Sekizinci Lem’a, Hz.Geylani’nin Bediüzzaman’a ve eserlerine işaretleri

Abdülkadir Geylani, Bediüzzaman’ın eserlerinde ‘hocam ‘dediği bir zattır. Onun gelişmesinde ve hayatında rolleri zorunluluk derecesinde bir şahsiyettir. Hatta onun korumasında bir şahıstır, bütün hayatı onun mürakabe şuaı ve gözleri altındadır ve devamlı onun denetimindedir. Hizmeti  de halen onun denetimindedir, gerek İhlas, gerek Şefkat Tokatları risalelerinde bahsin, temanın oluşmasında bu zatın önemi büyüktür. Hazreti Şeyh Bediüzzaman ve Nur hizmetinin odağında ve canlı bir deneticisidir. Yoksa bu kadar büyük tahriplerin istekle yapıldığı çok büyük şahısların ve ehli himmetin tahrib edilip karanlığa itildiği bir dönemde ilahi bir koruma olmasaydı, İslam dünyasının en büyük tahribatının yapıldığı bu asırda Bediüzzaman’ın yaşaması hele hele böyle büyük ve alemşumul bir eser külliyesini yazması ve topluma  açması imkansız değil muhaldi. Çünkü mağlub edilmeyen kalmamıştır, sadece Bediüzzaman yaşamış ve yaşaması da bu dini mübinin selameti için büyük bir gerekliliktir, hatta sadece İslamiyetin değil bütün kitaplı dinlerin nihilizmin cehennem vadisinde kaybolduğu bu olumsuz asırda Bediüzzaman vadiyi tekrar yeşillendirmiş bütün kitaplı dinlerin medarı iftiharı olmuştur. Dünya coğrafyası onun ile canlanmış ve şurezardan firdevsi bir cennete dönüşmüştür.

Bediüzzaman, Şeyh Geylani’nin bir kasidesini görmüştür. Sekizinci Lem’anın telifinden on yıl önce o kasidenin kendisine bir manevi ihtar olduğunu kalben hisseder. ”On sene mukaddem o kaside-i gaybiyeyi gördükçe bana manevi bir ihtar gibi ‘Dikkat et’ diye kalbime geliyordu.” (STG 116) Bu risale zor bir zamanda telif edilmiştir. Zaman inatçı bir zamandır, açık davaları, görünen delilleri bile kabul etmeyen bir muhit vardır, bu yüzden böyle işaretlerle yapılan müjdeleri yazmak istemez. ”Bu muannid zamanda  bedihi davaları ve zahiri hüccetleri kabul etmeyenlere karşı, böyle işarat-ı gaybiye nevinden (olanı) izhar etmek hoşuma gitmemekte…” (117) Eseri yayınlama nedenleri, baskı, zulüm, esaret içinde teselli ve teşvik, Kur’an’ın esrarının ortaya çıkması, Gavs-ı Azamın risalelerin makbuliyetine imza basmasını izhar etmek, evliyaların kerametlerinin inkar edildiği bir zamanda böyle bir kerameti ortaya koyarak bu inkarı iptal etmek, belalara ve sıkıntılara maruz arkadaşların manevi gücünü takviye ve şevklerini artırmak, füturlarını ortadan kaldırmak içindir. Bediüzzaman “Kudsi Üstadım“ dediği Hazret-i Geylani ve arkadaşlarının hatırı için bu eseri yayınladığını ısrarla belirtir.

Mecmua’tül Ahzab isimli dua mecmuasının birinci cildinin beşyüz altmış ikinci sahifesi, beş satırla Kur’an hizmetindeki heyete ve başındaki Bediüzzaman’a beş yönden bakmaktadır. Beş satırda, beş yönden, beş tevafukla Kur’an hizmetinin başında bulunan Bediüzzaman’a işaret eder. “Taayyüş-i Saiden“ cümlesi ile ismini açıkça vermekle maişet, geçim hususunda izzet ve saadetle yaşayacağını haber verir. Küçüklüğünden beri  fakrü haliyle tam bir istiğna içinde, maişet konusunda  mesut bir zat olarak yaşamıştır. (119) Aynı satırın başında “ve kün kadir ül vakt” ifadesiyle “vaktin Abdülkadir’i ol” der.

Bediüzzaman bu nurani silsilenin içinde bir zattır, İmamı Rabbani, Şahı  Nakşibendi, Gavs-ı Geylani ve Halidi Bağdadi, arkasından en son olarak Bediüzzaman bu nurani akışın devamı ve en son en büyük halkasıdır, yetişme  biçimleri ile birbirlerine çok benzemektedirler. ”Vaktin Abdülkadiri ol” demek ile o silsilenin devamı olduğunu zaten Bediüzzaman da onun kendisinin önemli bir hocası olduğunu söyler. Bunlar şöyle anlatılır: “Demek bin üçyüz yirmi beşte Şeyh-i Geylani’ye mensub bir zat Şeyh-i Geylani tarzında hakikat-ı Kur’an’iyeyi müdafaa etmeğe çalışacak.” Bediüzzaman, Hürriyetin ikinci senesinde yani 1909’da manevi mücahadeye atılmıştır. “Vaktin Abdülkadir’i ol” cümlesinde Hulusi, Bekir ve Sabri, Süleyman gibi talebelere de işaret çıkarılır. Mektubat ve Sözler isimli eserlere İşara’tül icaz da işaretlere dahildir.
Bu beş satırda Hazreti Gavs, Bediüzzaman söyler “Hazret-i Şeyh istikbalde bir müridine teminat veriyor “Kul latehaf”-korkma diyor. Sen Şark ve garba gideceksin, çok fitnelere ve şerlere girip umumunda adi sebeplerin fevkinde bir tarz ile kurtulup mahfuz kalacaksın.” (120)

Bediüzzaman’ın bu kelime mucibindeki hayatını biyografik değil dışarıdan biri anlatır: “Evet bu hizmeti Kur’aniye içindeki Zat, hakikaten esaretle şarka gitti. Ve yine acib bir esaretle Asya’nın garbında on dokuz sene kaldı. (Orta ve batı Anadolu) Hazreti şeyhin dediği gibi çok şehirleri gezdi, üç sene esaretle kaldığı bu Asya’nın Şark-ı şimalisindeki (Kostruma) yerden üç dört aylık mesafeyi katedip çok şehirler gezmiş  ve Gavsın dediği gibi mahfuz kalmıştır. Mücahadesi Sözler’ledir.” ‘Kul latehaf’ hükmüyle çekinmeyerek Hazret-i Şeyhin dediği gibi yapmış. Yirmi sene zarfında  yirmi fitne ve mehalik-i azimeyi, helak edecek büyük olaylara düştüğü halde, bir hıfz-ı gaybi ile gizli bir koruma ile Hazret-i Şeyhin dediği gibi mahfuz kalmış, korunmuş, hem fevkalmemul ümidin çok üstünde, gurbet diyarında fevkalade inayete mazhariyeti o dereceye gelmiş ki bir risale sırf o inayatın tadatında sayılması makamında yazılmıştır. Hazret-i Gavs’ın dediği gibi “mehrusün biayni inayeti”  fıkrasının mealini başka bir anlatıcının dilinden anlatmakla ihtiyat göstermiştir.

“Makane müridi esiren fi şarki“ bu cümlenin cifri hesabiyle bin üç yüz otuz yedi ediyor. “işte bu fakir o tarih-i arabide Rus esaretinde tek başımla Petroğra’dan bir ay şimal-ı şark tarafından firar edip çok enva-i mehalik, yıpratıcı olaylar varken Rusça bilmediğim halde  bir muhafaza-i gaybiye, gizli bir koruma altında pek çok biladı, beldeyi seyrü seyahat ettim. Ta Varşova, Avusturya tarikiyle İstanbul’a gelip uzun bir daire-i arzda seyahat ettim. Hazret-i Gavs’ın dediği gibi o esaret-i şarkiye ve o seyr-i biladi kesire birçok beldenin dolaşımı içinde izni ilahi ile istiğaseme meded görüyordum. Demek izn-i ilahi ile Hazret-i Gavs melek gibi bu vazifeyi duasiyle yapmış.” (130) Özetle Bediüzzaman bütün manaları icmal eder. “Hazret-i Gavsın mezkur kelimatları bu fakirin tarih-i hayatında geçen en mühim noktaları manasıyle ifade ettikleri gibi hesab-ı ebced makamıyla mühim noktaların tarih-i vukularına tevafukları elbette tesadüfü muhal derecesine getirmiştir. Madem bu beş satır kasidesi keramettir, keramet ise mucize gibi Cenab-ı Hak tarafındandır, intak-ı bilhak, hakkı konuşturmak veya hakkın konuşması nevindendir, daha beyan etmediğimiz çok esrarı havidir, ihtiyar-ı beşer yetişemez.” (131)

“Korkma söyle” ifadesini Bediüzzaman başka bir türlü de izah eder. “Ya Risalet ün Nur ve Sözler sahibi, bana bak, gafil davranma, bin üçyüz otuz ikide mücahadeye başla. Sözleri korkma yaz, söyle”  filhakika Said Hürriyetten sonra (1908) az bir zamanda mücahadesinde tevakkuf etmiş ise bin üçyüz otuz ikide İşara’tül İcaz’ı telif ile beraber Eski Said’den sıyrılmak niyet edip Yeni Said suretinde bütün kuvvetiyle mücahadeyi maneviyeye başlayıp iki-üç sene sonra da Darül Hikmet’ül İslamiye’de  bir iki sene Hazret-i Gavs-ı Geylani’nin şu vasiyetini ve emrini imtisal ederek envar-ı Kur’an’iyeyi neşretmiş. Lillahilhamd şimdiye kadar devam ediyor.
Bu şayan-ı Hayret fıkrada cay-ı dikkat şu nokta var ki hazret-i Gavs doğrudan doğruya on altıncı asırdan şu asrımıza bakıyor. O altıncı asrın ahirlerinde Hülagu felaketi gibi feci, dehşetli meşhur fitnenin çok elim ve feci ve kuburdaki emvatı, kabirdeki ölüleri ağlattıracak derecede dehşetli bir nevi, şu Ondördüncü asırda bulunuyor. Bu iki asır birbirine tevafuk ediyor ki Hazret-i Şeyh ondan buna bakıyor.“ (124)

Gavs-ı Geylani’nin işaretinin talebelerine bir şevk ve himaye kaynağı olduğunu ifade eder. “Hem kalbime geldi ki Hazreti Şeyh bana bir paye vermedi. Belki Said isminde bir müridim mühim bir hizmette bulunacak, fitne ve belalardan izni ilahi ile ve Şeyhin duası ile himmetiyle mahfuz kalacak. Hem uzak yerde taşlar görünmez, dağlar görünür. Demek sekiz yüz sene mesafede görülen Hizmet-i Kur’an’ iyenin şahikasıdır, tepesidir. Yoksa Said gibi karıncalar değil. Madem bu keramet-i Gavsiyeyi ilan ve izharından Kur’an şakirdlerinin ve hizmetkarlarının şevki artıyor, elbette arkalarında Şeyh-i Geylani gibi kahraman zatlar himmet ve dualarıyla ve izni ilahi ile himaye ettiklerini bilseler şevk ve gayretleri daha artar. Elhasıl bunu kardeşlerimi fazla şevke ve ziyade gayrete getirmek için izhar ettim.” (123)

Gavs-ı Geylani’nini işaretlerini birkaç yönden ele alır Bediüzzaman. Daha şumüllü bir bakış açısı ile önce taraf-ı ilahiye bağlar. “Sekizyüz sene bir mesafede Cenab-ı Hakk’ın izniyle, ilamıyla zamanımızı tafsilatıyla görür tarzında bizim gibi aciz zaif talebelerine ders verip teşvik eder...” Fenayı mutlak ile Cenab-ı Hakkın teselli-i zatisine mazhariyet noktasında kasidesinde o sözleri söylemiş. Onun gibi olmayan ve o makama yetişmeyen onu söyleyemez, söylese mesuldür…” Hazret-i Şeyh İlam-ı Rabbani ve izni ilahi ile bu asrı görmüş ve hizmet-i Kur’an’iyenin etrafında bizleri müşahade edip nazar-ı şefkatiyle bakmış. “Keramet mucize gibi Cenab-ı Hakk’ın fiilidir, hediyesidir, ihsanıdır ve ikramıdır, beşerin fiili değildir. O keramete mazhar olan zat ise  bazen biliyor bazen bilmiyor vukuundan sonra bilir, keramete mazhariyetini kablelvuku bilen  ve ikram-ı ilahiye ihtiyarıyla Tevfik-i hareket eden  kısım eğer enaniyetten bütün bütün tecerrüd etmiş ise ve Hazret-i Gavs gibi kudsiyet kesbetmiş ise, Cenab-ı Hakkın izniyle o kerametin her tarafını bilerek kendisi sahip çıkar, bilir ve bildirir.“ (126)

Allah’tan sonra Peygamberimize bağlar kerametin izharını “Gavs-ı Geylani o harika kasidesinin tazammun ettiği ezvak-ı fevkalade, Hazret-i Şeyhin sırr-ı azim-i Ehl-i Beytin irsiyetiyle Ali Beytin  şahs-ı manevisinin makamı noktasında  ve Zat-ı Ahmediyenin (ASM) verasetiyle Hakikat-ı Muhammediyesinde kendini gördüğü gibi… Hazret-i Şeyh veraset-i mutlaka noktasında Resul-i Ekrem Aleyhisselatü vesselamın kademi mübarekini omzunda gördüğü için kendi kademini evliyanın omuzuna o sırdan bırakıyor.“ (126)

Gavs-ı Geylani’nin makamı ile ilgili tesbitler vardır. O sırr-ı azimi ehl-i beyte sahiptir. Sonra Ali Beytin şahs-ı manevisinin makamı noktasındadır. Zatı Ahmediyenin (ASM) veresesidir, mutlak veresesidir. Muhibbiyet makamından makamı niyazdan mahbubiyet makamına çıkmıştır. Tarık-ı acz ve fakrdan meşrebi aşk ve istiğraka girmiştir. İlamı Rabbani ve izni ilahi ile bu asrı görmüştür. Kur’an hizmetinin etrafında Bediüzzaman’ı ve talebelerini görmüştür.

Hazret-i Gavs o derece  yüksek bir mertebeye malik ve o derece harika bir keramete mazhardır ki kafirlerin bir kısmı demiş “Biz islamiyeti kabul edemiyoruz, fakat Abdülkadir  Geylani’yi de inkar edemiyoruz. Hem evliyayı inkar eden Vahhabinin müfrit kısmı dahi Hazreti Şeyhi inkar edemiyorlar. Evliya onun derece-i celaletine yetişmediği bütün ehl-i tarikatce teslim edilmiştir. O güneş gibi bir mucize-ı Muhammediye ve yüksek ve sönmez bir Barika-ı İslamiyet olan bir Zat-ı Nurani’dir.
Acaba hiç mümkün müdür ki Sultanul evliya makamını ihraz etmiş ve hamiyet-i islamiye ile zamanındaki  padişahları titretmiş ve kuvve-i kudsiye ile mazi ve müstakbeli hazır gibi izni ilahi ile görmüş ve mematında dahi hayatındaki gibi daimi  tasarrufu bulunduğu tasdik edilmiş olan bir kahraman-ı velayettir.” (126)

Bediüzzaman bir de onu bir şiiri ile anmıştır. Şiir çok manaları ihtiva eder.
Cemi kutbiyet ve ferdiyet ve gavsiyet ile üç sütun üzerinde durur. Hazreti Gavs kutbiyet ve gavsiyet ve ferdiyet gibi üç direk sütün üstünde durur. Bunların ayrıca tasavvufta izahları gerekir. O başka bir bahis. Rayet-i ulviyet-i Şeyh–i Hakkanidir hitab-ı Abdülkadir. Hitabı hak ve doğru bütün yüceliklerin de gölgesinde bulunduğu azametli bir bayraktır. Kitapları Allah’ın ilhamıdır. Gavs-ı Azamdır, Cenabı Abdülkadir.

Bediüzzaman kendini üç dört cihete Nakşi kabul eder, ama Kadiri meşrebi onda ihtiyarsız hükmeder. Çocukluğundan beri Hazreti Şeyhin denetimindedir ve en küçük isteklerinde dahi ondan yardım ister ve karşılık görür. ”Ben sekiz dokuz yaşında iken bütün nahiyemizde ve etrafında ahali Nakşi tarikatında ve oraca meşhur Gavs-ı Hizan namıyla bir zattan istimdad ederken ben akrabama ve umum ahaliye muhalif olarak Ya Gavs-ı Geylani  derdim. Çocukluk itibariyle elimden bir ceviz gibi ehemmiyetsiz bir şey kaybolsa “Ya Şeyh sana bir Fatiha benim bu şeyimi buldur” acibdir ve yemin ediyorum ki  binden çok defa böyle Hazret-i Şeyh himmet ve duasıyla imdadıma yetişmiş. Onun için bütün hayatımda umumiyetle Fatiha ve ezkar ne kadar okumuş isem Zat-ı Risaletten (ASM) sonra Şeyh-i Geylani’ye hediye ediliyordu. Ben üç -dört cihetle Nakşi iken Kadiri meşrebi ve muhabbeti bende ihtiyarsız hükmediyordu. Fakat tarikatle iştigale ilmin meşguliyeti mani oluyordu.” (121)

Darülhikmette aza iken de Sarıyer’deki evde Fütuh’ül Gayb ile kendini manevi cerrahi bir ameliyattan geçirmiştir.1883 yılından, daha dokuz yaşından itibaren Mütareke yıllarında yine aynı şeyhin  öğrenim dairesine girmiş ve onun Fütuh’ul Gayb eserini okumuştur. Onunla ilgileri süreklilik arzeder. Çocukluğundan sonra kırk yıl bir sürenin akabinde yine onun rahlesindedir. Bediüzzaman bu izahları ile hem Nakşi hem de Kadiri olunabileceğini ve Risale-i Nur dersini takib ve intişarı ile birlikte tarikatle ilginin de devam edebileceğini belirtmiş oluyor. İlmi faaliyeti ile birlikte hem Nakşi hem de Kadiri olduğunu söylüyor.

Bediüzzaman hayatındaki harika vakaları Şeyh’e bağlar. ”Sergüzeşt-i hayatımda geçen ve çoğunu gizlediğim çok harika vakalar vardı. Kendimi hiçbir vecihle keramete layık görmediğim için onları bazen tesadüfe, bazen da başka esbaba isnad ediyordum. Şimdi kanaatim geliyor ki o harikalar Gavs-ı Azamın bir silsile-i kerametini teşkil ederler. Demek onun duasıyla, himmetiyle, ona kerameten ve bize ikram nevinden bir nevi inayet-i ilahiyeye mazhar olmuşuz.” (135)

Bunlardan biri İstanbul’a sürgün olarak getirildiğinde Meşihat dairesinin kız mektebi olmasına karşı gösterdiği infialdir. O anki infialini, tepkisini anlatır, sonuçta okul yanar. “İşte o vakit öyle bir halet-i ruhiyeye giriftar oldum ki dünya başıma yıkılmış gibi oldu. Kuvvetim yok kerametim yok, kemal-i meyusiyetler, tam bir ümitsizlik ile, ah, vah diyerek dergah-ı ilahiyeye müteveccih oldum. Ve bizim gibi kalpleri yanan çok zatların hararetli ahları benim ahıma iltihak ettiler. Hatırıma gelmiyor ki  acaba Şeyh–i Geylani’nin  duasını ve himmetini, duamıza yardım için istedim mi istemedim mi? Bilmiyorum. Fakat her halde eskiden beri nurlar yeri olmuş bir yeri zulmetten kurtarmak için bizim gibilerin ahlarını ateşlendiren onun duasıdır ve himmetidir. O gece Meşihat kısmen yandı, herkes vaesefa dedi, ben ve benim gibi yananlar Elhamdülillah dedik.” (136)

Hazreti Gavs ölümünden sonra kıyamete kadar müritlerine imdad edecek ve tasarrufu devam edecek bir büyük azametli zattır. Bu tasarruf Bediüzzaman üzerinde de devam etmiştir. ”Meşhur bir zat elbette böyle bir zamanda kıymettar bir hizmet-i Kur’aniye bir müridinin vasıtasıyla olacağını onun görmesi ve göstermesi  şenindendir. Şeyhin bahsettiği ehemmiyetli müridi ve talebesi ve himayegerdesi olan şahıs binden sonra Ondördüncü asırda geleceğine bir imadır.“ (122)

Bediüzzaman neden Şeyhin kendinden bahsettiğine temas eder. Yukarıda özelliklerini saydığımız Şeyhin asırlar öncesinden Bediüzzaman ve talebelerinin hareketine iman hizmetine işaret etme konusunda şunları söyler. “Bir kahraman-ı velayet bu asrımıza ve asır içindeki kemal-i acz ve zaaf ile Kur’an’ın hizmetinde çalışan ve insafsız düşmanların hücumuna maruz ve teselli ve temine muhtaç biçare Kur’an’ın hadimlerine  ve talebelerine lakayd kalabilir mi? Hiç mümkün müdür ki bizimle münasebettar olmasın. Çünkü makam iktiza ediyor, mutabık-ı mukteza-yı haldir ve münasebat kavidir.” (127) Yani şeyhin bulunduğu makam ve tasarrufatı böyle bir haberdarlığı gerektirir. O “Kur’an-ı Hakimin şakirtlerine biiznillah üstadlık ediyor, bihavlillah şefkati altında himaye ediyor.” (127)

Bediüzzaman Hazreti Gavs’ın o gün bugün himayesi altındadır, talebeleri de bu himayeye dahildir. İhlas risalesinde bu mühim zatların hem hizmete ve hizmet ehline iltifat ettiklerini aynı zamanda hizmetin murakıpları, deneticileri  olduklarını söyler. ”Bilirsiniz ki Hazreti Ali (ra) o mucizevari kerametiyle ve Hazret-i Gavs-ı Azam (ks) o harika keramet-i gaybiyesiyle sizlere bu sırrı ihlasa binaen iltifat ediyorlar. Ve himayetkarane teselli verip hizmetinizi manen alkışlıyorlar. Evet hiç şüphe etmeyiniz ki bu teveccühleri ihlasa binaen gelir. Eğer bilerek bu ihlası kırsanız onların tokadını yersiniz. Onuncu Lem’adaki şefkat tokatlarını tahattur ediniz.” (Lem’alar, 162)

Bediüzzaman Onuncu Lem’a isimli eserini de Hazreti Geylani’nin bir kerameti olarak anlatır: “Hizmet-i Kur’an’iyenin bir silsile-i kerameti ve o hizmet-i kudsiyenin  etrafında izn-i ilahi ile nezaret eden ve himmet ve duasıyla yardım eden Gavs-ı Azamın bir nevi kerameti  beyan edilecek. Ta ki bu hizmet-i kudsiyede bulunanlar ciddiyetleri de hizmetlerinde sebat etsinler.“ (40)

Bediüzzaman’ın Hazreti Geylani ile münasebetlerinin bir safhası bu Sekizinci Lema’dır ama bununla sınırlı değildir. Sair eserlerinde de yer yer Gavs-ı bahr-i bikerandan bahseder, o da ayrı bir çalışma konusu. Bediüzzaman tarikatlerin  meşahiri ile hem ilmen, hem vazifeten, hem şahsen, hem de talebeleri ile alakadardır. Çalışmamız bu ilişkiler ağını tebarüz ettirmek içindir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum