun yerine romanı koymuşuz. Roman da roman olsa, yatak yorgan hikâyesi. Halbuki bizim mesnevilerimiz ahlak risalesi, basiret kitaplarıdır.

Modern roman epizotlarda geçiş cümleleri kullanmaz, şair veya yazar, “Kuyunun vasfın size söyleyelim. O kuyuyu kimin kazdığını ifade edeyim.  Siz dua edin ve bu söze kulak verin. Kâfirlerde Şeddad isminde biri vardır. O kuyuyu Ad isimli birinin oğlu kazmıştı. O zamanlarda peygamber Hud aleyhisselamdı. Ona dua et sevaptır. O Şit aleyhisselamın kitabını okurdu her zaman, bildirirdi bilmeyene doğru yolu. Okurken öğrenmişti, Yusuf‘un büyüklüğünü. Okuduğu kitapta Allah onun büyüklüğünü övüyordu. Yusuf’un sıfatına, özelliklerine aşık oldu. Arzu etti ki onun yüzüne baksın. Elini kaldırdı, dua etti:  ‘Allah’ım senden dilerim onu görmeyi.’ Allah da ona buyurdu ki: ‘Kuyuya in. Orada otur ve Allah’a ibadet, kulluk et. Aradan bin iki yüz yıl geçtikten sonra Yusuf ‘un yüzünü görebilesin.’ O da denileni yapar ve kuyuya iner. Her gün ona bir nar gelir, karşısında bir kandil yanar. Hud bin iki yüz yıl oturduktan sonra ona Yusuf peygamber geldi. Hud onu ayaküstü durduğunu görünce, Yusuf’a dedi ki: ‘Yanıma gel, Allah’tan diledim seni görem. Bin iki yüz yıldır elem, keder yiyorum. Bir kitapta okumuştum ben onu, her gün seni görmeği arzuladım. Ben ona şükrettim. O seni bana gösterdi.’ Yusuf: ‘Bu işi sen kardeşlerinden değil, Allah’tan bil. Bu iş başına geldi ise bundan ötürü Allah’a secde et.’ Bunu dedikten sonra Yusuf’u öper ve ondan sonra ölür. Canı gövdeden uçar. O kuyuya düştüğü anda, Cebrail‘e Allah emreder; ‘Yusuf’a yetiş’ der. Cebrail ona; “Yusuf sen üzülme, gerek sen padişahlık edesin’ dedi. Cebrail işine gitti. Yusuf orada endişe dolu kalple kaldı.”

Yeni bir epizot da kardeşler ile babaları arasındadır: “Kardaşları neyledi işit ata” Bir oğlağı kestiler, Yusuf’un gömleğini ona bulaştırdılar. “Şimdi birlikte yemin edelim, hepimiz bu uğurda ağlaşalım, söyleyelim babamıza, Yusuf’u kurt kaptı diye.”

-Biz geyiğe ok atmaya çıktığımızda. Yolda ağacın üstüne oturmuş Yakup hem susuz ve açtı. Acaba Yusuf gelir mi diye.

Yukardan bir ses geldi; “Yetmiş” diye. Yakup sordu:

-Bu yetmiş yıl mı ola yahut yetmiş gün müdür?

-Bir söze göre de kırk yıl sonra sen onu görürsün, o zamana kadar vakit geçir.

Evine endişeli olarak gitti, gözlerinden dolu yaşlar dökerek. Evine vardığında bir ses geldi dışardan, Yusuf’un kardaşları yetiştiler, kapıda sesli ağladılar. Babalarına:

-Biz fark edemedik onu kurt yedi.

Bunu duyunca Yakup ağladı gözleri yaş doldu. Ağlamaktan uğundu kendinden geçti. Kardeşleri de “Diğer insanlar görsün” diye dövündüler. Aklı başına gelip uyanınca sordu:

-Yusuf nerede? Doğru konuşun!

Hepsi birlikte söylediler;

-Yusuf’u kurt kaptı. İnanmazsan bak elbisesine kanı bulaşmış.

Görmek için gömleği istedi. Gömleği aldı. Uçtan uca inceledi. Gömlek sağlamdı. Yırtığı yoktu. Ah etti ağladı ve dövündü. Dedi:

-Siz oğlanı yitirdiniz. Gömleğinde kurdun kanı hani? Gidin o kurdu avlayın bana getirin. Ben Yusuf’u yedi mi ona sorayım.  Eğer o kurdu bana getirmezseniz dua ederim hepiniz helak olursunuz. Gidin onu avlayın getirin hele.

Vardılar birini avladılar. Boynu bağlı Yakup’a getirdiler.

-Yusuf’u yiyen bu kurttur, dediler. Yakup kurda sordu:

-Sen mi yedin ol oğlanı?

Allah kurda dil verdi ve konuştu. Selam verdi söyledi Yakup’a:

-Yakup sen peygambersin. Peygamberler kimseye bühtan etmez, iftira etmez. Bana izin ver, ne kadar kurt varsa onları buraya getireyim. Ne ben yedim, ne onlar yedi onu. Bilmem ki, senin Yusuf’un kanı? Gerekirse yemin ederim ben yemedim, doğru söyledim, sana yalan söylemedim. Ben ailemden ayrılmışım beni azat et. Gidip onları göreyim.

Kurdu, Yakup hürriyetine kavuşturdu. Yakup, Yusuf’un karışık işlerine döndü. Gece gündüz ağlamak oldu işi. Gözyaşı sel gibi kan olarak aktı.

(Devam edecek)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum