Seni bir topraktan, nutfeden yaratan, seni bir adam sûretine koyanı inkâr mı ettin?

Seni bir topraktan, nutfeden yaratan, seni bir adam sûretine koyanı inkâr mı ettin?

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Kehf Sûresi 32-38. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:

32-(Habîbim, yâ Muhammed!) Onlara iki adamı da misâl getir ki, bunlardan birine iki üzüm bağı verip, (o bahçelerin) ikisinin de etrâfını hurmalıklarla çevirmiş ve aralarında bir ekinlik yapmıştık.

33-Her iki bağ da yemişlerini vermiş ve ondan hiçbirini eksik bırakmamıştı; ikisinin (o iki bahçenin) arasından bir de ırmak akıtmıştık.

34-Bunun (o bağ sâhibinin başka) geliri de vardı. Bundan dolayı arkadaşıyla konuşurken ona: “Ben malca senden daha zenginim; nüfusça da daha i‘tibarlıyım” dedi.

35-Böylece (kibirle) nefsine zulmedici olarak bağına girdi. “Bunun (bu bağın) ebedî olarak helâk olacağını sanmıyorum” dedi.(*)

36-“Kıyâmetin gerçekleşecek bir şey olduğunu da sanmıyorum; bununla berâber, eğer gerçekten Rabbime döndürülürsem, elbette (orada da) bundan daha hayırlı bir dönüş yeri (bir âkıbet) bulurum.” (dedi).

37-Kendisiyle konuşmakta iken arkadaşı ona dedi ki: “Seni (aslen) bir topraktan, sonra bir nutfeden (hakir bir damla sudan süzülmüş hulâsadan) yaratan, sonra da seni bir adam sûretine koyanı inkâr mı ettin?”

38-“Fakat O, benim Rabbim olan Allah’dır ve Rabbime hiçbir kimseyi ortak koşmam!”

(*) “Ey fahra meftun (övünmeye düşkün), şöhrete mübtelâ (tutkun), medhe düşkün, hodbinlikte bîhemtâ (nefsini düşünmekte eşsiz) sersem nefsim! Eğer binler meyve veren incirin menşei (kaynağı) olan küçücük bir çekirdeği ve yüz salkım ona takılan üzümün siyah kurucuk çubuğu; bütün o meyveleri, o salkımları kendi hünerleri olduğu ve onlardan istifâde edenler o çubuğa, o çekirdeğe medih ve hürmet etmek lâzım olduğu hak bir da‘vâ ise, senin dahi sana yüklenen ni‘metler için fahra, gurûra belki bir hakkın var. 
Hâlbuki sen, dâim zemme (kötülenmeye) müstehaksın. Zîrâ o çekirdek ve o çubuk gibi değilsin. Senin bir cüz’-i ihtiyârın (cüz’î seçim hakkın) bulunmakla, o ni‘metlerin kıymetlerini fahrın ile tenkīs ediyorsun (noksanlaştırıyorsun). Gurûrunla tahrîb ediyorsun ve küfrânınla (nankörlüğünle) ibtâl ediyorsun ve temellükle (sâhib çıkmakla) gasb ediyorsun. Senin vazîfen fahr değil, şükürdür. Sana lâyık olan şöhret değil, tevâzû‘dur (alçak gönüllülüktür), hacâlettir (utanmaktır). Senin hakkın medih (övünmek) değil istiğfardır (bağışlanmayı dilemektir), nedâmettir (pişmanlıktır).” (Sözler, 18. Söz, 87)