Said Nursi'yi Emirdağ'dan uğurlayan son kişiydi

Said Nursi'yi Emirdağ'dan uğurlayan son kişiydi

Son Şahitlerde Mustafa Karapınar vefat etti

Risale Haber-Haber Merkezi

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleriyle görüşen Son Şahitlerde Mustafa Karapınar vefat etti. Karapınar, Bediüzzaman Hazretleriyle nasıl karşılaştığını Ömer Özcan’ın Ağabeyler Anlatıyor-6 kitabında şöyle anlatmıştı:

1920 doğumluydu

18 Nisan 1920 tarihinde pazartesi günü sabah saat 05’te Eyüp Sultan’ın Davudağa Mahallesi, Gülsuyu Sokakta dünyaya gelmişim. Orman teknisyeniyim. Babam İbrahim Hamdi Karapınar Deniz subayıydı. Nusret Mayın Gemisinde çarkçı subayıydı. 1941 yılında Bolu Orman Mektebinden mezun oldum. Emirdağ’da, 1946 senesinin başından itibaren 1949’un Ekim ayına kadar orman şefi olarak vazife yaptım. Üstad Hazretlerini orada tanıdım. Risaleleri yazamadım, doğrusunu söylemek gerekirse pek fazla da okuyamadım. Fakat Üstad Hazretlerini tanıdığım günden beri onun feyziyle bir vakit bile namazımı geçirmedim. 

Üstad Hazretleri “sandalyeye oturtun” dedi

Üstad Hazretlerini daha evvel Kastamonu hayatı sırasında duyuyordum. İlk tanışmam ve ilk ziyaretim ise 1947 senesinde Emirdağ’da oldu. Emirdağ Hükümet Tabibi Tahir Barçın’ın sağlık memurlarından Hayri Gencer (*) bir gün bana, “Mustafa bakıyorum da sen iyi bir aileden geliyorsun ama bir cumaya bile gelemiyorsun” dedi. Birden başımdan kaynar sular döküldü, nasıl üzüldüğümü tarif edemem. Meğer o, Üstad Hazretlerinin sevgili bir talebesiymiş. Neyse “Sen Perşembe günü hazır ol, ben seni alacağım” dedi. O gün damatlık elbiselerimi giydim, beklemeye başladım. Geldi beni aldı. Önce Emirdağ Çarşı Camiinde ikindi namazını beraber kıldık. Hatta sünneti üç rekât kıldım heyecandan. Bana “Hadi gel Üstad Hazretlerinin elini öpelim” dedi. Yüreğim “Küt! Küt! Küt!” diye atmaya başladı. Gittik, kapıyı Ceylan açtı, içeri girdi izin aldı. Üstad Hazretleri kabul buyurdu bizi. 

İçeri girdik, Üstad Hazretlerinin eline sarıldım, öptüm. O da bana sarıldı “Hoş geldin kardaşım” dedi. Üstad “Kardaşım” derdi. Orada bana dua etti ve “Ceylan, bu Mustafa kardaşım geldiği zaman hemen alacaksın. O sizin yerde gibi oturamaz, kürsü getireceksin ona, kürsüde oturacak” dedi. Kürsü dediği sandalye yani... Ben memur olduğum için bir bakışta benim yere oturamayacağımı hemen anladı. Üstad Hazretleri bir şeyler daha anlattı ama o heyecanla aklımda fazla bir şey kalmadı. İlk tanışmam böyle oldu. Artık ben bütün talebelerle, Çalışkan’larla, Mehmed Çalışkan’la, Osman Çalışkan’la tanıştım. Ondan sonra da çok görüşmem oldu. 

Üç-dört kere atımı verdim, o da para verdi

Üstad Hazretleri kırları gezmeyi çok severdi. Bazen at ile bazen de iki tekerlekli atlı arabayla gezerdi. Atımı Üstad Hazretlerine üç-beş kere vermişimdir. Atımı hazırlar kapısına götürür, bindirirdik Ceylan’la beraber. Beni yanında götürmez, ekseri Ceylan’la beraber giderlerdi. Bana da yirmi beş veya elli kuruş para verirdi. 

Üstad Hazretlerinin içme suyu için Emir Sultan Türbesi’nin olduğu Gökpınar’dan su getirtirdim. Atımın heybesinin iki gözüne iki testi kor, seyisimi gönderir, doldurturdum. Testinin birini ben alırdım, diğerini Üstad Hazretlerine gönderirdim. Devlet erkânı, kaymakam, müddei-i umumi, jandarma kumandanı beni severdi. Bundan dolayı hiç ciddi bir soruşturma geçirmedim.

‘Fesuphanallah, bak şu Mustafa’nın ihlâsına’

Bir gece hava o kadar şiddetli ki Emirdağ’ı hop oturtup, hop kaldırıyor. Yatsı namazını evimde kıldım, sobanın karşısında bir sandalyeye oturdum. Ailem hamileydi karyolada yatıyordu. Birden “Ben bu sobayı yakıp ısınıyorum, acaba Üstad Hazretleri ne vaziyettedir” diye içme bir sıkıntı, bir ilham geldi. Sabahı zor ettim. Alacakaranlıkta hemen seyisimi çağırdım, “Git bir çuval kömür al hocaya götür” dedim. Mangal kömürü kullanırdı Üstad. 

Üstad Hazretleri namazlarını kılmışlar. İmsaktan hemen beş-on dakika sonra namaza dururları, Şafii Mezhebine iktidaen. Bu kısmı Ceylan anlattı bana: “Mustafa Ağabey, Üstad Hazretlerinin çayını içiriyordum. O anda bana ‘Evladım Ceylan, kömür vaziyetimiz nasıldır?’ dedi. ‘Üstad’ım kömürümüz yok, bu son’ dedim. ‘Öyle ise Mustafa Kardaşıma söyle bana kömürü iletsin’ dedi. O anda kapının zili çaldı. ‘Git bak Ceylan kim gelmiş?’ dedi Üstad.  Üstad Hazretlerinin yanına dönünce sordu ‘Kim geldi Ceylan?’ ‘Üstad’ım buyurdunuz ya kömür geldi’ dedim. Üstad Hazretleri ‘Fesuphanallah, bak şu Mustafa’nın ihlâsına’ diyerek seni andı” dedi Ceylan. Sonra Üstad Hazretleri bana yirmi beş kuruş para gönderdi. Canım Üstadım benim… (Mustafa ağabey burada ağlıyor.) Ben de o parayı kısmet parası olarak cüzdanıma koydum.  Emirdağ'da Üstad Hazretleriyle irtibatımı hiç kesmedim. Zaten hep pencerede görürdüm onu.

Asker gibi hareketlerle kılardı namazlarını 

Üstad Hazretlerinin arkasında çok namaz kıldım. Gayet ciddi, asker gibi hareketlerle kılardı namazlarını. Ekseri Emirdağ Çarşı Camiinin minberinin solunda veya aynı caminin üst katında kılardı namazlarını. “İlâhî Yâ Rabbi, İlâhî Yâ Rabbi” diye başlardı namazına. Böyle “İlâhî Yâ Rabbi!” dediği zaman biz sarsılırdık arkasında. İnsanın tüyleri diken diken olurdu vallahi… “İlâhî Yâ Rabbi!” dedi mi başı öne düşer, sanki O, O değildir artık. Hep böyle kılardı namazlarını.     

Evimde arama yapıldı

Afyon Mahkemesinden hemen önce, 1948 senesi çok sıkıntılı bir zamandı Emirdağ’da. Üstad Hazretlerinin en zorlu senesidir 1948. Emirdağ’da polisler, sivil taharri memurları falan kaynıyordu. Şimdi anlatacağım hadise o sene olmuştu. 

Üstad henüz daha Emirdağ’da... Bir gün orman davalarından dolayı mahkemedeyim. Fethi Önkaya diye bir ceza hâkimi var. Jandarma Kumandan Vekili Vehbi Çavuş geldi, hâkimle bir şeyler görüştü. Sonra hâkim bey beni çağırdı “Mustafa Bey gelir misin?” dedi.  “Vehbi Çavuşla gideceğiz bir işimiz var” dedi. Hükümet binasından dışarı çıktık. Vehbi Çavuş’a “Ne oldu?” dedim. “Efendim sizin eve gideceğiz” dedi. Eve gideceğiz deyince hemen aklıma geldi, ailem doğum yapmak üzereydi; “Aman bir şey mi oldu?” dedim. Neyse ev yakındı zaten vardık. Baktım iki jandarma kapıda duruyor… 

Eve girdik, baktım bir zabıt varakası yapılmış. “Gerekli aramalar… “ diye yazıyordu. Benim bir şeyden haberim yok... Meğer bizim ormanda çalışan bir memur vardı. İyi niyetli bir insan değildi. O sebeple ona pek vazife vermezdim. İçki de kullanırdı. Çoluk çocuğuna da acırdım. O memur bundan rahatsız olmuş, “Bu da onlardandır” diye beni Afyon Ağır Ceza Mahkemesi Savcılığına şikâyet etmiş. Oradan bir yazı geliyor Emirdağ’ına. O yazıya istinaden evimiz, çalıştığım daire aranıyordu şimdi. Evde bir şey çıkmadı. 

Rahmetli Mehmed Çalışkan -ki onun çok büyük hizmetleri vardır- bana Asâ-yı Mûsa, Siracinnur, Zülfikâr, Gençlik Rehberi, İhtiyarlar Risalesi vermişti. Ben onları -doğrusunu söylemek lazım- okuyamadım. Benim deri bir çantam vardı, o kitapları ona koymuş, dairemdeki bir pencerenin arkasında bulunan askıya asmıştım. Jandarmalar bütün daireyi gezdiler, hiçbir yer bırakmadan aradılar. Hatta hayvanların saman-ot yığınları arasına kadar arandı, bir şey bulamadılar. Ben arada bir bakıyorum, çanta hala orada duruyordu. Arama bittikten sonra memurlar yaptıkları vazifeleri zabta geçirdiler. Mahkemede “Sen böyle yardımlar yapıyormuşsun” diye sordular bana. “Evet, yapıyordum” dedim. “Niçin?” dediklerinde “Yaşlıydı, saygım vardı” dedim. İfadem bu oldu mahkemede.

Derken bir akşamleyin PTT memuru geldi. Elinde kırmızı mühürlü bir yıldırım telgraf vardı. Baktım, o beni şikâyet eden memur için, “Genel Müdürlük emriyle görevden alınmıştır” diye bir talimat yazıyor. 

Üstad Hazretlerinin Emirdağ’dan ayrılışının en son şahidiyim

Üstad Hazretlerinin Emirdağ’dan ayrılışının en son şahidiyim. Galiba 1948 Mart ayı olacak. Havanın açık olduğu bir gündü. Hayri Gencer geldi “Mustafa Bey Üstad Hazretleri gidiyor“ dedi. “Nereye gidiyor?” dedim. “Afyon’a alıyorlar” dedi. Sonra “Ben helalleşemedim, nasıl yapalım?” dedi. “Yola çıkalım, Emirdağ’dan bir-iki kilometre ileri gidelim, kimsenin haberi olmadan vasıtasını durdurup vedalaşalım” dedim. Yeşil brandalı, kasası kapalı bir kamyon… O zaman böyle kamyonlar belediyelerde vardı. Şoförün adı da Emrullah. Her şey olduğu gibi gözümün önünde hala… Hayri Gencer’le çıktık yola, 500 metre sonra elimizi kaldırdık, “Dur!” dedik. Şoför Emrullah bizi tanıyor. Şoför mahalline oturtmuşlar Üstad Hazretlerini. Başta Vehbi Çavuş, ortada Üstad Hazretleri, öbür tarafta da şoför Emrullah vardı. Arkada ise Risale-i Nur Şakirtleri… Tabi en başta Çalışkanlar… Ama biz onları göremedik. 

Kamyon durdu.  Vehbi Çavuş indi aşağıya. “Ne istiyorsun Mustafa Bey?” dedi. “Hiçbir şey yok” dedim. “Sen bizi tanıyorsun, bizim ona hürmetimiz, saygımız sonsuz, helalleşemedik, elini öpeceğiz, duasını alacağız müsaade ederseniz” dedim. “Peki, sorayım kendilerine” dedi. Sordu. İndi Üstad Hazretleri sarıldı bize, öptü, gözleri yaşardı, Emirdağ’ına dua etti. Bir şey konuşmadık. Afyon hapishanesine doğru yola devam ettiler. 

(*) Merhum Hayri Gencer’in adı, Emirdağ Lâhikasında bulunan bazı mektupların altında ve Hz. Üstad’ın bir mektubunda geçmektedir. Şöyle: “Üç-dört saat sonra, Emirdağı'nın bir Hüsrev'i ve Feyzi'si, çok hayırlı olan tabib Hayri yanıma geldi…” (Emirdağ Lâhikası186)

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum