Şeytan günahlarımızı nasıl kullanıyor?

Bir olumsuzluk  (ya da olumsuzluk olarak yorumladığımız şey) ile karşılaştığımızda şeytan hemen iş başına geçiyor. “bak sen bu günahı işlemiştin ondan bu başına geldi, falan zaman da bunu yapmıştın, sen zaten hep bu yanlışları yapıp duruyorsun. Senin hak ve hakikata açılan yolların kapalı. Hayra istidadın kalmamış.” Tâ ki insanı bütün bütün ye’se atana kadar uğraşıp duruyor.

Elbette ‘bütün hayırlar Allah’tan ve bütün şerler nefsimdendir’ kutsî hakikatini hayatımıza hayat yapmak fazilettir, arzumuzdur. Fakat yaptığımız hataları kendi iç âlemimizde nasıl değerlendirdiğimiz ve bu değerlendirmenin hangi kapıya çıktığı çok önemli. Hatalarımız bizi hayra teşvik eden, hayra koşmayı ve hayırda koşturmayı teşvik eden itici gücümüz olmalı. Her şeyden elimizi çekip bir köşede pişmanlığın derin dehlizlerinden ümitsizlik kuyusuna yuvarlanma sebebimiz olmamalı.

Hatası yüzünden pişman olmak güzeldir elbet, ama hatası yüzünden me’yus olmak şeytandan olsa gerek. Efendimiz Aleyhissalatü Vesselam buyuruyor: “Kötülüğün ardından hemen bir iyilik yap ki onu silsin.” (Tirmizî, Birr, 55) Öyle ise bize düşen iyilik yapma peşinde olmak ve hayırlarda yarışmak. Günahımız için tövbe etmek ama günahlarımızı şeytanın bizim aleyhimize kullanmasına müsaade etmemek. Evet günah işlemiş olmak zaten kendimize ettiğimiz büyük bir kötülük. En başta Rabbimize karşı bir isyan en hafifinden emirlerini istihfaf anlamı taşıyor.

Eğer şeytanın bizim günahlarımızı bizim aleyhimize istimal etmesine müsaade edersek o günah vasıtasıyla uğradığımız zarardan çok daha büyük bir zarar ile karşı karşıya kalıyoruz. Çünkü şeytan günahımızı bizi ye’se atmak için kullanıyor. Allah’ın Rahmetinden ümit kesmemiz için kullanıyor ve Allah’ın Rahmetinden ancak kâfirlerin ümit keseceği âyet ile sabit. Evet, mü’min günah işleyebilir ama Allah’ın Rahmetinden asla ümidini kesmez.

Mü’min, günahına istiğfar eder, günahlarını üzerine devrilecek kocaman bir dağ olarak görür ama Allah’ın Tevvab, Afüv, Gaffar, Gafur gibi isimlerine sığınır. Ve hatırlar ki Allah’ın Rahmeti Gadabını geçmiştir.

Bununla beraber günaha girmekten, ateşe düşmekten korktuğu kadar korkar. Bilir ki günah, Allah’ı tanıyacağı ve ulvî manaları zevk edeceği latifelerini öldürüyor. Bazen bir haram lokma, bir haram bakış bir latifenin ölümüne kâfidir.

İman-ı Billah içindeki Marifetullah; Marifetullah içindeki Muhabbetullah ve Muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhanîye… işte bu ruhanî lezzeti tatmamıza vesile olan, lâtifelerimizdir. Ne kadar çalışıyor iseler o kadar lezzet alır ruhumuz. Günahlar ve isyan ile, gaflet ile ne kadar yara almışlarsa, ne kadar örselenmişlerse ruhun alacağı lezzet o nisbette azalacaktır.

Bu yüzdendir ki; ibadetinden lezzet almayan, haram lokma yiyip yemediğine ve her hangi bir konuda Allah’a isyan edip etmediğine baksın denilir. Bu noktada farzların gereğince yerine getirilip getirilmediğine bakmak gibi, Adetullah kanunlarına muhalif hareket edilip edilmediğine de bakılmalıdır belki. Yani teklifi emirlere (namaz, oruç, zekat, iktisat gibi) ve tekvinî emirlere (Allah’ın kainatın işleyişinde vaz’ ettiği kanunlar) uyup uymadığını kontrol etmeli insan.

Evet, günahlarımıza sahip çıkmalıyız. Hem kabul edip, Rabbimize itiraf edip tövbe istiğfar etmek manasında, hem de şeytanın günahlarımızı eline alıp bizi ümitsizliğe düşürmesine engel olmak manasında. Hiçbir günah ye’sten daha zararlı değildir. Ye’s en büyük hastalıklardan ve her kemale mânidir.

Risale-i Nur Külliyatı içinde kalbî seyr-i sülukun haritası olan Mesnevi-i Nuriye’de hem de Katre Risalesi’nin (tevhid deryasından bir katre) Hâtimesinde dört hastalıktan biri olarak önemle vurgulanmış “ye’s hastalığı”.

Ayrıca Münazarat’ta zindan-ı atalete düştüğümüzün sebebi nedir? Sualinin cevabı da ye’s ile başlar. Yani tembellik zindanına bizi en başta yeis atmıştır. Bu bölümün müstakil yayınlanan İhlas Risalesi’nin nihayetine de alınmış olması çok manidardır. Himmetin bineği olan şevki kıran yeistir. Bu hastalığın ilacı ise (mealen) bu âyet-i kerimedir: “ De ki: Ey kendi aleyhine ileri giden (nefsini israf eden) kullarım! Allah’ın Rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Muhakkak ki Allah bütün günahları bağışlar. O, Gafur’dur Rahim’dir.”

Ey Halık-ı Kerîmim ve ey Rabb-i Rahîmim! Senin Afife ismindeki mahlûkun ve masnuun ve abdin, hem asi, hem aciz, hem gafil, hem cahil, hem alîl, hem zelil, hem musi’, hem musin, hem şakî, hem seyidinden kaçmış bir köle olduğu halde, otuz sekiz sene sonra nedamet edip Senin dergahına avdet etmek istiyor. Senin Rahmetine iltica ediyor. Hadsiz günah ve hatiatlarını itiraf ediyor. Evham ve türlü türlü illetlere müptela olmuş, Sana tazarru ve niyaz eder. Eğer Kemal-i Rahmetinle onu kabul etsen, mağfiret edip rahmet etsen, zaten o Senin şânındır. Çünkü Erhamürrahimînsin. Eğer kabul etmezsen, Senin kapından başka hangi kapıya gideyim? Hangi kapı var? Senden başka Rabb yok ki dergahına gidilsin. Senden başka hak Mabud yoktur ki ona iltica edilsin…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum