Said Nursi'ye alınan arabanın az bilinen hikayesi

Said Nursi'ye alınan arabanın az bilinen hikayesi

Araba alımının her aşamasında içinde olan şahit Mahmut Çalışkan ayrıntıları anlatıyor

RİSALEHABER

Mahmud Çalışkan ağabeyi vefat yıldönümünde rahmet dualarımızla anıyoruz.

Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin şoförlüğünü (1956-1958) yapan, zaman zaman hizmetlerini de gören Mahmud Çalışkan ağabey, 13 Eylül 2016 tarihinde Emirdağ’da vefat etmişti.

Mahmut ağabey hizmet hatıralarını Ömer Özcan’ın Ağabeyler Anlatıyor kitabında anlatmıştı. İşte onlardan biri de Bediüzzaman Hazretlerine alınan araba...

MAHMUT ÇALIŞKAN AĞABEY KİMDİR?

Emirdağlı Mahmut Çalışkan Ağabey 1938 doğumludur. Şeyh Ali Efendinin en küçük oğludur. Bediüzzaman Hazretleri 1944 senesinde mecburi ikamet etmek üzere Emirdağ’ına gönderildiğinde altı yaşındadır. TÜİK bilgilerine göre, Bediüzzaman Hazretlerinin Emirdağ’a geldiği sene bu küçük ilçenin nüfusu 5 bin 491 kişidir. Küçük bir yerleşim merkezi...

Mahmut Çalışkan, Hz. Üstad’ın hizmetlerinde bulunmuş ve iki seneden fazla şoförlüğünü yapmış bahtiyar ağabeylerimizdendir. Hz. Üstad’la ilgili tarihi değeri çok yüksek hatıraları vardır…

Yabancı bir yere, gurbete, kimsesiz, yaşlı haliyle gönderilen Said Nursi’yi daha ilk Emirdağ gününden itibaren -Hz. Üstad’ın tabiriyle- ‘Çalışkanlar Hanedanı’ sahip çıkıyor ve bu tesahup son nefeslerine kadar sadakatle devam ediyor. Çalışkanlar Hanedanı yaş sırasıyla; Osman, Abdullah, Mehmet, Hasan, Ahmed ve Mahmut Çalışkan olarak altı kardeştirler. Bir de onların evlatları var... Mehmet Çalışkan’ın oğlu Ceylan Çalışkan, Hz. Üstad’ın varis ve vekili olarak en yakın talebelerindendir. Mahmut Çalışkan, Ceylan Çalışkan’ın amcasıdır. Fakat amca Mahmut, yeğen Ceylan’dan yedi yaş küçüktür. Çalışkan’lara dedeleri kardeş olmaları hesabıyla Mustafa Acet de ilave edilebilir. Hattat Mustafa Acet ağabeyin de Emirdağ hizmetlerinde çok fedakârlıkları vardır.

SAİD NURSİ'YE ALINAN ARABANIN HİKAYESİ

Bediüzzaman Hazretlerinin Isparta’da -sonradan müze olan- evinde sergilenen 1954 model Cehavrolet marka bir otomobil vardır. Bu otomobil 1956 yılında Mahmut Çalışkan’ın da içinde bulunduğu bir heyet tarafından satın alınıyor. Adı geçen otomobilden önce, Hz. Üstad’ın kısa bir müddet için kullandığı bir jip de var. Jip satılıp yerine bu Chevrolet marka otomobil alınıyor. Biraz daha gerilere doğru gidersek, 1949 senesinde ağabeylerin satın aldığı fakat Hz. Bediüzzaman’ın daha hiç görmeden "geri götürün" dediği, Austin marka bir otomobil daha vardır. Her üç arabanın da satın alınmasının, kullanılmasının birinci şahidi Mahmut Çalışkan ağabeydir.

İLK ALINAN AUSTİN MARKA ARABAYI ÜSTAD GERİ GÖNDERDİ

1949 senesinde Üstad’ımız Afyon hapishanesinden gelmişti, yeni çıkmışlardı. Konya’dan Sabri Halıcı, Emirdağ’ından Mehmet Çalışkan ağabeyim, Isparta’dan Tâhirî Mutlu Ağabey, İnebolu’dan Selahaddin Çelebi ve bir kişi daha hepsi beraber karar veriyorlar; Üstad’ımızı rahat ettirmek için bir araba alalım diyorlar. Ve 4 bin liraya Austin marka bir araba satın alıyorlar. Üstad’ımızın bunlardan haberi yok.

Emirdağ’ına getirdiler arabayı. Daha haber bile veremeden, Üstad’ımız hepsini çağırtıyor ve “Siz bir araba almış, getirmişsiniz. Arabayı derhal getirdiğiniz yere götürün" diyor. Ve araba en büyük hisseyi veren Konyalı Sabri Halıcı ağabeye gönderiliyor. Meğer o gece Üstad’ımıza ihtar oluyor; “Yâ Said! Şimdi senin kendi keyfin ve zevkinle uğraşılacak zaman değil. Şimdi bu risalelerin neşriyat zamanı... Sana hizmet edenleri, senin kendi şahsi hizmetinde kullanmaya hakkın yoktur” şeklinde manevi bir ihtar... Üstad’ımız manevi bir tokat gelecek diye çok korkuyor... Onun için “Hemen, derhal bu arabanın buradan gitmesi lazım” diyor. Daha arabayı görmeden araba Konya’ya gitti... (1)

BİR ARABA ALINMASINA KARAR VERİLDİ FAKAT ŞOFÖR YOK

Üstad’ımız, “Ben kırlarda tefekkür ediyorum, temaşa ediyorum, hem hava almak için gidiyorum” diyordu. Dağlara-taşlara bakıyor, onların Allah’ı nasıl zikrettiğini görüyordu... Hava müsaid oldu mu hemen kırlara, dağlara giderdi.

Sene 1956. Üstad’ımızın hizmetlerini daha çok Zübeyir Ağabey gördüğü için yanından pek ayrılamıyordu. Dışarıda görülecek işleri ben görüyordum. Bir gün Üstad’ımıza odun taşıdım, dışarıdan su getirdim. Zübeyir Ağabey beni Üstad’ımıza götürdü, “Mahmut geldi Üstad’ım” demiş. Üstad’ımız da “Gelsin” diyor. Üstad’ımız karyolasındaydı, “Otur evladım” dedi bana. Ben elini öptüm, oturdum. Sonra, “Ben senin anneni, babanı, bütün Çalışkanlar Hanedanı’nı kendi ailem, kendi hanem gibi kabul ettim. Bütün Emirdağ’ının sağ ve ölüsüne her gün dua ediyorum. Emirdağ’ını kendi Nurs köyüm gibi kabul ettim” diye birkaç şey daha söyledi. Ben Üstad’ımızın elini öptüm, ayrıldım.

O arada ben dışarı çıkarken Zübeyir Ağabey: “Kardeşim, işin yoksa birkaç dakika görüşelim” dedi. Zübeyir ağabeyin odasına gittik. O zamana kadar Üstad’ımız faytonla gidemediği yerlere araba ile gidiyordu. Araba bulunursa arabayla, bulunmazsa yayan gidiyordu. Arabayla gitse, dönüşte araba bulunamazsa yayan dönüyordu. Tabi çok zahmet çekiyordu. Bunu Zübeyir Ağabey çok hissediyordu. Ve bunu ağabeylere açıyor Emirdağ’ında.

ESKİŞEHİR’E O ŞOFÖR KURSUNA GİTTİM, EHLİYETİMİ ALDIM

Ve bir araba alınmasına karar veriyor ağabeyler. Bana bunu anlattı Zübeyir Ağabey. “Ağabeylerle görüştük, araba alınacak fakat şoför yok. Kendimizden bir şoför olsa Üstad’ımız daha rahat eder” dedi. Ben gayr-i ihtiyari, “Zübeyir Ağabey ben olayım” dedim. Dedi: “Kardeşim, senin şoförlüğün yok, arabayla bir ilgin de yok” dedi. Ben daha evvel Eskişehir’de şoför kursu var diye duymuştum. Zübeyir ağabeye bunu söyledim. Zübeyir Ağabey benim bu sözümle ilgilendi, “Kardeşim, sen git bunu bir öğren” dedi. Gittim hemen soruşturdum, hakikaten Eskişehir’de o kurs varmış. Zübeyir ağabeye geldim: “Ağabey böyle bir kurs varmış” dedim. “Kardeşim, sen o kursa git” dedi bana. Eskişehir’e o şoför kursuna gittim, ehliyetimi aldım.

ÖNCE BİR JİP ALDIK

Sene 1956... O arada bir jip denk geldi, o jipi satın aldık. Isparta’da müzede bulunan otomobilden evvel bu jip alınmıştı.

Eskişehir’den Emirdağ’a geldim, "Üstad Isparta’ya gitti" dediler. O tarihte Üstadımız ara sıra Emirdağ’a gelse de, Isparta’da kalıyordu . O gün Emirdağ’da yattım, ertesi günü akşam üzeri Isparta’ya vardım. Boyacı Rüşdü Çakın Ağabey vardı, onun yanına gittim. O Zübeyir ağabeyi çağırdı. Beni Üstad’ın evinin aşağısında bir eve götürdüler, akşam orada kaldım.

“SEN ARABA ALMIŞSIN, BURADA BENİ GEZDİRMEYE GELMİŞSİN ÖYLE Mİ?”

Ertesi günü sabah dersinden sonra Üstad’ımıza haber veriyorlar. Diyorlar ki: “Mahmut bir araba almış, hem burada çalışacak, hem size hizmet edecek, sizi gezdirecek.” Üstadımız ilgileniyor, Ceylan ağabeyi gönderiyor “Mahmut’u çabuk al da gel” diyor. Sabah namazından sonra Ceylan Ağabey geldi kapıyı çaldı: “Kardeşim, Üstad seni çağırıyor” dedi. Gittik beraber. Ben Üstadımızın elini öptüm, oturdum. “Sen araba almışsın, burada beni gezdirmeye gelmişsin. Öyle mi?” dedi. “Evet, Üstad’ım” dedim. “Maşallah, maşallah, tam...” dedi. Sonra, “Nerede kalıyorsun?” dedi. “Aşağıda bir evde kalıyorum Üstad’ım” dedim. “Sen de benim yanımda kalacaksın” dedi. Orada bir yatak vardı. Ondan sonra ağabeylerle beraber Üstad’ımızın yanında kalmaya başladım. Şimdi müze olan evde...

Böylece 1956 senesinde Üstad’ımızın şoförlüğüne başlamış ve iki seneden fazla hizmetinde bulunmuş oldum. O jiple Üstad’ımızı dört-beş defa Barla’ya götürdüm. Yalnız o zaman yol yoktu, dağlardan giderdik jiple.

JİP’İN İÇİNE ÜSTAD’IMIZ ÜŞÜMESİN DİYE MANGAL KOYUYORDUK

Bir kış günü Üstad’ımız Emirdağ’ına gideceğiz dedi. Zübeyir Ağabey: “Peki Üstad’ım” dedi. Biz Üstad’ımızın odasından çıktık, kendi odamıza gelince Zübeyir Ağabey: “Kardeşim, nasıl yapacağız? Üstad’ımız Emirdağ’ına gitmek istiyor. Fakat bu jip üşütür Üstad’ımızı, hasta olur” dedi. “Ne yapalım Zübeyir Ağabey?” dedim. “Üstad’ımızın oturduğu arka tarafa döşek, yan taraflara yorgan, önüne de bir mangal koyalım” dedi. O mangal hala duruyor. Isparta’da müzede sergilenen mangal odur. O şekilde tatbik ettik, Üstad’ımızı Emirdağ’ına getirdik.

DAHA MUHAFAZALI BİR ARABA ALALIM

Üstadımız Isparta’ya taşındıktan sonra da, Emirdağ’a gelince 15-20 gün kalıyor, Emirdağ’la ilgisini hiç kesmiyordu. 10-15 gün kaldı, sonra geri geldik. Tâhirî Mutlu Ağabey de Üstad’ımızın yanında kalıyordu Isparta’da. Üstadımız dışarıdan geldiği zaman o yaşlı haliyle koşarak merdivenlerden iner, hemen Üstad’ımızın arabasının kapısını açar, kollarına girer, odasına çıkarırdı. İçimizde en yaşlı da Tâhirî Mutlu ağabeydi. Üstad’ımızı odasına götürdükten sonra Tâhirî Ağabey bana dedi ki: “Kardeşim şimdi bu araba var ya; Üstad’ımız Emirdağ’a çok gidip-gelmek ister. Fakat biz bu jiple Üstad’ımızı hasta eder, üşütürüz. Daha muhafazalı bir araba alalım” dedi. “Doğru ağabey” dedim. Alınacak arabayla ilgili ağabeylerle meşveret edildi.

MÜZEDE SERGİLENEN ARABAYI ANKARA’DAN SATIN ALDIK

Ağabeyler meşveretle araba alınmasına karar verdikten sonra Tâhirî Mutlu ağabeyle beraber İstanbul’a gittik. Gezdik, dolaştık, araştırdık, bir türlü bir araba nasip olmadı, alamadık. Isparta’ya geri geldik. Yine ağabeylerle istişare yapıldı. Oto boyacısı Hüsnü Altıntabak vardı, dedi ki: “İsterseniz bir de Ankara’ya gidin, orada da arabalar vardır.” “Olur” dedik. Sonra, “İsterseniz ben de sizinle geleyim” dedi. Hüsnü Ağabey kaporta- boya işi yapıyordu, arabadan anlardı.

Tâhirî Mutlu, Hüsnü Altıntabak ve ben üç kişi Ankara’ya gittik. Ankara’da bize Kavaklıdere’yi gösterdiler. Kavaklıdere’de, bir galeride şimdi müzede sergilenen arabayı bulduk. Baktık, çok temiz bir araba... Çok hoşumuza gitti. Pazarlık da çok kolay oldu, bir zorluk çekmeden pazarlığı yaptık ve bu arabayı satın aldık. Amerikan Konsolosunun arabasıymış. Konsolos Amerika’ya dönerken eşyalarını satıp öyle gitmiş. Hâlbuki bu arabalardan İstanbul’da da vardı, orada alamadık ama Ankara’da elimizle koymuş gibi kolaylıkla aldık.

Isparta’ya geldik, jipi birisine sattık. Bu sefer, bu taksi Barla’ya gidemiyordu. Taşlı yollardan, dağdan gidiliyordu Barla’ya, başka yol yok. O zamanki mevcut yollar da çok bozuk, toz-toprak... Taksi ile diğer yerlere, Emirdağ’a toz-toprak olsa da çok rahat gelebiliyorduk, Barla’ya gidilemiyordu. Barla’ya gitmek için taksi ile Eğridir’e kadar geliyoruz, Eğridir’de ben kalıyorum, Üstad’ımızla ağabeyler Eğridir gölünden kayıkla Barla’ya geçiyorlardı. Gölde dalga varsa karadan, Üstad’ımız işlekle, –Üstad’ımız eşek demez işlek derdi- ağabeyler yayan gidiyorlardı. Ben bu şekilde 3-5 gün beklerdim Eğridir’de. Üstad’ımız Barla’dan gelince, beraber Isparta’ya dönüyorduk.

Bu araba çok muhafazalıydı. Kışın kaloriferi, yazın da havalandırması var. Süspansiyonları da çok iyiydi. Bu arabada Üstad’ımız çok rahat etti.

(1) 1949 yılında Said Nursi Hazretlerinin sadık talebeleri tarafından satın alınan Austın marka otomobilin hikayesini geri gönderilme sebebiyle birlikte Hz. Üstad tarafından şöyle izah edilmektedir:

“Aziz, sıddık kardeşlerim Tahirî, Sabri, Salahaddin, Mehmed, Mustafa!

“Evvelâ: Bu gelen şuhur-u selâsenin hürmetine ve Nur şakirdlerinin sadakat ve ihlaslarının hürmetine, çok ehemmiyetli hakkımda bir sebeb-i itab ve tokat bir hâdiseyi tamire çalışacağız ve gücenmeyiniz. Şöyle ki: Bu gece hiç görmediğim bir itab, bir tazib suretinde manevî bir şiddetli ihtar ile denildi ki: "Dünyaya, zevke, keyfe tenezzül etmemekle Nurlardaki ihlas ve istiğnayı muhafazaya mükelleftin ve bu asırda يَسْتَحِبُّونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا ("Onlar dünya hayatını severler." İbrahim Sûresi, 14:3.) sırrıyla dünyayı dine tercih etmek ve bilerek elması şişeye tebdil etmek olan hastalığa, Nur vasıtasıyla çalışmağa vazifedardın. Yüz tecrübenizle de anladın ki, insanların hediyeleri, ihsanları, yardımları, sana dokunuyor. Hattâ seni hasta ediyor; her gün eserini, tecrübesini görüyorsun. Senin en ziyade itimad ettiğin ve Risale-i Nur'un fedakâr kahramanlarının yüzlerini Risale-i Nur'un hizmetinden ziyade kendi istirahatine çevirmeğe sebebiyet verdin... ilâ âhir.. diye daha manen çok söylenildi." diye beni tam tekdir etti. Hattâ şimdi bir manevî tokattan dahi korkuyorum. Bu hâdisenin çare-i yegânesi; bu otomobili alan sizler ilân edeceksiniz ki, "Bu kardeşimiz Said, bunu kabul edemedi, manevî, dehşetli bir zarar hissetti."

İkincisi: Otomobil şimdi Konya'lı Sabri'nin yanına gönderilmeli, oraya gitsin. O razı olmazsa Medreset-üz Zehra erkânlarına gitsin. Sabri merak etmesin, her ay Nurlara onun hârika hizmeti, bir otomobil fiatından ziyadedir. Onun için gücenmesin.

Sâniyen: Kat'iyyen biliniz ki, bu dehşetli itabı gördüğümün sebebi; istirahat için bir arzu nevinde ve bir temenni tarzında, bir otomobil ile gezmeğe gittiğim vakitte, otomobilci dedi ki: "Küçücük otomobiller çıkmış, bin lira gibi bir fiatla satılıyor." Ben de temenni nevinden dedim ki: "Keşki, öyle bir emanet küçük otomobil elimize geçseydi, sair yerlerdeki Nurcu kardeşlerimi ziyaret etseydim" demiştim. Buna hakikî ve ciddî bir karar vermemiştim. Bir arzu iken; buradaki iki has kardeşimiz, bu arzuyu ciddî bir karar zannedip bin lira değil, dört bin liraya kadar fedakârane çalışmışlar. Buraya geldikleri vakit, yedi saat memnuniyetle telakki edip, o arzuyu bir dua-yı makbule zannettiğim halde, birden bu gecede manevî itiraz ve itab gördüm. O arzumun hatasını anladım. Hiç görmediğim bu tarz manevî itabın üç sebebi var, başka vakit izah edilecek.

Bu otomobili alan beş kardeşimiz kat'iyyen bilsinler ki, değil beşinin bir otomobili sadaka ve ihsan ve hediye etmişler, belki onların hayırlı niyetleri cihetinde Risale-i Nur dairesi hizmetinde herbiri tam bir otomobil fiatı kadar bir hediye bilfiil yapmışlar gibi manen kabul edildiğine bana bir işaret ve kanaat var. Madem kardeşlerim, sizin hâlisane bu hizmetiniz hakkınızda böyle makbuliyet var. Siz müteessir olmayınız. Beni de bu manevî itabdan kurtarınız. Hem benim düstur-u hayatıma, hem Risale-in Nur'un sırr-ı ihlasına gelmek ihtimali bulunan zararı çabuk tamir ediniz. Hem o otomobil burada kalmasın, en büyük hisseyi veren zâtın yanına gitsin. Üç ehemmiyetli sebebi izah ettiğim vakit, bu telaşımın hakikatini anlarsınız. Zâten hem şuhur-u selâse, hem üç ay mühim mecmuaların çıkmasına kadar bütün dünya saltanatı verilse de bakmamağa mecburum. Şayet otomobile verdiğiniz para tam çıkmazsa, o noksanını alâküllihal ben her şeyimi satıp tekmil etmeğe karar verdim. Umumunuza selâm. Hakkınızı bana helâl ediniz. Ben de sizi helâl ediyorum.” (Emirdağ Lâhikası 232)

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.