Şâyet biz yabancı dilde bir Kur’ân yapsaydık...

Şâyet biz yabancı dilde bir Kur’ân yapsaydık...

Ayet meali...

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Fussılet Suresi 43-46. ayetlerinde mealen şöyle buyuruyor:

43-(Ey Resûlüm!) Sana ancak senden önceki peygamberlere söylenen şeyler söyleniyor. Şübhesiz ki Rabbin, hem çok mağfiret sâhibi, hem de pek elemli bir azab sâhibidir.

44-Ve şâyet (biz) onu yabancı (dilde) bir Kur’ân yapsaydık, elbette: “Âyetleri (anlayacağımız bir dil ile) açıklanmalı değil miydi? Arab olana yabancı (dilde kitab) olur mu?” diyeceklerdi. De ki: “O, îmân edenler için bir hidâyet ve bir şifâdır!” Îmân etmeyenlere gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır ve o (Kur’ân), onlara karşı bir körlüktür. İşte onlar (sanki) uzak bir yerden çağrılıyorlar (da duymuyorlar).

45-And olsun ki, Mûsâ’ya da Kitâb’ı verdik de onda ihtilâfa düşüldü. Hâlbuki Rabbin tarafından önceden (söylenmiş) bir söz olmasaydı, elbette aralarında hüküm verilmiş (işleri bitirilmiş) olurdu. (*) Şübhesiz ki onlar, ondan (o Kur’ân’dan), (kendilerine) kuşku veren ciddî bir şübhe içindedirler.

46-Kim sâlih bir amel işlerse, artık kendi lehinedir; kim de kötülük ederse, o takdirde (o da) kendi aleyhinedir. Rabbin ise kullar(ın)a aslâ zulmedici değildir! (**)

(*)“Önceden söylenmiş söz”den maksad, hesâbın ve cezânın kıyâmet gününe kadar ertelenmiş olmasıdır. “Aralarında hüküm verilmiş olurdu” cümlesinden murâd ise, cezâlarının dünyada iken kendilerine hemen verilmemesidir. (Nesefî, c. 4, 142)

(**)“*وَماَ رَبِّكَ بِظَلاَّمٍ لِلْعَب۪يدِ [Rabbin ise kullar(ın)a aslâ zulmedici değildir!] gibi âyetlerin işâret ettikleri kıyâs-ı adlînin (adâlete dâir kıyâsın) hülâsası şudur ki: İnsanlar gāyet refah ve rahatla ve mazlum (zulme uğrayan) ve mütedeyyin (dindar) adamlar gāyet zahmet ve zillet ile (aşağılanarak) ömür geçiriyorlar. Sonra ölüm gelir ikisini de müsâvî (eşit) kılar. Eğer şu müsâvât (eşitlik) nihâyetsiz ise ve bir nihâyeti yoksa, zulüm görünür. Hâlbuki zulümden tenezzühü (uzak olması), kâinâtın şehâdetiyle sâbit olan adâlet ve hikmet-i İlâhiye (Allah’ın adâlet ve hikmeti), bu zulmü hiçbir cihetle kabûl etmediğinden, bilbedâhe (açıkça) bir mecma‘-i âharı (diğer bir toplanma yerini) iktizâ ederler (gerektirirler) ki, birincisi cezâsını, ikincisi mükâfâtını görsün. Tâ şu intizamsız perîşan beşer (insanlar), isti‘dâdına (kābiliyetine) münâsib tecziye (cezâlandırma) ve mükâfât görüp adâlet-i mahzâya (tam bir adâlete) medâr (sebeb) ve hikmet-i Rabbâniyeye mazhar ve hikmetli mevcûdât-ı âlemin (âlemdeki varlıkların) bir büyük kardeşi olabilsin.” (Tılsımlar, 26. Söz, 111)

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.