Senai DEMİRCİ

Senai DEMİRCİ

Sen hiç aynaya baktın mı Ayşe?

Hayırlı olsun, kariyerine bir çentik daha attın. Dizinin yeni kitabı zevkle okunuyor olmalı: “Ayşe Tesettürde!”
Çocukluğumuzda dizi dizi okumamız beklenen Ayşegül’ü hatırladım birden. “Ayşegül Tatilde”ydi ama ben yaz boyu fındık toplar, aralıksız inek otlatırdım.  “Ayşegül Paris’te”ymiş ama bizim köyün kızları kasabaya inip naylon çorap giymenin sadece rüyasını görüyorlardı. Ayşegül bizim köye hiç uğramadı. Uğrayamazdı. Bize hep uzak kaldı.
Meğer adı ‘Ayşegül’müş sadece. Avrupa’lıymış. Tercümeymiş yaptıkları. Anadolu’daki hayatı bilse, hepimize tepeden bakarmış. Bir tatlı çocuk resmi olarak kitap kitap dolaşırdı Ayşegül.  Aramıza pek inmezdi. Üstü başı kirlenmez. Saçı başı dağılmaz. Parasız kalmaz. Canı yanmaz. Dayak yemezdi. Sanki bütün dünya, Ayşegül’ün mutluluğu için seferberdi. Hiç hesap sorulmazdı Ayşegül’e. Dertsiz tasasızdı. Sıfır sorumluluk.  Sıfır keder. Sıfır gam. Savaş görmüyordu Ayşegül. Yetim kalmıyordu. Babasını jandarma dövmüyordu. Anasının pişirecek bulgur bulamadığı olmuyordu. Ayşegül uçakta, Ayşegül trende ama bir türlü kendine gelemiyordu.  Kendisiyle yüzleşemiyordu Ayşegül.

Çok şükür şimdi sen varsın Ayşe! Sen bizdensin. Bizim gibi giyiniyorsun. İsmailağa’da mini etekle dolaşabiliyorsun, ne güzel. Bone bağlayıp başörtülü kızlarımız gibi Ortaköy’de yürüyebiliyormuşsun. Haberim yoktu; “Ayşe Nihat’a Soyundu”dan sonra “Ayşe Tesettürde”ye hazırlanıyormuşsun.
Sen de örtündün ha, Ayşe! Nasıl göründüğünü görmek için…  Görüntünün nasıl göründüğünü göstermek için. Söyle bana Ayşe… Ne görüyorsun aynada? Gördüklerini bizden niye saklayasın ki? İşte sana çok sevdiğin “açık”lık. Soyunmaya var mısın maskelerden? Sıyırmaya hazır mısın klişeleri omuzlarından?
“Örtünüş”ünü seyrederken aynada, “İşte soyunmak kadar tahrik edici bir yol daha buldum!” diye sevinmiyor muydun içten içe? Yüzüne doladığın eşarpla, göz altını süslediğin “kalem”le  bir kez daha inşa ediyor değil miydin yazdıklarından çok yaptıklarıyla gündemi işgal etmeyi uman  “gazeteci”  kimliğini? “Hay aklınla bin yaşa!” kurnazlığı değil miydi yüzüne bulaşan muzip gülüşlerin nedeni? “Önce ben keşfettim bunu!” yollu zaferin değil miydi fotoğraflarının her karesinde dolaşan bitmez tükenmez neşenin kaynağı?

Bak, aynada kim var Ayşe?
Aynada “tahrik edici” bir fikri herkesten önce uygulamanın açıkgözlülüğü ile zevklenen bir cin fikirli örtünüyor. Aynada gündemi üzerine çekeceğini bilen, cesaret gösterme gösterisinin sahnesine bir kez daha alkışlanarak çıkacağına inanan bir köşe yazarı “sansasyon gazeteciliği”ne soyunuyor. Aynada, kendi ülkesinden, kendi cinsinden, kendisi gibi düşünebilen,  kendisi gibi hayal edebilen, kendince doğup  kendince yaşayan,  kendince sevinebilen ve üzülebilen sahici insanların kılığına oyun olsun diye  girerek, komiklik yapmaya hazırlanan bir palyaço boyanıyor. 
“O cin fikirli” örtünürken, o cesaretliymiş gibi yapan gazeteci soyunurken, gönüllü komik palyaço boyanırken, sen neredeydin Ayşe? Sen neredeydin?
Gözlerinden kaçırdığın gözlerinin içine bak şimdi. Bak, nasıl da üste çıkıyorsun. Bak, nasıl da alçakgönüllülük görünümlü bir gurura düşüyorsun. Çok sevdiği işini uğursuz bir Hürriyet haberiyle, Uğurlu bir Kanal D ihbarıyla bir kenara bırakmak zorunda kalan, üzerinde dolaşan iftiralar yüzünden konu komşuya, çocuklarının yüzüne bakamaz olan, çocukları bile orda burada aşağılanan gerçek mağdurları,  egzotik malzemelere indirgediğini görüyorsun değil mi?  Onların kıyafetini giymek kolay. Sende onların yakıcı hüzünlerini, sessiz öfkelerini, belli etmedikleri çaresizliklerini kuşanacak bir kalp var mı? Onların kılığına girmek çok mu zahmetli? Sende onların kırgınlıklarıyla kanayacak bir kalp var mı? Sende onların suskun sabrını hiç şikayetsiz taşıyacak niyet var mı?
Varsa eğer-ki vardır-kalbine değdir dilini de; senin kadar zeki, senin kadar eli kalem tutar olduğu halde, senin kadar âşık olabildiği halde, üniversite kapılarından yüz geri edilen, aşağılanan, dışlanan gencecik kızların kalplerindeki üşümeyi hiç olmazsa yalamaya niyetlen vanilyalı dondurma gibi…

Onların adı da Ayşe… Onlar kendileri gibi giyinmeyen ötekilerin kılığına girmeye, ötekilerin de insan olduğunu unutmaya, ötekilerin varlığını bir karikatür gibi güldürü malzemesi yapmaya hiç heveslenmediler, heveslenmeyecekler. Sen onları  malzeme edebilirsin, onlar seni malzemeleri etmeyecek.
Sen de biliyorsun ki, tesettürlülük gerçek bir durumdur, sahici bir tercihtir, ciddi bir konumlanmadır. Mini eteklilerin, blucinlilerin, bikinililerin, göğüs dekoltelilerin elindeki seçeneklere, önündeki denemelere, aklındaki adaptasyonlara kapalıdır. Senin çarşaf giyermiş gibi yapma hakkın var.  Onlar bikiniliymiş gibi yapmazlar. “Senin tarikata girmiş numarası çekme yetkin var. Onlar “Bir de soyunayım bakayım, nasılmış soyunmuşların hali?” denemesini yapmazlar. Sen yaşamından yobaz dindar kılığında yürüme payı çıkarabilirsin. Sen onların kılığına girebilirsin. Ama onlar seni, senin kılığına girerek karikatürleştiremezler, madara edemezler. Kabına sığmayan Hürriyet yazarı kılığında Hürriyet Tower’da yürüyemezler. Senin başına dediğim dedikçi bir özne kesilip,  oraya buraya çekiştirdikleri bir nesneye çevirmezler. İnsan olan herkesi biricik bir özne olarak bilirler.

“Mahalle baskısı” görmek istiyorsan, yorulmana gerek yok. Daha mahalleye çıkmadan icat ettiğin “tesettürlü Ayşe”ye bakışına bir bakabilirsin. Ayşe ve Ayşe’nin patronlarının gözünde, başörtülü, tesettürlü ya da dindarlar; kılığına girip eğlenilen, maskesi takılıp komik olunabilen, egzotik değerine hürmeten numuneleri korunan, folklorik özellikleri hatırına saygı gören, nadir bulunur birer “yaratık” gibi.  Görebiliyor musun kendi gözlerinin içindeki “baskı”yı? Nasıl da dilediğince oynayabileceğin bir “malzeme”ye preslediğini fark ettin mi senin gibi insan olanları?
Onlar senin elinin erişemeyeceği, dilinin değmeyeceği,  tanımsız çilelerin vakur “özne”leridir, Ayşe. Başına bone doladın diye onların başına gizli tahkirler dolayamazsın. Onlar, senin tepeden bakarken gözünden kaçırdığın suskun sabırların asil kahramanlarıdır, Ayşe.  Senin “Reina’da başörtülü- Fatih’te mini etekli”  ayırımcılığına itibar etmeden, minilisiyle, çarşaflısıyla, blucinlisiyle,  kol kola, kardeşçe yürürler. Onlar, açığı kapalısıyla, tarikatçısı, laikiyle, günahkârı, günahsızıyla her insanı yüreğinden kavrayan eşsiz merhamet pınarının onurlu sâkileridir, Ayşe. Seni de beni de pınar başında beklerler. Allah’ın rahmetini ceplerine saklamazlar. Senden merhameti esirgemezler. Kötülüğe karşı kötülük üretmekten sakınırlar. Misilleme peşine düşmeyi imanlarına yakıştırmazlar. Sen bağırdın diye sana bağırmazlar. Her sabah “aşağılanmanın da aşağılamanın da uzağında kalmak” üzere yola çıkarlar. Onları öyle kılıkla kıyafetle taklit edemezsin, Ayşe!  Başörtüsü hepsi değildir onların;  birinin kılığına girince hepten o olamazsın. Hepsi başörtülü değildir onların; birinin kılığına girince hepsi olmazsın.
Bak ki, Dubaili görünümlü kızlar olarak, fosfor gibi parıldayan elbisenle göründüğün Raina korumalarının acınası görüntüleri için dakikalarca kıkırdanmışsınız. Peki ya, başı örtülü görünmedikleri halde, hiç kimsenin görmediği orucunu, kimselere göstermeden tutan kızların varlığını çok gören patronların zalimce görüntüleri için sızlanma borcun yok mu?

Gördün mü ettiğini? Nasıl da insanın sınır konulmaz kimliğini başörtüsüne hapsediyorsun? Nasıl da bir insanın üniformaya sokulmaz biricikliğini tek düzeleştirip ezmeye kalkıyorsun?
Nasıl da “tesettürlü Ayşe” olarak orada olabiliyorsun Ayşe? Tesettürlü Ayşe’lere bir irtica manşetiyle ülkelerini dar getirenlere, tesettürlü Ayşeleri sınavlarda bir kenara itenlere ses çıkarmayan Tower sana niye ses etmiyor Ayşe?
Seninkiler plazalarının en yüce katlarına, Tower’larının pek mutena köşelerine, sabah programlarının özellikle Cuma’lı günlerine, “Biz de dindarız, ayol!” diyebilme iktidarını ele geçirebilmek için, eğlenceye yeni bir çeşni katmak için, tartışma programını kızıştırmak için ataçlıyor değil mi başörtülüleri, dindar eskisi yazarları, çarşaf ısrarcısı ablaları, yobaz söylemli amcaları, ekran meraklısı ‘ulema’ları?
Aynaya bir daha bak, “tesettürlü Ayşe”! “Tesettürlü Ayşe” olmayı akıl ederek aldığın “Aferin”leri işitirken kalbini yokla… Sana örtünme özgürlüğü tanıyan medyanın, başörtülü yazarı, “İslamcı” konuşmacıyı, “hoca” programcıyı mevsim salatasına “maydanoz” olarak aşağıladığını çok iyi görebilirsin.  Patronunun “tesettürlü Ayşe”yi,  sahiden tesettürlü Ayşelerin magazinini yapacak, sahiden çarşaflı Ayşeleri alaya alacak fırsatçı olması koşuluyla kabullendiğini görebilirsin.
Tesettürlü Ayşe’ye sadece“hizmetli” olarak görünmesi ve “dine de saygılıyız” görüntüsüne hizmetçi olması şartıyla tahammül edilir Tower’da.
Görüntü hepsi, Ayşe.. Görüntü…

Hadi, beni de senin “olay yaratma”na katkıda bulunan saflardan, toy tepkicilerden say da, yok say söylediklerimi. Hadi beni de senin gibi, senin yanında, senin karşında görünme heveslisi aşağılık komplekslisi ‘yazarımsılar’dan biri san da, boş yere söylenenlerden say beni.  İş olsun diye yazılmış bil yazdıklarımı da, keyfini bozma.  Siyasal söylem bahanesinin, polemik yapma hevesinin, “yine tepkilerini çektim!” keyfinin ardına saklayabilirsin kalbini.
Aynada gözlerinin içine bak da söyle Ayşe! Kendinden de saklayabilir misin kalbini?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum