Hüseyin YILMAZ

Hüseyin YILMAZ

Sayıklayan sizsiniz, Bediüzzaman değil!

Her insana tenkid okları fırlatılabilir, her insana itiraz edilebilir. Tenkid ve itiraz hakkı; ne âlim tanır, ne de şeyh ve devletlülere boyun büker. Hükmün tek istisnası, Peygâmberler. Ki, dünyevî meselelerde onlara da, edebi zorlamadan itiraz edilebilir, edilmiştir de.

Olması gereken ile olmakta olanın arasındaki büyük uçurum; İslâmiyet’in değil, müntesiblerinin kusurudur. Acziyetleriyle derinleştirdikleri bu uçuruma zındıkların, şeyh ve ulemayı ölü leşler gibi fırlatmaları, kendi amellerinin acıtan bir cezasıdır.

Her zaman vâka böyle cereyan etmiyor şüphesiz. Düşmanların kin ve gayzı, ölçü tanımaz edepsizlikleri tahkir ve iftiranın tabiî zeminidir. Yüz sefer cevablandırılmış, insaf ehlini ikna eden hakikatlere rağmen, iftira ve hakaret sağanakları bitmiyor, bitmesini de beklememeli. Hepsine cevab veremiyoruz, cevaba liyakatleri da yok. Hamâkâtın bilinen en müessir cevabı: Sükût... Çoğu zaman susuyoruz.

Ne var ki, arada bir de olsa, konuşmak iktiza ediyor. Girizgâhı uzattığımın farkındayım, lâkin hükmün inşâsı sağlam bir temel ve zemin gerektiriyordu.

Yeni Çağ Gazetesi, bir zaruret vuku bulmadıkça okumadığım bir mevkute. Alenî kafatasçılığına geçirdiği “milliyetçilik” maskesi midemi bulandırıyor. İttihad-ı İslâm’a çalışmayı farz bir vazife addettiğimden, dinsizlikten daha çok maksadıma mâni teşkil eden ırkçılık ve bütün türevlerine düşmanım; iflâh olmaz bir düşman.

İşte bu mevkutenin kalemşörlerinden biri, arada bir mutad edindiği cihetle kalemiyle Said Nursi ve Nurculuk Hareketinin katline teşebbüs etmiş. Bitlis Valisi’nin Bediüzzaman Hazretlerinin köyü Nurs’u ziyaret etmesi ve müsbet bir kaç kelâmla hayırla yâd etmesi Arslan Bulut’un sakîm şuuruna mızrak gibi saplanıp canını yakmış. Tabiî can havliyle feryadı basınca da bütün hezeyanları ortalığa saçılmış.

“Bugün devletin FETÖ diyerek mücadele ettiği Fetullah Gülen cemaati, bilindiği gibi Saidi Nursi takipçisidir.” diyor Bulut.

Sadece fakir bile belki kırk yıldır, Gülen’in Nurcu olmadığını, Nurları kendisi için taraftar devşirmek kasdıyla kullandığını söylüyor. Müteşekkiriz ki, Gülen, ömrünün hiçbir devrinde Nurcu olduğunu söylememiştir. İzmir mahkemesinde “Nurcu değilim” dediği devlet arşivlerine bile geçmiştir.

A muharrir, söylediğin ya cehlinin eseri bir hezeyan, ya da düşmanlığının tabiî neticesi bir iftira ve yalandır. Aldanıyor veya aldatıyorsun: Gülen, Said Nursi’nin takipçisi olmadığı gibi, kurduğu habis hareket de Nurculuk değildir.

“Gerçi, Gülen'in devlet adına cemaati bölmekle görevlendirildiği de kuvvetli bir iddiadır. Fakat, boynuz kulağı geçmiştir!” buyurmuşsunuz.

İki satırda kendi hükmünü bu kadar sarsmak; ya kabiliyetsizlik, ya da kaderî bir tokattır, yeleli Arslan! Gülen’in, ağa babalarınca, bu topraklarda boy atmış en büyük İslâmî hareket Nurculuğu bozmak veya kullanmak suretiyle meş’um bir hedefe sevkedildiği, bugün sadece zâtınızın mechûlüdür.

Boynuz kulağı geçmiştir”den kasdınız ilmî bir kıyas ise, aldanıyorsunuz: Gülen, Bediüzzaman’ın yanında, devin yanındaki cüce gibi kalır. Sığ, çelimsiz ve hasta bir cüce. Elinizdeki karayı Gülen bahanesiyle Bediüzzaman’a da çalmaksa muradınız, müfterisiniz. Bediüzzaman’da menfinin zerresi yoktur. Devrin Ankara müstebidlerince idam kasdıyla sevkedildiği bütün mahkemelerden beraatla çıkmıştır. Yalan ve iftira tabiatınızın muktezası olabilir, ancak kendinizi perişan ettirmenizin alemi yok. Daha doğru hedefler, dişinize göre daha kirli ve kerih yiyecekler bulmanız gerekir.

“Dikkat ederseniz, Saidi Nursi, devletin ajansı tarafından, "İslam âlimi" olarak gösteriliyor.” buyurmuşsunuz, göz kamaştırıcı bir vukufiyetle!

A mirim! Bediüzzaman sadece “İslâm âlimi” değil, hayır bu sade hüküm Bediüzzaman’ı takdir etmeye kâfi gelmez: Bediüzzaman, “Eşsiz bir İslâm âlimidir.” Hükmü, her zeminde, şuuru yerinde, her insaf sahibine isbat etmeye hazırım.

Hızınızı alamayıp devam etmişsiniz, züccaciye dükkânına dalan başıbozuk fil gibi:

“Oysa okuyan ve aklı olan herkes görür ki, Saidi Nursi külliyatı, sayıklamalardan ibarettir.”

Arsan Bulut!.. Nurları okumadığınız, okusanız da bu sığlık ve düşmanlıkla tek kelime anlamayacağınız ortada. Evet bir sayıklayan var, aynaya bakmanız gerekiyor sadece. Sayıklayan sizsiniz, Bediüzzaman değil. Zirâ, okumadığınız, yahut anlamadığınız göz kamaştırıcı bir külliyat hakkında verdiğiniz bu hüküm, cehl-i mürekkebin sakim şuurunuza telkih ettiği bir hezeyan ve gerçek bir sayıklamadır.

Bulutlarınız fırtına yüklü, gürültüler içinde dökülmek istiyorsunuz, anlıyorum. Ama bir yerde durmasını bilmek de gerekir. Durmuyorsunuz:

Saidi Nursi'nin kitaplarının hiçbir bilimsel değeri yoktur ama devletin valisi, bir tarikatın önderi kabul edilen bu kişinin doğduğu yere gelenlere hizmet etmeyi görev kabul ediyor!”

Neresini düzelteyim, büyük yazar? Dinî bir eserin ilmî olup olmadığına karar vermesi gerekenler o sahanın kabul görmüş mütehassısları, büyük din âlimleri ve Diyanet’tir; muharref Tevrat ve İncil’in hezeyanları sebebi ile inkârâ sürüklenmiş Batının zındık filozofları değil. Irkçılık sarası ile şuur felci yaşayanlar ise hiç değil.

Risâleler, İslâm dünyasında en çok teveccühe mazhar olmuş ve Kur’andan sonra en çok okunma şerefine mazhar olmuştur. Mahkemelerin talebi ile tayin edilen bilirkişilerin tamamının dinî ve ilmî eserler olarak vasıflandırdığı, bugün Diyanet İşleri Başkanlığı’nın aynı sebeple neşretttiği Risâle-i Nur Külliyatı için “ilmî değildir” demek, olsa olsa cünûndur sayın yazar, cünûn!

Bu kadar da değil, ısrarla Nurculuk hareketine “tarikat” deme bedbahtlığına düşüyorsunuz. Bu asılsız iddia yalnız başına bile bu mevzua sonsuz mesafelerde bir yerden baktığınızı gösteriyor. Sizi yormayayım: Nurculuk, tarikat değil, cemaattir.

Yazı diye okuyucularınıza takdim ettiğiniz hezeyannâmenin her kelimesi, her hükmü ya bir yanlışın, ya da bir düşmanlığın eseri. Neresini, hangisini düzelteyim? En tehlikelisi ve en alçakçası da ısrarla Nurculuk hareketi ile FETÖ habasetini bir gösterme gayretiniz. Sarıldığınız iplerin tamamı çürük, kulpların tamamı kırık, ama sizin için farketmiyor. Zirâ işitmişsiniz ki, tutmazsa da iz bırakır. Ama aldanıyorsunuz, Güneş balçıkla sıvanmaz. Kendi kendinizi maskara etmek için de bu kadar gayrete gerek yoktu.

“....Prof. Dr. Yümni Sezen'in "Dinlerarası Diyalog İhaneti" kitabında anlattığı gibi, Saidi Nursi, 1950'de Roma'ya, Papa 12. Pius'a Risale-i Nur Külliyatı'nı gönderdi. Saidi Nursi, Nur talebelerinin askere katılmak yerine Kur'an çalışarak zamanlarını değerlendirmelerini istiyordu. Ve Nursi'ye göre, çağın mütecaviz dinsizliğine karşı Hristiyanlarla ittifak sağlanabilirdi! Şöyle diyordu: "İman ehli, değil Müslüman kardeşleriyle, Hristiyanların dindar ruhanileriyle de ittifak etmek, ihtilafları nazara almamak, niza etmemek gerekir."

“Fetullah Gülen de bunu yaptı işte!

Askerlik meselesi gibi tenkide medar olmayacak ve aslı da anlattığınız gibi olmayan bir meselenin bu paragrafta yeri yok ama belli ki, çâresizlik içinde her şeye el uzatıyorsunuz. Asıl maksadınız Bediüzzaman ile Gülen’i aynîleştirmek.

Bir kere, Bediüzzaman’ın Papa’ya gönderdiği, Risâle-i Nur Külliyatı’nın tamamı değil, Zülfikâr mecmuasıdır. Bu Risâlenin ana omurgası Peygember’imizin (asm) son Peygâmber olduğunu izah ve isbat eden Mu’cizat-ı Ahmediyye Risâlesi’dir. Anlayabilmenizi temenni ederek söylüyorum: Yâni Bediüzzaman Papa’ya İslâmiyet’i tebliğ ediyor, hususuyla da Peygâmber Efendimiz (A.S.V)’ın peygâmberliğini isbat sadedinde söz konusu esere dikkatini çekmeye çalışıyor. Bu gayrete “Dinlerarası Diyalog” demek cehl değilse, adavettir. Hıristiyanların dindar ruhanileri ile ittifak meselesine gelince; hususî bir mevzudur, o günün şartlarına münhasırdır.

Kilisenin imtiyaz ve hezeyanlarına bir tepki olarak doğan dinsizlik cereyanının müstevli bir ideolojiye dönüşüp dünyayı kasıp kavurduğu bir zamanda, Allah’ın birliği hususundaki ittifak arayışı, dininden vaz geçmek veya dinleri barıştırmak değil, stratejik bir gayrettir, büyük yazar!.. Bu noktadan da Bediüzzaman’ın Gülen ile uzak veya yakın bir ilgisi yoktur. Bediüzzaman samimi bir Müslüman, diğeri ömrünü ifsad için harcamış bir mülhiddir. Beyhûde yoruluyorsunuz...

Söylenecek çok şey var, fakat daha fazlası israf-ı kelâm olur. Zaruret hâsıl olursa, kaldığımız yerden devam ederiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum