Sayın Katilim

Kara kedi ağaca çıktı. Mahallenin çocuklarında bir telâş, bir telâş… Kimi elindeki yiyeceğini uzatarak, kimi boş avucunu içinde bir şeyler varmış gibi sallayarak kediyi çağırıyorlar. Pisi, pisi! Pisi, pisi Ağaca tırmanmak isteyen mi ararsınız, dala yetişmek için zıplayan mı? Açıkgözler omzuna çıkacağı saf bir kahraman ararken, pratik zekâlılar Bakkal Ahmet Amca’dan merdiven almaya gidiyor. Kara kedi gördüğü bu büyük ilgiden memnûn; tünediği dalda kuyruğunu sağa sola sallayıp duruyor. Aşağıda inerse severler mi, döverler mi bilmediğinden olacak, bir türlü karar veremiyor. 

Ağca hapisten çıktı. Eşi, dostu, akrabası davul – zurna ile halaylar eşliğinde karşılamaya koştular. Gazeteci, televizyoncu, haberci tâifesi coştular da coştular. Onların bu  telâşı başlı başına bir haber mevzûu… Birbirini çiğneyerek gazeteci kàtiline yakın olmak, karanlık gözlerinden felsefî ve mesîhî bir mesaj çıkarmak için sarfettikleri gayrete hayret etmemek elde değil! Karanlık hücrelerde, kurşun sıktığı Papa’nın engiiin ve büyüüük müsâmahası netîcesinde erdiği mesîhî kemâl, nerelerden ısmarlanıp yetiştirilen mavi kıyâfetinin üzerinde, Hıristiyan ikonlarındaki azîzlerin başını çevreleyen hâle gibi parlar bir hâlde; etrafını alan fânî ve günâhkârları kutsar gibi kalkan eline dikkat ettiniz mi? Siz hayâlinizden o ele ister bir salîb, ister bir silâh verin!

Avukatları bundan böyle mesleklerini îfâda herhangi bir zorlukla karşılaşırlarsa, emînim ki çok kolayca bir reklam ajansı kurabilirler. Doğrusu, bu hâdisede gösterdikleri başarı ile o alanda da büyük bir kàbiliyetleri olduğunu isbatladılar. Arabası şöyle başkanlarınki gibi koca kuyruklu, uzun bir “limousin” olsa daha iyi olurdu; beş yıldızlı otelle daha uyuşurdu. Şu milletin işine bak! Bu masraflar için parayı nereden buldu, diyorlar. Allah iyiliğinizi versin, böyle bir şanlı oyuncuya, böyle bir reklam için bu kadarcık masrafı çok mu gördünüz?

Muhâbirler, muhabbetlerini koltuklara, bankolara çıkarak beden diliyle ifâde ettikleri gibi, hürmetlerini de “Sayın Ağca! Sayın Ağca!” diye seslenerek duyurmaya çalışıyorlardı. Ne de olsa, her zaman ele geçecek bir fırsat değil… Ya mesîhî bir nazara mazhar olup azîzlik pâyesine eriverirse! Al sana, iki başlı Samsun kirâsı… Haberse haber, himmetse himmet! Ayrıca, belki bir mânâda, “Sayın, Ağca, cinâyetlerinizi sayın!” demek istiyorlardı da biz yanlış anlıyorduk. Velev ki, saygı mânâsına olsa ne çıkar! Otuz bin cinâyetin başağasına sayın, binlerce fâili meçhûlün paşasına sapsayın denilir de, bir buçuk cinâyetin maşasına neden denilmesin?

Şu son zamanlarda, bahtsız misyonerler ile Hıristiyan oldukları için öldürüldüğü söylenen zavallı vatandaşlarımız dolayısı ile adı kötüye çıkan Malatya’mızın da nâmı, belki bir derece temize çıkar. Böyle bir memleketten mesîhin zuhûru az mazhâriyet midir? Her ne kadar, Adlî Tıp kurumu aklî melekelerinin yerinde olmadığı şeklinde bir rapor vermişse de, bu konu tamâmen askerlik hizmeti gibi çok muhâkemeli bir vak’aya müteveccih olduğundan, eskilerin deyişiyle ihticâca sahîh değildir; yânî bu iddiâ geçerli bir delil sayılmaz… Mesîhlik ayrı, askerlik ayrı! Her kişi asker olabilir; millet olarak anadan doğma asker olduğumuzdan, bilhassa her er kişi askerdir, denilebilir. Ama, mesîh olmak için er olmak yetmez; ermiş olmak da gerekir.

Aklımı kurcalayan bir husûsu da arz etmeden geçemeyeceğim: Acaba, bizim adlî infaz sistemimizde bir kerâmet mi var? Baksanıza, daha önceleri de, saçı – sakalı sarıya boyanmış, giyeceği renkle uyum sağlamış bir mesîh daha zuhûr etmemiş mi idi? Elimde “catéchisme”le ilgili kitap yok; Papalık makàmına da sormaya yetkili değilim. Merâkımı mûcib oldu: Sarı ve mâvi mesîhlikte bir rütbe belirtisi mi? Öyle ise bu iki yerli mesîhten hangisi daha kıdemli? Hem sonra, mesîh varsa papaya daha ihtiyaç kalır mı? Hani, astı âmirine yerini sunar ya; papa da bu şöhretli vatandaşımıza yerini takdîm ederse, seyreyleyin gümbürtüyü!

Yok, aklınıza geldiği gibi, böyle bir cinâyet zanlısı ve hükümlüsünün papa olamayacağından değil! Borciya’lardan papalık makàmına oturan kişilerin cinâyetleri yanında bizimkisinin fiili hiç kalır. Ben, Hazreti Fâtih Sultan Mehmed’in yapmak isteyip de yapamadığı iddiâ edilen târîhî bir hamleyi kast etmiştim. İki Roma’nın ve iki dînin sultanı olmaktan bahsediyorum. Eğer, senaryo düzgün işlerse, Mehmed Ali’de iki din, iki Roma, iki ülke birleşir ki, tadından yenmez…

Siz boş verin, şu tarafta, bu tarafta yazılan – çizilenlere! Ak akça kara gün içinse, kara Ağca da bizim içindir. Kara olsun, fukara olmasın. Otuz senelik mesâînin sonunda bir emekli ikrâmiyesi olmayacak mı? Şimdi, bekleyin yeni mâcerâları, yeni keşif ve kerâmetleri yazılı ve seyirlik medyada, yetmiş iki kısım, tekmili birden okuyama, dinlemeye, seyretmeye hazır olun!

Paralar tink! Bol bol reyting…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum