Yavuz BAHADIROĞLU

Yavuz BAHADIROĞLU

Seksenlik delikanlı: Eba Eyyüb-el Ensari

Bugünler Eyüp Sultan Hazretleri lakabıyla meşhur, Halid bin Zeyd Hazretlerinin vefat yıldönümüdür (Mayıs başları, 672)…

Bilinen bir hikâyesi var… Peygamber Efendimiz, yanında sadık dostu Hz. Ebu Bekir’le birlikte Medine’ye hicret ediyor… Efendimiz yol boyunca, “Allahım benim için en hayırlı olanı seç ve bana hayırlı kıl” diye duadadır. (Bu dua bence dilimizden düşmemeli, çünkü o yüce Peygamber, “Son Peygamber” olarak gönderildiğine bakmadan, peygamberlik imtiyazına güvenmeden dua etmekte, “Benim için en hayırlı olanı seç” diyerek “Hayrı” Allah’tan dilemektedir)…

Bilemeyiz: Hayrın içinden şer, şerrin ortasından hayır çıkabilir. (Bu hüküm anayasa paketinden kadük olan madde için de geçerlidir) İnsan görüntüye göre hükmettiğinden, görüntünün gerisinde saklı olguları fark edemeyebilir…

Mesela, Hz. Âdem’in Cennetten çıkarılması, Hz. Yusuf’un kuyuya, Hz. İbrahim’in ateşe atılması, Hz. Nuh’un tufana uğraması, Hz. Musa’nın Nil Nehri’ne bırakılması “şer” görüntülü “hayır”lardır… Şuurunu sebeplere hapsetmiş “sebepçi”ler bu mânâyı çözemediklerinden, işin özüne nüfuz edemezler. Bu yüzden hem kendilerini, hem de çevrelerini yıpratırlar…

Doğru olan Allah’a teslim olmak, O’na dayanmak ve hayır dilemektir… Nitekim Efendimiz’in Mekke’den hicrete zorlanması da şer görüntülü bir hayırdır. Bunun da içinden hayır çıkmış, Efendimiz terke zorlandığı Mekke’ye sekiz sene kadar sonra “Devlet Başkanı” olarak dönüp doğduğu kenti fethetmiştir.

Efendimiz bu dua ve mutlak tevekkül eşliğinde Medine’ye giriyor… Ensar, Efendimiz’i ve yol arkadaşlarını Medine girişinde karşılıyor. Onlarca el Efendimiz’in bindiği devenin yularına yapışıyor:
“Ya Resulallah!.. Lütfen bana misafir olun.”
Fakat o misafir kalacağı evin bile seçildiğine emindir…
“Deveyi bırakın” buyuruyor, “çünkü ona nerede duracağı emredilmiştir… Allah bizi nerede indirirse, orada ineceğiz. Takdir edilen yerde kalacağız”…

Takdir… Bir hayat felsefesi yüklü tek kelime… Ve deve “takdir” edilen evin önüne çöküyor. Burası Eba Eyyüb el Ensari diye meşhur Halit bin Zeyd’in iki katlı evidir.
Resul-i Âlişan bu evin alt katına yerleşiyor. Fakat Peygamber âşığı Halit bin Zeyd ile karısının içi rahat etmiyor… Efendimiz gürültüden rahatsız olmasın düşüncesiyle çıt çıkarmıyorlar…
Geceler uykusuz geçiyor… Sonunda Eba Eyyüb bir karar veriyor ve bunu Efendimiz’e açıyor: “Seni Hakk ile gönderene yemin ederim ki, bir daha asla bu evin üst katında oturmayacağım.”
Ve alt kata kendisi taşınıyor.

Günlerden bir gün, Efendimiz, “Konstantiniye bir gün mutlaka fethedilecektir, onu fetheden emir ne güzeldir, onun askeri ne güzeldir…” hadisini söyleyince, Eba Eyyüb’un içine kavurucu bir ateş düşüyor… “Acaba övülmüş orduya nasıl katılırım da Peygamber övgüsünden hissedar olurum?”
Efendimiz’in yanından ayrılmayı göze alamadığı için aşkını içine atıyor… Ancak Efendimiz ebediyete göçtükten sonra harekete geçiyor.

Yıl 668’e dayanmıştır… Eba Eyyub seksen yaşına girmiştir. Fetih müjdesi uğruna yollara düşemeden ölüp gitme endişesi içinde Halife’ye koşuyor...
O tarihte Hilafet makamında oturan Hz. Muaviye’yi feth-i mübine ikna ediyor… Ve Hz. Muaviye’nin, oğlu Yezid komutasında hazırladığı fetih ordusuna katılıyor… Seksen yaşında birinin ebedi bir hedef belirleyip yollara düşmesi ne kadar manidardır…

Kırk yaşında emekli olup hayattan elini-eteğini çekerek “ihtiyarlık” sendromuna teslim olan “genç emekliler ordusu”na sahip bir ülkede, Eba Eyyüb’ü anlamak ne kadar zordur.
Demek ki, yüreklerde aşk olmalı! Yüreğinde aşkı olan insan, her yaşta gençtir! Yüreğinde aşk olmayan insan ise genç olsa da ihtiyardır!

Gerek İslâm tarihinde, gerekse Selçuklu-Osmanlı terkibinde “İhtiyar delikanlı”lara öyle çok rastlıyoruz ki (meselâ Napolyon’u Akkâ Kalesi önünde yenen Cezzar Ahmed Paşa, yine meselâ yetmiş yaşında getirildiği sadrazamlık döneminde, yıkım sürecine girmiş devleti derleyip toparlayarak, “Böyle zamanda devlete genç bir sadrazam lâzımdır, oysa Paşa’mız yerinden kalkamayacak kadar ihtiyardır” diyen muhaliflerini mahçup eden Köprülü Mehmed Paşa [Sultan IV. Mehmed devri] çarpıcı iki örnektir),,,,,, bu örnekler karşısında “ihtiyarlık” sendromunun pençesine düşmüş genç emeklileri anlamakta gerçekten zorluk çekiyoruz.
Konuya dönelim…

Yezid’in ordusu surların önüne gelip Konstantiniye’yi kuşatıyor. Fakat dönem salgın hastalıkların ortalığı kasıp kavurduğu dönemdir. Bir süre sonra ihtiyar delikanlı Halid bin Zeyd (Eba Eyyub el Ensari) de hastalığın pençesine düşüyor. Ve kurtulamayarak ebediyete göçüyor.
Vasiyeti üzerine aşamadığı surların kıyısına defnediliyor. Kim bilir belki de surlara yakın olmanın Peygamber müjdesine yakın olmak anlamına geldiğini düşünmüş olmalı…
Fatih’in Hocası Akşemseddin keşfen kabrini buluyor. Sultan II. Mehmed de, kendi sarayını yapmadan önce, onun türbesini yapıyor.

Gerekçesi yürek ürperticidir: “Peygamberimin bayraktarının evini yapmadan kendi evimi yaparsam, yarın Peygamberimin yüzüne bakamaz olurum!” Kadirşinas milletimiz de, onun ebediyeti yaşadığı semte adını veriyor: Semtin eski adı, “yeşil” anlamında “Kosmidion” iken, “Eyüp Sultan” oluyor.

Vakit

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.