Sekizinci mukaddimeye kendimce yorum-3

(Muhakemat- Bediüzzaman Said Nursi)

Kısa bir açıklama:
Böyle bir eseri yorumlama cesaretini göstermek benim gibi anlaması kıt bir insan için büyük bir iddiadır. Beni buna cesaretlendiren Risale-i Nur’un ifade güzelliğidir. Mesele o kadar güzel anlatılmış, o kadar selis ifade edilmiş ki, en amiden en zekiye kadar her kademede insanın hisse almaması mümkün değildir. O nedenle yaptığım yorumlar kendimce Risale-i Nur’dan aldığım feyz ile Nur sohbetlerinde Nur Talebelerinden öğrendiklerimden ibarettir. Bu yorumları kendim için yaptım. Risale-i Nur’u ne kadar anlamışım görmek istedim. Buna bir deneme de diyebiliriz.
Güzelse okur istifade edersiniz değilse bu da bu kardeşimizin "şahsi yorumudur" der bir kenara bırakırsınız.
 
“Bundan sonra, mâlumdur ki, insanda müdebbir-i galip, ya akıl veya basardır.”

•İnsan her hangi bir işe başladığında şu iki yoldan birini izler: Ya, tecrübesi vardır, yani, deneyim sahibidir, kimseye danışmaz ve güvenmez, bildikleriyle hareket eder, kısacası; bilgisine, deneyimine güvenmez aklıyla hareket eder.

•Örneğin, basit bir bakkal dükkânı açacak olan bir insan iki şekilden biriyle hareket eder.

•Ya, o güne kadar edinmiş olduğu deneyimleriyle/bilgileriyle hareket eder, tecrübesini konuşturur “burada bu dükkânı açarsam başarırım” der ve işe koyulur.

•Yahut ta Aklını kullanır, bilimsel gider, ön araştırma yapar, çevredeki bakkal dükkânlarını inceler, ne kadar kazandıklarını öğrenir, nüfus yoğunluğuna bakar, alışverişi bakkaldan mı marketten mi yapıyorlar? Onu tespit eder, göstergeler lehineyse o dükkânı açar.

 “Tâbir-i diğerle, ya efkâr veya hissiyattır.”

•Bu cümle önceki cümlenin devamı mahiyetindedir. Bir olay karşısında iki şekilden biriyle karar verme imkanı vardır. Biri fikirle, sistematik düşünce ile, diğeri duygusal davranışla, hislerle, bilime, mantığa, ilme önem vermeden tamamen duygusal davranmak şeklindeki bir yaklaşımla.

•Örneğin, evlenmek isteyen bir kişi duygularıyla karar verebilir, duygusal davranır. Yani, “Aşık oldum” der, “ondan başkasını gözüm görmüyor” der evlenir. Veya “her ne kadar duygularım bunu tercih ediyorsa da ben aklımı kullanacağım ve bana uygun olanı seçeceğim” der öyle tercih eder. Günümüzde yayın organlarının çoğunda evlenme ile ilgili kararlarda duygusal davranmaya teşvik varsa da dinimiz aklın kullanılması yönünde teşviklerinin olduğu herkesçe malumdur.
 
“Veyahut ya haktır veya kuvvettir.”

•Haktan yana olmak, hakkın elinden tutmak, hakkın yücelmesi için çalışmak, hukukun üstünlüğüne inanmak veya kuvvete dayanmak, kuvvetten yana tavır almak, kuvvetliyi desteklemek.

•Birinci tavırda yine akıl var ilim var, dürüstlük var, diğerinde haksızlık var, zulüm var, cehalet var, zulme rıza var.

•Geçmiş asırlarda duygusallık had safhada olduğundan kuvvet her zaman galip idi. Hatta bugün bile hayata baktığımızda yaşananların hiç de akıllıca olmadığını görüyoruz. Bazı olaylar karşısında en dürüst ve akılcı insanların bile kuvvetten yana tavır aldıkları gözlerden kaçmıyor. Ya korkudan, ya telaştan, ya cehaletten veya birilerini (devlet olur, cemaat olur) korumaktan gelen endişeden kaynaklanan bir tavırla kuvvetten/güçlüden yana tavır alındığını görüyor ve duyuyoruz.

•Birleşmiş Milletlerde sadece 5 ülkeye veto hakkının tanınması bu iddiamıza en güzel delildir. En demokrat geçinen insanların bile kuvvetten yana oldukları şeklinde birçok hadise var. Kısacası insan her hangi bir olay karşısında ya hukuktan yana olur veya kuvvetten yana…

“Veyahut ya hikmet veya hükûmettir.”

•“Hikmet”, bilim anlamında, “Hükûmet” hükmetmek, yönetmek anlamında kullanılmıştır, bilime dayanmayan idare tarzı anlamındadır. Çünkü, bilimin karşıtı zorbalıktır. Bir anlamda buradaki hükümet kelimesi zorbalık anlamında kullanılmış da denebilir.

•Yani, hikmetle yönetmek vardır, bir de zorbalıkla yönetmek vardır. Her Devletin hükümeti vardır. Ama, çoğu diktatördür. O nedenle her hükümetin hikmet ile iş gördüğü söylenemez. Hükmetmek ayrı şeydir, hikmetle iş görmek ayrı şeydir.

•Bu gün demokratik bir sistemin; “hikmetle idare” tarzını temsil ettiği gerçeği yanında, sosyalizm veya kapitalizm gibi sistemlerin “zorbalığa dayalı”, “güce dayalı” bir sistemi temsil ettiği kabul edilmiştir.

“Veyahut ya müyûlât-ı kalbiyedir veya temayülât-ı akliyedir.”
 
•“Kalbin müyulatı”, yani, kalbin yönelmesi veya “aklın müyulatı”, aklın yönelişi. Her hadisede bu iki duygu bir şekilde devreye girer. Karar verecek olan insandır. Bir işi yaparken kalbinin eğilimine güvenerek hareket eder yani “ben bu işi iyi bilirim, bu konuda kalbim böyle diyor” diyerek hareket eder. Veya aklın kararlarına uyarak iş görür. Akılcı davranır.

•Bilhassa aşk meselesinde kalbini dinleyerek giden gençlerin kısa bir zaman sonra ne kadar yanıldığını görenler çoktur. Üniversite sınavlarında kalbini dinleyerek toto oynadığını söyleyen öğrenci çok çıkar ama hiçbirinin kazandığına bugüne kadar şahit olunmamıştır. 

“Veyahut ya hevâ veya hüdâdır.”

•Heva: nefsani istekler ve arzular , hüda:hidayet, semavi irade anlamına gelmektedir, bir diğer ifade ile ilahi vahiy anlamındadır. Yani, günlük işlerde ya nefsani arzulara tabi olunacak veya yüksek bir akıldan (İrade-i İlahiyeden) gelen hidayet nurlarına/emirlerine tabi olunacak, tavırlar ona göre ayarlanacaktır.

•Vahye dayanmak, vahiyden ilham alarak hareket etmek, aynı zamanda yüksek bir aklın emrine girmek demektir. Akılcı davranmak anlamına gelir. Bir kısım mü’minler alim olmadıkları halde İlahi emirlere harfiyen riayet ettiklerinden onlarda yüksek bir seciye görünür, akılcı tavırlar fark edilir. Bu da emir aldıkları kaynağın yüksek bir akıldan geldiği anlamına gelmektedir.

•Değerli okuyucu; yukarıda birbirine benzeyen altı cümle okuduk. Zahiren bu cümlelerin manası birbirine benzese de, uygulamalarda birbirinden farklı görüntüler oluşturduğu da ayrı bir gerçektir. O nedenle verilmek istenen mesaj farklı bakış açıları ile veciz bir şekilde dile getirilmiştir. İnsanların altı tabakasına altı şekilde hitap vardır.

“Buna binaen görüyoruz ki: Ebnâ-yı mazinin bir derece safî olan ahlâk ve halis olan hissiyatları galebe çalarak gayr-ı münevver olan efkârlarını istihdam ederek şahsiyat ve ihtilâfat meydanı aldı.”

•“Mazi” evladının; saf ve temiz olan duygulara sahip olması bir tespittir. Aksini iddia etmek tarihi bir yanılgı olacaktır. Mazi insanının kalbinin temizliği, duygusal davranmasına neden olmuş o nedenle de kalp, akla üstün gelmiştir. Çünkü, verilen eğitimde kalp aydınlatılmaktadır. Akıl adeta devre dışı bırakılmıştır. Aklı nurlandıracak fen ilimleri verilmemiştir.

•O nedenle “gayr-ı münevver” olan akıl, yani aydınlanamamış akıl. Aydınlanmış, münevverleşmiş kalbin emrine girmiştir.  Malum olduğu üzere “aklın nuru fünunu medeniyedir” diyor Said Nursi. Aklı aydınlatacak olan fen ilimlerinin okutulmayışı okutulsa da yeterince okutulmayışı aklın körelmesine neden olmuştur. Bir noktada akıl zayıf kaldığından kalbin ve duyguların ön plana çıkması sonucunda akılcı olmayan fikirler yaygınlaşmış şahısçılık, ferdiyetçilik ön plana çıkmıştır. Bu da haliyle bölünme ve parçalanmalara götürmüştür. Devletler bile şahıslara bağlı kurulmuş, devam etmesi de ancak kurucu şahsın evlatları varsa ve duruma hâkim olabilmişlerse devam etmiştir. Aksi durumlarda ya çökmüş veya parçalanmışlardır.

[email protected]

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.