Sana Zülkarneyn’den de soruyorlar de ki

Sana Zülkarneyn’den de soruyorlar de ki

Ayet meali

Bismillahirrahmanirrahim

Cenab-ı Hak (c.c), Kehf Sûresi 83-91. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor

83-(Ey Habîbim!) Sana Zülkarneyn’den de soruyorlar. De ki: “Size ondan bir hâtıra okuyacağım (anlatacağım).” (*)

84-Şübhesiz ki biz, ona (Zülkarneyn’e) yeryüzünde imkân verdik ve kendisine (istediği) herşeyden bir sebeb (ulaşması için bir yol) verdik.

85-Böylece (o da) bir sebeb (batıya doğru, bir yol) ta‘kib etti.

86-Nihâyet güneşin battığı yere (batı cihetindeki memleketlere) varınca, onu (o güneşi) balçıklı bir suda batıyor (gibi) buldu (**) ve yanında (kâfir) bir kavim buldu. Dedik ki: “Ey Zülkarneyn! (Artık sana düşen) ya (onları) cezâlandırman veya haklarında bir güzellik tutmandır!”

87-(Zülkarneyn o kavme) dedi ki: “Kim zulmederse, işte onu cezâlandıracağız; sonra (o,) Rabbine döndürülür de (Rabbi) onu şiddetli bir azâb ile cezâlandırır.”

88-“Fakat kim îmân edip sâlih amel işlerse, işte onun için en güzel karşılık (Cennet) vardır. Ona emrimizden bir kolaylık da söyleyeceğiz” (dedi).

89-Sonra (başka) bir sebeb (doğuya doğru, bir yol) ta‘kib etti.

90-Nihâyet güneşin doğduğu yere (doğu cihetindeki memleketlere) varınca, onu öyle bir kavim üzerine doğuyor buldu ki, onun (o güneş ışıklarının) altında kendileri(ni korumak) için bir siper (dağlar ve ağaçlar) yapmamıştık.

91-İşte (Zülkarneyn’in işi) böyledir! Ve onun yanında olan şeyleri, gerçekten (hepsinden) haberdâr olarak kuşatmıştık.

(*) “Ehl-i tahkīkin (hakīkati araştıran âlimlerin) beyânına göre, hem ‘Zülkarneyn’ ünvânının işâretiyle, Yemen pâdişahlarının ‘Zülyezen’ gibi ‘zü’ kelimesiyle başlayan isimleri bulunduğundan bu Zülkarneyn, İskender-i Rûmî değildir. Belki Yemen pâdişahlarından birisidir ki, Hz. İbrâhîm Aleyhisselâm'ın zamânında bulunmuş ve Hz. Hızır (as)’dan ders almıştır. İskender-i Rûmî ise Mîlad’dan takrîben (yaklaşık) üç yüz sene evvel gelmiş, Aristo’dan ders almıştır. Târîh-i beşerî (insanlık târîhi) muntazam sûrette üç bin seneye kadar gidiyor.” (Lem‘alar, 16. Lem‘a, 110)

(**)“Âyât-ı Kur’âniye (Kur’ân’ın âyetleri), üslûb-ı Arabiye (Arabca’nın ifâde tarzı) üzerine ve zâhir nazara (dıştan bakanlara) göre umûmun (herkesin) anlayacağı bir tarzda ifâde ettiği için, çok def‘a teşbih ve temsil sûretinde (benzetme ve misâl verme yoluyla) beyân ediyor. İşte تَغْرِبُ فِي عَيْنٍ حَمِئَةٍ* [Balçıklı bir suda batıyor] güneşin, harâretli, çamurlu bir çeşme gibi görünen Bahr-i Muhît-i Garbî’nin (Atlas Okyanusu’nun) sâhilinde veya volkanlı, alevli, dumanlı dağın gözünde gurûb ettiğini (battığını) Zülkarneyn görmüş. Yani: Zâhir nazarda Bahr-i Muhît-i Garbî’nin sevâhilinde (sâhillerinde), yazın şiddet-i harâretiyle etrâfındaki bataklık harâretlenip, tebahhur ettiği (buharlaştığı) bir zamanda, o buhar arkasında büyük bir çeşme havzası sûretinde uzaktan Zülkarneyn’e görünen Bahr-i Muhît’in bir kısmında güneşin zâhirî gurûbunu görmüş. Veya volkanlı, taşı ve toprağı ve ma‘den sularını karıştırarak fışkıran bir dağın başındaki yeni açılmış ateşli gözünde, semâvâtın gözü olan güneşin gizlendiğini görmüş.” (Lem‘alar, 16. Lem‘a, 108)